Katharlar kimdir (1)
Seçkin GÖVERCİN
"O gün, 16 Mart 1244 sabahı, Montségur şatosundaki iki yüz yirmi beş Kathar, istisnasız, ölümü seçtiler. Şatodan çıkmadan önce, son bir kez birbirlerine sarılarak vedalaştılar. Karı kocalar ayrıldı, çocuklar ebeveynleriyle öpüşüp koklaştı ve Bertrand Marty önde…
Montségur mağlupları kaleden başları dik çıktılar. İki yüz Kathar şövalyesi, kadınıyla, kızanıyla, gökyüzüne bir isyan gibi yükselen tepenin dibinde kurulan ateşten çembere tek bir vücut gibi yürüdüler. Haçlı ordularının gümüş zırhlı silahşörleri başlarını öne eğdiler, askerler büyülenmiş gibiydiler. Haçlı seferinin başını çeken, tikli gibi kurnaz Narbonne Piskoposu havadaki hayranlık kokusunu sezdi. Ölüme gidenlere en az bir fire verdiremezse eğer, bu inanılmaz manzaranın bir miras gibi, asırlarca babadan oğula anlatılacağını anladı. Son bir umutla, gerilmiş bir yay gibi fırladı yerinden, koştu ve Katharlarla ateş çemberi arasında durdu:
- Durun, durun diyorum size! Bir kez daha düşünün.
- Aranızda cayan yok mu hiç mezhebinden? Engizisyonun kararına rağmen ben, bir şans daha veriyorum nedamet getirenlere!
Katharlar duymadılar. Katharlar durmadılar.
Kafilenin önünde yürüyen Kusursuzlar’dan Bertrand d’en Marty, bambaşka bir suale cevap verir gibi gülümsedi:
- Biz hepimiz kardeştik!
Ateşin yakıldığı alana, Occitan dilinde, Prat del cremats yani "Yakılmışlar tarlası" derler.
"Belki de, çığlıkların, sızlanmaların, kılıç şakırtılarının, ateşi harlayan cellatların bağırıp çağırmalarının, papazların söylediği ilâhilerin arasında, Kusursuz Marty, inananlara son kez konuştu, onları cesaretlendirmeye çalıştı…
Bir iki saat sonra, odun yığınlarının üzerindeki iki yüz küsur canlı meşaleden geriye, sadece, kızarmış, kararmış, kanlı, birbirine sarılı vaziyette yanmaya devam eden bir et yığını ve şatonun duvarlarına kadar bütün vadiyi saran dayanılmaz bir yanık kokusu kalmıştı". (ZoéOlderbourg)
Montségur bir efsaneydi artık!
***
Bizans döneminde yaşadıkları katliamlara ve zulümlere rağmen, inançlarını yaymaya devam eden Bogomil misyonerleri 12. yüzyılın ilk yirmi yılından itibaren İtalya, Fransa, Batı Almanya’ya kadar bu yayılmayı sağlayarak, Orléans soyluları aralarında Kral Robert’ in bir danışmanı ve Kraliçenin günah çıkartıcısı olan rahipleri bile kendi inançlarına çevirmeyi başardılar. Daha sonra ise Fransa’ nın güney bölgesi olan Languedoc bölgesine geldiklerinde entelektüel gelişimi oldukça ileri düzeyde olan özellikle Grekçe, İbranice ve Arapçanın ilgi gördüğü farklı dillere ve fikirlere açık eleştirel bir mantalitenin olduğu ve çok kültürlü bir toplulukla karşılaştılar.
Bu bölgenin en önemli bir özelliği ise, kullandıkları dilin Oksitanca/provençal olması dolaysıyla dilin’in Fransızca da evet anlamına gelen ‘oc’ tan gelişi hatta bölgenin ismi olan Languedoc kelimesin’in ‘oc’ anlamında geldiği ise biliniyordu.
Kuzeyde asiller isimlerini dahi yazamazken, Güneyde edebiyatın ileri düzeyde olması bunun açık bir örneği durumundaydı. Ayrıca İslam ve Yahudi düşüncesinin bu bölgeye ulaşmış olması da Roma Kilisesi’ni oldukça rahatsız etmekteydi..
