'Kardeşçe Hayat'ın şairi: Enver GÖKÇE
Tacim ÇİÇEK*
Duyarlı, içten ve gerçekçi olmak ne güzeldir.
Bu özelliği ve başka başka benzer güzellikleri korumak gerek yaşadığımız sürece. Nesnel olmayı, araştırmayı, okumayı, sentez oluşturabilmeyi de hayatımıza dâhil etmeliyiz. İnsanı insan yapan güzel şeyler toplamıdır bunlar.
Bu yazıda; hem çok yönlü hem de eskilerin deyişiyle ‘velût’ biri olan şair Enver Gökçe’den söz edeceğim. Çok yönlülüğü ve bir güzel amaca olan inancı yüzünden âdeta Montaigne’in 'Bir amaca bağlanmayan ruh yolunu kaybeder. Çünkü her yerde olmak, hiçbir yerde olmamaktır,' sözünü boşa çıkaran ender biridir o.
Enver Gökçe, "Ne teslimiyetçi ne de uzlaşmacı bir şair." Pratiği, dünya görüşü ve şiirleri örtüşen kuşağından şairlerden en hasıdır demek yanlış ve de abartı olmasa gerek. 1940 Kuşağı olarak isimlendirilen Toplumcu Şairler içinde önemli bir yere sahip. Bunun iki dayanağı var:
İlki, ürettikleriyle özgün olması ve bu yüzden çağdaşlarından ayrılması...
Öteki de hayatıyla şiirlerinin, düşüncelerinin örtüşmesi. Çünkü o, siyasi bir şairdir. Ve sınıf edebiyatının ödünsüz savunucusudur. Bu bağlamda kişiliği ile sanatçılığı uyum içindedir. "Şairin hayatı ile edebi etkinliği arasında hiçbir ayrılık olamaz. Biri pratikte, biri şiirde, iki hayat yaşamıyoruz, tek vücuduz," diyen Nâzım Hikmet'in tespiti, E. Gökçe için de geçerlidir.
O, bedel ödemekten, acı çekmekten korkmuyordu. Gökçe'yi unutturmayacak -her şeye ve herkese karşın- özelliklerinin başında bunlar gelir. 1920’de Erzincan'ın Kemaliye (Eğin) ilçesine bağlı Çit köyünde doğan Gökçe’nin ailesi o dokuz yaşındayken Ankara'ya taşınır.
İlk, orta, lise ve üniversite öğrenimini Ankara'da yaptı. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nin Türkoloji Bölümünü bitirdi. Dünyayı, yaşamı güzelleştirmeye ve dönüştürmeye sevdalı güzel insanlarla birlikte aktif eylemlerde bulundu. Kendini yetiştirdi. 1943’ten sonra ilk şiirleri (Yurt ve Dünya, Ant, Gün, Söz, Yağmur ve Toprak gibi) dergilerde yayımlandı. Şiirleri ilerici-devrimci çevrelerde karşılık buldu. Şiirleri okurda geniş yankı uyandırdı.
1948’de Türkiye Gençler Derneğinin kuruluşunda ve etkinliklerinde aktif biçimde yer aldı. Halkı bilinçlendirmeye ve halka yardımcı olmaya yönelik çabaları hoş karşılanmadı. Turancılar tarafından derneğe yapılan baskıya karşı duran yirmi kişinin içindeydi. Kitapların yırtılmaması, derneklerinin talan edilmemesi için... Böylece ilk kez tutuklandı. Gerekçe: Komünizm propagandası… Üç ay tutuklu kaldı. Daha sonra serbest bırakıldı. İkinci kez, 1951’de tutuklandı. Kadırga Öğrenci Yurdu yöneticisiydi. Yedi yıl hapis, iki buçuk yıl sürgünlük aldı... Boyun eğmedi, yılmadı, kimseye küsmedi, hep ayakta kaldı. Erken yaşlandı. Ne Ankara'da, ne de İstanbul'da tutunabildi. Kendisine yardımcı olmak isteyen sınırlı sayıdaki arkadaşına, dostuna yük olmak istemedi. Köyüne gitti. Orada tek başına, in gibi bir evde yaşamaya çalıştı. Sonunda Ankara'ya döndü, yakın akrabalarının yardımı ile Seyranbağları Huzurevi'nde onuruyla, serviler gibi ayakta öldü (19 Kasım 1981).