İşte Bogomil misyonerleri böyle bir toplulukta inançlarını ve fikirlerini özellikle Languedoc bölgesinde yayma imkanı bulmuş, Anadolu topraklarında kök salan bu inancı Batı Avrupa’ya kadar taşımışlardı.
EDWARD GİBBON’UN DEYİMİYLE PAVLİKANLAR, DOĞUYU SARSAN, BATIYI İSE AYDINLATAN BİR HAREKETTİ
Böylece bu inançlar ve fikirler Batı Avrupa’da sayısız insanları peşinden sürükleyecek, dönemin dini ve dünyevi otoritelerini sarsacak, birçok insanın engizisyon mahkemelerinde diri diri yakılmalarına sebep olacak, resmen bir insan kıyımı başlayacaktı. Yüzyıllarca sürecek mezhep savaşlarından sonra ise Avrupa yeni bir çağın içine doğru adım atacaktı.
Kathar Hareketi Avrupa’daki hareketin öncülerinden biriydi…
"KATHAR" KELİMESİNİN ANLAMI VE TARİHİ
Katharlar ismi Yunanca (katharoi) kelimesinden gelmekte olup "arınmışlar, temizler" manasına gelmektedir. Kelime aynı zamanda "temizlenme" anlamındaki "Katarsis"[1] kavramı ile de ilintilidir.
Kelimenin kökenine dair bazı çirkin iftiralar da vardır. Mesela dönemin Katolik Kilise yanlıları tarafından Katharlar’ın kediye taptıkları ve kelimenin kökeninin de "cattus"tan geldiğine dair söylentilerini ileri sürmelerine karşın, Katarlar hiçbir zaman kendilerini bu adla anmamış, sadece "iyi Hıristiyanlar" olduklarını belirtmişlerdi.
Ayrıca Katarlar yer yer "Albililer" olarak da anılmasının yanısıra, bu iki sözcüğün âdeta eş anlamlı olarak kullanıldığı bile görülebilir.
Aslında bu özdeşleştirme yanlıştır. Çünkü Languedoc’taki "Albi" adlı kasabada yaşayan halkın büyük çoğunluğu bir zamanlar Kathar inancını ve yaşam tarzını benimsemişti. Ama bu, sadece o kasabaya özgü olmadığı gibi, Kathar inancı ilk kez Albi’de doğmuş da değildi.
Böyle bir özdeşleştirme yapılmış olması şuna bağlanabilir: Katharların yaygın olarak yaşadığı bölge, Katolik Kilisesi’ne bağlı Albi piskoposunun yetki alanı içindeydi. Papa bu etnik topluluğa karşı bir eylemsel girişim başlatmadan önce, Albi kasabasında bir yanda Katolikliği diğer yanda Kathar inancını savunanlar birtakım teolojik tartışmalara girişmişti. Nitekim daha sonra Katharların ortadan kaldırılması amacıyla düzenlenmiş olan toplu kıyım, "Albi Haçlı Seferi" anlamına gelen bir terimle de anılır.
Öte yandan bütün Avrupa’da yayılan Kathar öğretisinin Languedoc bölgesindeki Oksitanya’da kök salışına bakılırsa, sefaleti yatırım olarak kullanan Katolik Kilisesin’in tersine, bu öğretinin taraftarlarını olgun ve ekonomik olarak güçlü bulunduğu görülebilir.
Ama Oksitanyada’ki Kathar patlamasının düzenli işlevsel ve daha iyi şartlar hedefiyle oluştuğu düşünülemez. Çünkü Kathar inancı zengin bölgelerde gelirin eşit ölçüde paylaşılması, toplumun refahı için kullanılması gerektiği ve bireysel zenginliğin iyi olmadığı kuramıyla ortaya çıkmıştır.
Fakat bu inanç refah ve tüketim düzeyi yüksek olduğu bölgelerde de yerleşmiş ve var olan kurumların pastasından payını almakta olan Senyörler arasında da taraftar bulmuştur.
Bunun nedeni ise bu Derebeyi ve Senyörleri kendilerinden vergi toplayan Katolik Kilisesine karşı çıkması ve Paris’teki merkezi yönetimin, başka bir deyişle büyük bir ahlaki bozuklukla Kiliseyi destekleyen kralın egemenliğine büyük bir öfke beslemesiydi. Bu durumda Roma iktidarına, dolaysıyla Katolik Kilisesi ile Kralın iktidarına karşı olan Katharları desteklemek anlamlıydı.
Kathar inancını benimseyen Oksitanya soylularının silahlı başkaldırısının asıl amacı basitti. Bağımsız olmak ve ne kuzeydeki krala ne de güneydeki papaya boyun eğmekti..
Dahası refah durumları sayesinde bu senyörler, ruhani ve entelektüel açıdan gelişmişler ve baskın doğmalara karşı yeni bir inancın yeşermekte olduğunu duymuşlardı. Bu senyörler manen Kathar inancını kabul etmişlerdi ve güçlerini inançlarından alarak kılıçlarını savurmuşlardır.
Haçlıların saldırılarından dağlara sığınan Katharları korumak için kuzeyli baronlar kendilerini Kathar şövalyesi ilan ederken, genç senyör şu sözleri haykırıyordu..
"Bu topraklardan dışlanan, horlanan tüm lanetlilere bir kent, bir barınak, ekmeğimi, suyumu ve kılıcımı veriyorum, varsın gelsinler."
Bu çağrıyı kendisi Kathar olmayan VilKont Trancavel yapmıştı…
KATHAR İNANCI
Bogomillerde de olduğu gibi Katharlar da düalizm[2] inancını taşıyordu. Ve bu inaçlarından dolayı ( endura [3] ,melioramentum [4] ,apareilementum [5] , convenenza [6] ) gibi ibadet ritüellerini andıran ama esasında bir ritüelden ziyade kendi inanış kurallarını ve ilkelerini hayatın içine katıyor ve buna bağlı olarakta, Kötülük Tanrısının dünyasal bütün nesnelerde olduğuna inanıyor hatta bedenleri bile buna dahil ediyorlardı
Nefs, ışıklı dünyanın yani öte dünyanın başında bulunan İyilik Tanrısına bağlanan ruhla bir karşıtlık oluşturur ve bu dünyanın yaratıcısına yani şeytana bağlanır. Kötülük kaynağı anlamında, dünyanın içinde, yapısında bulunduğuna inanılan yıkıcı arzularla kötü duyguların tümüdür.
Demek ki nefs, bedensel arzunun, garezin, kinin, nefretin, zayıflığın, korkaklığın, ihanetin, yalancılığın besinidir.
Şeytan’ı simgelediğine inanılan nefs, en büyük düşmandır. Bu düşmana karşı savaş açmak. Yani nefsi terbiye etmek. Ruhun batini ve zahiri kurtuluşu için koşuldur.
Kişi yaşarken Şeytan’ın evini yıkmakla yani yaşarken bedenini iptal etmekle yükümlüdür. Yıkma ya da
iptal eylemini gerçekleştirmek için öte dünyanın başında bulunan iyi tanrının eylemini yapmaya çalışır. Dindarca bir yaşam sürmeye başlar.
Cenneti dünyada iyi ameller işleyerek "consolomentum" [7] aldıktan sonra ölen bir ruhun dünyevî bağlarından kopacağına ve bedenin kafesinden kurtularak yükseleceğine, böylece asıl diyarı olan gerçek vatanına kavuşacağına inanmanın yanında, cehennemi, dünyadaki yaptıkları sebebiyle cezalandırılacak olan kişinin cehenneme atılmak yerine zaten bir nevi "cehennem" olan bu dünyada kalacağı inancını taşıyorlardı.
Cennetten inmiş bir melek olan İsa (a.s) Katharlara göre ne Tanrının oğludur ne de insanoğludur, yalnızca bir melektir. Onun varoluşu, cennetten düşüşü ve gökyüzüne geri dönüşü rolü kadar anlamlı değildir. Her ne kadar genel kanaat İsa’nın kurtarıcı olduğu yönünde olsada kimi Katarlar’a göre de İsa kurtarıcı değil, vaizdir.