Enver Gökçe, öğrencilik yıllarında, N. Ataç, A. H. Tanpınar, A. Kutsi Tecer'in de yazarı olduğu, dönemin ünlü Halkevleri yayını, Ülkü Dergisi'nde görev aldı. İlk şiirleri (Ağıt, Bir Alıp Satıcı Gönül - 1943) ve yazısı (Çit Köyü - 1943) burada yayımlandı. Ant dergisinde yayımlanan Köylülerime şiiri büyük ilgi gördü. Ant, Yağmur ve Toprak dergilerinin yayınlanmasında çalıştı. Şiirleri, 1940'lı yıllarda, Ant, Söz, Gün, Yağmur ve Toprak, Meydan, 1960'lı yıllarda, yani şairin "yeniden keşfedilmesi" ardından, Türk Solu, Ant, 1970'lerde, Doğrultu, Yansıma, Yarına Doğru, Toplumcu Gerçekçiliğe Çağrı, Halkevi, Yapıt, Yaba, Yeni Adımlar, Türkiye Yazıları, Sanat Emeği gibi dergilerde yayımlandı. Mezuniyet tezi (1947) olan Eğin Türküleri, türünün ilk örnekleri arasında sayıldı. Dünya şairi Şili Komünist Partisi militanı Pablo Neruda'nın şiirlerinden seçmeler ilk kez, onun tarafından Türkçeye çevrildi ve 1959’da Türkiye'de yayımlandı. Bazı şiirleri Z. Livaneli, Timur Selçuk, Sadık Gürbüz, Kerem Güney ve Ahmet Kaya tarafından bestelendi.
Özgen Seçkin ile Metin Turan'ın "Enver Gökçe Üzerine" adlı kitabından öğrendiğime göre, Enver Gökçe'ye köyünde kuşkuyla bakılmış. Yükseköğrenim yapmış, başkentte büyümüş, yaşamış birinin bir köyde ve üstelik de in gibi bir evde yalnız yaşamasına 'casusluk' yakıştırılmış. Hep ihbar edilmiş. Evi basılmış. Bir iki edebiyat kitabı bulunmuş, yapılan aramalarda. Sayrılığı ilerleyen Gökçe de bunca şeyden sonra köyünden tekrar Ankara'ya dönmüş... Yine de yakınmamış, kızmamış bunu yapanlara. Bütün kötülüklere ve iyi gün dostlarına karşı:
Döğülmüşüm/Söğülmüşüm /Kovulmuşum/Sittir çekilmişim yani
Kendi özyurdumda/Bir meri keklik gibi /Çeker giderim
(Hastır Lan!)
demiş olan Gökçe, "Kardeşçe bir hayat" için çabalamış. Elli üç yıllık ömründe örgütlülükten, emekten ve tek başınalıktan yana değil, çoğunlukla yoksul halklarla birlikte 'yol'a gitmekten, 'ben'den değil, 'biz'den taraf olmuş. Bir İspanyol şairin, "bir şair, taraf tutmalı damgalanıncaya kadar" sözüne uygun biçimde. Dosta ve düşmana inat… Asla bireysel mutluluktan ve kurtuluştan yana olmadan... Toplumsal mutluluktan başka mutlu olamayacağını ispatlamış, yaşamıyla. Kendinin çektiği her şeyi çoğunluğun mutsuzluğu yüzünden göğüslemiş, ama inancını da yitirmemiş.
Gel günlerim gel de dol/Gel Aydınlım, İzmirlim
Gel aslan/m Mamak'tan/Erzincan'dan Kemah'tan
Düşmanlar selam ister/Gözden, gezden, arpacıktan!
derken öfkeli olduğunu, kurtuluşun direnişle elde edilebileceğini dile getirmiştir. O, alanların şairidir. Şiiri su gibidir. Gürül gürül akar yatağında. Set çekilmez önüne. Mırıldanamaz onun şiirini okumak isteyen. Ve bir "araç"tır şiiri, güzel insanları bilinçlendirme yönünde (Şiirleri karşılık bulduğu içindir ki, hapisten çıktığında köylüleri onu ziyaret de etmiştir bir tür bağışlanma, ondan af dilemedir bu jestleri, bana göre ).
Biz olmasak gökyüzü, biz olmasak üzüm,
Biz olmasak üzüm göz, kömür göz, ela göz
Biz olmasak ray, dönen tekerlek, yıkanan buğday,
Ayın on beşi; Biz olmasak Taşova'nın tütünü,
Kütahya’nın çinisi,/Yani bizsiz /Anne dizi, kardeş dizi, yâr dizi/Güzel değildir.