Ayrıca Katolik "Araf" telekkîsi de Katarlar tarafından kabul edilmemesi ve bu yönüyle Katarlar’ın hem "aykırı" bir ses oluşu, hem de "Araf"ı reddetmeleri gibi sebeplerle bir anlamda "Protestanlık"a öncülük etmişlerdir.
Bu inanış biçimi Bogomillerde de olduğu gibi bu dünyada nesnel olan her şeye hükmetmeye çalışmak şeytana bir hizmet olarak görülmüş ve dönemin Roma Krallığını ve Katolik ruhban sınıfının içinde bulunduğu siyasal ve dinsel otoriteye karşı bir başkaldırı olarak görülmüş. Bundan dolayı büyük bir nefret ve öfkeyle karşılanmıştır.
Kathar topluluğu geniş anlamda üç, dar anlamda ikiye ayrılıyordu. Bunlar dinleyiciler, inananlar (müminler) ve kusursuzlar(ermişler)dir.
İnancın-kültürün öğretmen bağlamındaki görevlileri ve bu görevlilerin izinden gidenler, yani inanlar ve dinleyiciler, inancın, kültürün görevlileri durumundaki kusursuzlar, inancı-kültürü yaymak açıklamak, yaymak ve savunmakla, takvimli ya da takvimsiz muhabbet etkinlikleriyle, inananlara rehberlik etmekle onlara consolamentum vererek, inananları ve dinleyicileri günahlarından arındırmakla yükümlüdürler. Bir bakıma sır (heretik) [8] olarak algılanan kathar inancın taşıyıcısıdırlar.
Öğretmen konumundaki kusursuz ete kemiğe bürünmüş olan istekleri, aynı zamanda şeytanın istekleri olarak algılandığından ister kadın olsun ister erkek olsun evlenemez, siyah ya da lacivert giyinirler hatta Oksitanca ’’lacilerini çekmek’’anlamına gelen bir deyim bırakmışlardı.
Et, yağ, yumurta, süt, tereyağı, peynir gibi hayvansal ürünleri ve gıdaları yemek yasaktı.
Eğer bir Kathar Kusursuzu et ya da hayvansal bir ürün tüketirse, bu yiyeceğin hazırlanması için hayvan öldürülmesi gerekeceğinden, ikinci yaşamı sürdüren ruhu bedensiz bırakmış olur, yani ikinci yaşamın katili olur. Yaşam süresince bir kopuşa neden olur.
Hangi aşamada bulunursa bulunsun her Kathar, öldürme eylemine karşıydı. Kitaplarında şu yazılıydı; ‘’YARGILAMAYIN, SİZ DE BİR GÜN YARGILANABİLİRSİNİZ’’özdeyişini yaşama taşıyarak, tarihin ilk şiddet karşıtı örgütüne mühürlerini basmayı başarmışlardı.
Kathar işçileri, köylüleri, esnafları, zanaatkarları, toplumu herşeyi yeniden üreten toplumdu. Yerel soylular, tüccarlar ve şövalyeler yeniden üreten toplumun kahramanlarıydı onlara Katolik Kilisenin yasak koyduğu mesleği olan ‘’DOKUMACILAR’’ adı veriliyordu. Kathar toplumu genellikle işçiler ve zanaatkarlardan oluşuyordu. Tüccar ya da soylular bu yeni inanca geçerken, o zamana kadar yaptıkları işleri emekçi toplumuna uymuyorsa, her şeyi bırakıp alın teriyle emeklerini kazanacak işler edinmek zorundaydı. Ölmeden önce kazançlarını Kathar kasasına bırakıyorlardı.
Kathar cemaati Hristiyan kadın, Hristiyan erkek olarak adlandırılmasının yanında kamil/kamile, dinleyici/ inanlar olarak ta sınıflandırılıyordu.
Kusursuz’lar Kilise yapısı ya da denetiminde ev adı verilen yurtlarda kalıyorlardı. Bu yurtlar devletsiz bir kültür Katharizm’in okullarıydı.
Kilise hiyerarşisinde ise, Psikopos’un altında iki vekil bulunuyordu. Filiusmaior (büyük oğul) ve Filius minör (küçük oğul).