Bu gibi daha nice dizesiyle, Gökçe, direncin kaynağının bilinçlenme olduğunu anlatır. Bu yüzden doğrudan doğruya, topraksız köylülerin, işçilerin ve bunları savunan aydınların yanında yer alır. İnsanlığın kurtuluşu gördüğü "kardeşçe hayat" uğruna çile çekmekten sakınmamıştır.
Uğruna çekilen,/Derttir, mihnettir
Senden yana olduğumuz sebeptir/Kardeşçe hayat!
diyen Gökçe, umudun, davanın inançlı bir şairi olarak sömürüye, zulme, eşitsizliğe, tutsaklığa; yoluna baş koyduğu yığınları başkaldırıya çağırmıştır:
Topla Antep'i Çukurova'yı/İzmir'i, Urfa’yı, Konya’yı
Haydi ha!/Ne durursun Munzur! dizelerinde olduğu gibi.
Gökçe yalnızca çağına tanıklık etmekle yetinmedi, dili ustalıkla kullandı. İğneyle kuyu kazarcasına şiirini oluşturdu. Her sözcüğü (yapı ustasının uygun taşı yerine koyması gibi) yerinde kullandı. Bu yüzden şiirinde hiç fazlalık bulunmaz. Sözcük ekonomisine uymuş az şairden biridir. Konularını, birebir yaşadığı, tanığı olduğu olaylardan ve çilekeş halkların tarihlerinden, günlük yaşamda karşılaştıkları güçlüklerden ve sorunlardan alırken vulgar (kaba) bir söyleme kapılmamıştır. İnce eleyip sık dokumuş, işçiliği elden bırakmamış, dünya görüşünü ustalıkla yedirmiştir şiirine. Şiirlerinin sanki günümüzün (olmaması gereken) gerçekliklerinden esinlenmiş gibi, canlı ve akıcı olması bundandır. O, bu yüzden büyük ve usta. İşte kanıtı:
Gel kardeşim gör, gel beri /Hey kurt hey kuş hey börtü böcek
Ah gidenler gelir mi geri /Açar mı bugün dört bahardır kanayan çiçek
Demek/Daha bizim yaşımızda/İnsanlar ölecek
(1943)
Bir tane daha:
Çıksam çıksam dağ olsa da yücesine /Duyar mıyım duyar mıyım top seslerini
At boynundan aşan yiğidim/Şu terkedilmiş toprak
Şu yanan köy/Şu devrilmiş araba /Şu tank altındaki/Senin sevdiklerin mi?
(39 Harbi, 1945)
(Sanki 39 Harbi değil de, gözümüzü, kulağımızı ve ağzımızı kapadığımız ve neredeyse kanıksadığımız(!) ülkemizin şimdiki hâlini anlatır gibi) Sonra, Faşistler camlara yürüdüler/Kürsüleri kırdılar höykürdüler (Fakültenin Önü, 1947) dizeleri (ve şiirin bütünü) günümüzün üniversitelerindeki olayları dillendirmiş gibi. 1948’de yazılmış olan "Görüş Günü" hapishanelerdeki istemi ve hasreti haykırır. Kısacası Gökçe'nin hemen hemen her şiiri, yukarıda sözünü ettiğim kaygının izini taşır. Bu yadsınamaz bir gerçeklik.
Sözümün başında Enver Gökçe için, ‘eskilerin deyişiyle ‘velût’ bir şair’ demiştim. İşte bu özelliğinin kanıtı olan çalışmalarına geleyim şimdi. Yalnız birçok ad kullandığını görürüz, hiç şaşmamak, gerek, çünkü yaşamının bir sonucu olarak gizlenmek, yapacağı işlerden uzak kalmamak için sığınmak zorunda olmasının bir sonucudur; birden fazla ad kullanması.