Psikopos ölmesi, emekliye ayrılması ya da işi bırakması durumunda Filiusmaior Psikopos oluyor, Filiusminör ise Filiusmaior oluyordu. Doğal olarak bu kez yeni bir Filiusminör seçiliyordu.
Bu örgütlenme devletsiz bir kültür olan Kathar Hareketi’nin doğrudan demokrasiyi tüketerek ürettiği, devlet olmayan bir örgütlenme biçimiydi. Bu örgüt yapısı içinde Kusursuzlar’ın yönettiği organ çalışmalarıyla Katharlar kendilerini yönetecek, kendilerini yargılayacak hemen her tür kuralı, ilkeyi üretiyordu. Demek ki Kathar Kilisesi devlet olmayan bir yönetim biçimiydi.
Temsili demokrasinin değerlerine kilitlenmiş, günümüz insanların anlamakta zorlanacağı bir demokrasi uygulamasıydı bu. Yasaklı olmakla belirgin batini hareketlerde, dışarıdan bir otorite tarafından yönetilmeye hep başkaldırmıştır.
Çünkü yasaklı felseferde insan da evren de içerden yönetilir. Anadolu’nun yasaklı kültürü Kızılbaşlık’ta yani Alevilik-bektaşilik [9] inancında olduğu gibi.
Kadın-erkek kendilerine ‘’iyi insan’’ ya da ‘’kusursuz’’ adı verilen Kathar din görevlilerinin, elini eteğini dünya işlerinden çekip mutasavvıf düşüncelere dalan ya da gaipten haber almaya yatan ermişlerle ilgisi yoktu. Tam tersine Kathar Kilisesi toplumun yaşantısını yönlendiren ekonomik düzenin ’’komün’’ biçimi bir yönetimin kurucusu ve koruyucusuydu.
Kathar Kilisesi bir anlamda devletti. Ortak kasadan finanse ettiği işlikler yoluyla, toplumsal ve ekonomik yaşantıya bütün ağırlığıyla katılıyor, işsize iş, aça aş veriyordu. Kathar mezhebi bir kurumdu, ama Roma Kilisesi biçiminde değil, Roma Kilisesinin tam tersine, Kathar Kilisesi feodal yönetime katılmıyordu. Para getirecek han, hamam, tarla işletmeleri gayrimenkul spekülasyonları yoktu, emekçi kesim üzerinde hiçbir ya da iktidar amacı gütmüyordu. Vergi toplamıyor ve serfleri çalıştırmıyordu.
Katharlar da zengin, yoksul, efendi ve köle yoktu. Zaten kısa sürede bunca yandaş bulmasının sırrı da burada yatıyordu.
Başlangıçta gizli gizli örgütlenen Katharlar 1167 yılında Konstantinopolis ten gelen ‘nicetas’ adlı Bogomil Metropolitin yönettiği ve Touluse yakınlarındaki ‘’Saintfelix de Caraman’’ kasabasında toplanan din kurultayı ile birlikte dosta düşmana karşı açığa vuruldu.
Oksitan senyörleri, Kathar Kusursuzları ile Katolik papazların tartıştıkları açıkoturumlar düzenliyor, bu tartışmalardan Kathar öğretisi galip geliyor ve Kathar inancı oksitan topraklarında çığ gibi büyüyordu.
Artık kiliseler papazsız kalıyor, aileler çocuklarını vaftiz ettirmiyordı. Katharlar bazen terk edilen Katolik kiliselerine yerleşiyordu. İnancından dönmeyen tek tük Katolik din adamları ise toplumun tepkisinden korkarak dinsel etkinliklerinden vazgeçiyorlardı.
Devam edecek...
Dipnotlar ve açıklamalar
[2] Düalizm (ikicilik), Manıheizm ve Gnostiklerde de olan bu inanış biçimi, radikal ve ılımlı olmak üzere ikiye ayrılır.
Radikal düalistlere göre, İsa düşüşü esnasında diğer melekler gibi aşağı bir konuma düşmemiştir. Günahkâr değil, bilakis ve bizatihi bir "melektir." İsa onlara göre sadece bir Peygamber ve ruhları uyaran bir üstattır. Ancak kurtarıcı olup olmama konusu tartışmalıdır.
Ilımlı Dualistler İsa’nın enkarnasyonuna tamamen karşıdırlar.
Ilımlı Düalistler, İsa’nın görünüşünün insan formunda olduğunu söylerler. Onlara göre Tanrı aynı zamanda maddenin yaratıcısıdır. İsa’nın enkarnasyonuna karşı değillerdir. Onlara göre İsa Meryem’de insanlaşmıştır. Tekrar diriliş bu sebeple gerçek olarak algılanmıştır.
Ilımlı Düalistler’e göre İsa: İkili bir tabiata sahiptir. Düşüşü esnasında bir tabiatını bırakır. Melek tarafı ile iner. Yeryüzüne ait bir ebeveynden doğmuş bir insandır.
Radikal Dülialistler İsa’nın sadece "corpusphantasticum" /fantastik beden olduğunu söylerler. Katoliklere göre ise İsa "angelusincarnatus" yani, enkarne olmuş melektir. Bu hem gökyüzünü hem de yeryüzünü birleştirilmesi anlamına gelir. Dolayısıyla bu görüş gökyüzüne ait bir ruh ve ölümlü bir beden oluşu yönüyle Düalizm anlayışına zıttır.
[3] Endura; Yüksek ateşli hastalıklar esnasında, engizisyoncuların eline düşme ihtimali bulunduğunda uygulanabilir. Kişi birkaç gün sonra öleceğini bildiği için cehenneme gitmek yerine daha erken ölerek kurtuluşa ermeyi hedeflemiştir.
[4] Melioramentum; Köken itibariyle Oksitanca’da "gelişme, ilerleme" anlamlarına gelir, inananın kendisinde Kutsal Ruhun ikamet ettiği "kâmil" tarafından kabul edilme, tanınma seromonisidir.
[5] Apareilementum; Kelime anlamı olarak Oksitanca/Provençal dilinde "ibadet, hizmet" anlamına gelmektedir.Toplu ve kutsal bir günah çıkarmayı içeren ve ayda bir uygulanan bu ibadetin, Hıristiyan Kilisesi’nin en erken günah çıkarma şekli olduğu iddia edilmektedir. Af topluca verilir ve ceza olarak da duadan rükuya, hatta oruca kadar çeşitli uygulamalar istenebilir
[6] Convenenza; Kişinin ölüm döşeğinde consolamentum tecrübesini geçirmesi ölümün ani olmamasına bağlıydı. (Aynı sorun son haklar ve son yağlama efikasitisine inanan günümüz Katoliklerinde de vardır.)
[7] Consolomentum bir ruh vaftizi idi, Yeni Ahitte tarif edildiği üzere Yahudi uygulaması olan su ile vaftiz ilga edilmiş, ateşle vaftiz uygulanmıştı. (bugün Hıristiyanlar bunu pentagost şeklinde adlandırmaktadır) Consomentumu sadece kâmiller yönetebilirdi. Bu aynı zamanda onlara göre daha önceki kâmile bağlanan ve ucu Havarilere oradan İsa’ya kadar giden bir silsilenin parçası olmak anlamına geliyordu. Kathar teolojisinin en önemi ritüeli olan Consolomentum normal bir kişinin Kâmilliğe geçişi uygulaması idi
[8] Heretiklik kelimesi İngilizcede "heresy" Fransızcada "hérésie" kelimelerinin bir karşılığı olup köken itibari ile "seçme, seçim, düşünce sistemi, ekol" gibi anlamlara gelen Yunanca hairesis kelimesinden gelmektedir. Genelde olumsuz anlamada kullanılan Heretik kelimesinin zıttı sahih itikad manasına gelen Ortodoks (Orhtos’ doğru-sahih, ‘doxa’ ise inanç anlamındadır) Katolik anlayışına göre bir kimsenin kilise nezdinde heretik sayılabilmesi için öncelikle kişinin vaftiz olmuş olması gerekmektedir. Dolayısıyla vaftiz olmamış kişiye "heretik" denilmez. Ayrıca vahye karşı bir şüphe, itiraz ve itizal söz konusu olmalıdır. Son olarak bu itiraz ve itizalin idamesi durumunda bahsi geçen kişi ve zümreye "heretik" denilir. Dolayısıyla "Heretiklik" Katolik kilisesinin temel inanç prensiplerine ve bir anlamda resmî ve dînî otoritesine karşı çıkma anlamını taşır. Heretik aykırı kanaat ve davranışı benimseyen kimse iken, bu fikirleri yayan ve provoke eden şahsa da "heresiark"denilmektedir.