Çit Köyü (Ülkü Dergisi, 1943), Sanat ve Sanatçı Üzerine (Yeryüzü Dergisi, 1951), Âşık Veysel'e Dair düz yazılarının toplamıdır. Usta Nazar (DTCF, 1946), Şehzade ve Üç Turunçlar (DTCF, 1946) (ki bu masallar Dost yayınları tarafından 1960'larda yayımlanan masallar dizisinde imzasız olarak yer almış.) Ölümünden sonra İlhan Başgöz'ün uyarısıyla, Yaba yayınları tarafından 1984’te (Şehzade ve Üç Turunçlar), 1985’te de (Usta Nazar) çıkartılmakta olan iki aylık Yaba Öykü kitapçıklarında şairin adıyla yayımlanır. Kemâlettin Kamu (biyografi) Mustafa Gökçe adıyla (1958), Ömer Bedrettin Uşaklı (biyografi) Mustafa Gökçe adıyla (1958), Dost Dost İlle Kavga (1973), Panzerler Üstümüze Kalkar (1977), Yaşamı, Bütün Şiirleri (1981), Eğin Türküleri (yazımı, 1947, kitap hâlinde ilk yayını, 1982’dir) kendi adıyla yayımlanır. Çevirileri olan, Antil Masalları, Hint Masalları, Çin Masalları (1958), Mısır Masalları (1959); Pablo Neruda’nın Şiirlerinden Seçmeler Mustafa Gökçe adıyla (1961), Dede Korkut Masalları (1968), Pugaçef Ayaklanması/A. Gesinoviç (1969), Çocuk/Vera Panova (1972), Pablo Neruda Seçmeler (1975), Ömer Hayyam Rubailer, Kelile ve Dimne/Beydaba yine Aydın Tataroğlu adıyla (1969), Enver Gökçe adıyla olan basımı da 2003’te yapılır. Ayrıca, Yusuf ile Balaban Destanı (şiir/destan), Dünya Masal ve Efsaneleri (çeviri) olmak üzere tutuklamalarda, göz altılarda, aramalarda kaybolan, yok edilen sayısı bilinmeyen şiirleri de vardır Gökçe’nin.
Üzüm gözlü çocuk, Ben gider oldum
Kardaşlar/Ve de kız kardaşlar
Ben gider oldum Gayri/Haram bana
Bu toprak damlar/Bu ağaçlar/Bu taşlar bana
Apat dediğin/Şişirilmiş oto lastiği
Ve birkaç/Tahtadan ibaret/Bu saldır./Suda yüzer
Oğul, uşak, bir de karım/Kurt bana/Hastir çeker
Kuş bana/Yılan bana/Hastir çeker/Çıvan bana
Lan kardaş/Bu nasıl yara/Kanar her yerimden
Döğülmüşüm/Söğülmüşüm/Koğulmuşum
Siktir çekilmişim yani/Kendi özyurdumda
Bir meri keklik gibi/Çeker giderim
Hastir Lan!; Şubat 1980)
diyen Gökçe'nin hayatında (Özgen Seçkin-Metin Turan'ın sözünü ettiğim yapıtından öğrendiğime göre) iki güzel olay var. Daha sonraları bu güzel olaylara bir katkı da sevgili Celil Denktaş’tan gelir. Hem, 2011’de kapsamlı bir çalışma yaparak (Berceste Mısraı Yazan Komünist-Enver Gökçe adlı kitap) onun ardından hakkında ve yapıtları için yazılanları, kitaplarda yer almayan yazı ile şiirlerini bir araya getirdi; hem de (1977’de, Devrimci Sanatçılar Derneği tarafından banda kaydedilen, Kendi Sesinden Yaşamı ile Kendi Sesinden, Seçtiği Şiirleri ve Pablo Neruda Çevirileri de ) kurduğu (www.envergokce.org) sitede (birçok belge/bilgi, resim, çizim, yazı ve şiire) yer verdi…
Onun hayatındaki güzelliklere gelince… Birinci olay: Türkiye Yazarlar Sendikasının yardımı ile üç aylığına Bulgaristan'a tedavi için gitmiş olması. İkinci olay: Metin Demirtaş'ın çabasıyla Antalya'da, Enver Gökçe Gecesi ve Şenliği’nin düzenlenmiş olması. Burada çok ilgi görmüş. Bu ilgiye sevinmiş. Mutlu olmuş. İşte hepsi bu… Gelecek güzel günlere, emeğe ve kavgaya inancını yitirmeyen büyük şair Enver Gökçe'ye sahip çıkmak her yurtseverin, sosyalistin, aydının, güzel insanın görevi olmalıdır. Panzerler Üstümüze Kalkar yapıtından birkaç dize ile ona selam ederek sözü, sırayı bu konuda diyeceği olana bırakmak istiyorum.
Açmaz/Açamaz/Deme/Hiç
Bir/Zaman/Bu/Nar Çiçeği/Açacaktır
Elbet/Bizim/Caddelerimizde de/Bayram/Olacak
Halkın/Üstüne/Böyle/Kalksa da/Faşist/Namlular
Namert/EIlerdir/En/Sonunda/Bir/Bir/Kırılacak!
*Yazar