Heresi kelimesinin İslam geleneğindeki karşılığı"vaftiz şartı" aranmasına bakılırsa dine dâhil olunması bakımından "rafizi" olarak değerlendirebilinecek iken vahye itirazı açısından "mürted" yahut "zındık" olarak değerlendirilebilir. Ancak mürtedin tamamen dinin dışında olacağı göz önünde bulundurulduğunda mevcut gelenekten kopma anlamında "mutezil" ve "rafizî"kelimelerinin daha yakın olduğu düşünülebilir.
[9] Alevilik-Bektaşilik’te Cem adı verilen üç etkinliğin ilk bölümü yasa yapıcı bölümdür. Bu bölümde yazısız ama yaptırımı olan kurallar ilkeler üretiliyordu. Daha önce saptanmış ancak yaşamla çelişmeye başlamış kurallar iptal ediliyor ya da iyileştriliyordu. Cemin ikinci bölümü adli idi, birinci bölümde saptanan ilkeler-kurallara uymayanlar yargılanıyor ve işledikleri suçlara denk gelen cezalar veriliyordu. Cemin üçüncü bölümü ise kutsama temelliydi . Cem yalnızca dinsel bir nitelikte bir toplantı, tören değildir. Aynı zamanda hem ruhen yenilenme, yıkanma hem de toplumsal ve bireysel sorgulanma yeridir.
Şeriatı kabul etmeyen Aleviler-Bektaşiler için Cemler, özellikle Osmanlı döneminde halk mahkemeleri gibi çalıştı. Aleviler –bektaşiler hiçbir zaman Osmanlı devletinin mahkemelerine gitmedi bu yola başvuran bir Alevi-Bektaşi düşkün sayıldı, toplumdan dışlandı.
Alevilik bektaşlik inancına göre, dünya işleri dünya da çözümlenir. Kişi Tanrıya olan borcunu ödeyemeden ölse bile, bu yalnızca onun sorunudur. Dünya işleri kapsamında kul borcunu ödemek bir Alevi-Bektaşi için temel koşuldur. Bu koşulu yerine getirmeyen yargılanıp düşkün ilan edilr ve toplumdan dışlanır. Bu nedenle kul borcu olan suçlular asla Cem’e alınmaz. Bu yargılama sistemi, Alevilik Bektaşilik inancını diğer inanç sistemlerinden ayıran önemli bir özelliktir
Düşkünlük suçun durumuna göre belli bir süre sonra kaldırılabilir. Burada temel ölçüt kişinin düzelmiş olması ve halkın da bu kişiyi düzelmiş kabul etmesidir. Dede bu konuda sadece hakemdir. Bir dedenin düşkün ettiği kişinin düşkünlüğünü kendisi ya da kendisi yoksa ocaktan başka bir dede kaldırabilir. Düşkün edilmesine karar verilen bir kimse olunca mürşit, bir düşkün meydanı açar ve cezayı verir. Düşkün kaldırılmasına karar verilirse, yapılan bir törenle suçluluk sona erer ve kişi topluma katılır
Cezalar ve ödenecek tazminatlar
Hırsızlık: Çalmanın iki katı ödenir ve üç ay düşkün sayılır
Öldürme: Ancak üç yıl sonra mürüvvet meydanı açmak hakkına sahip olabilr, ocağın belirleyeceği kan bedelini öder.
Yalan söyleme: Yüz bir gün düşkün kalır, mürüvvet meydanı giderini öder, çift kurban tığlatır
Zina etmek: Bir yıl üç gün düşkün sayılır, dönüşünde davacının rızasını almak zorundadır, almaması durumunda evlenir
Sırları açıklama: Dört baş okuttuktan sonra ancak meydana alınır.
Bu yazı aynı zamanda Adil Medya'da da yayınlanmıştır.