Kemal Türkler

Kemal Türkler
Hayatını işçi sınıfının hak ve özgürlük mücadelesine adamış işçi önderi Kemal Türkler’i 22 Temmuz 1980’de faşist katillerce pusu kurularak katledilişinin 40. yılında bir kez daha anıyoruz.

Halit ERDEM*


22 Temmuz 1980 sabahı Kemal Türkler, evinin önünde, çapraz ateşle vurularak öldürüldü. 12 Eylül 1980 darbesine iki ay kala işlenen bu cinayet, işçi sınıfının bu saygın liderinin haince ortadan kaldırılmasının emrini verenler, onun katillerini de, azmettiricilerini de korudular; tetikçiler devlet işletmelerini kiralayarak yıllarca gizlendi. Bu cinayetin bütün yönleriyle ortaya çıkarılması, Türkiye’nin aydınlık geleceği mücadelesinden ayrı değildir.  İşçiler, mücadele arkadaşları onu ve sendikal mücadeleye bıraktığı mirası yeni kuşaklara taşıyarak yaşatacaktır. 

Ben Kemal Türkler’i şahsen 1975 yılında, genç bir metal işçisi olarak, 26 yıldır genel başkanı olduğu T.Maden-İş sendikasının Pendik Bölge Temsilciliğine seçildiğim gün tanıdım. 1977’den sonra Maden-İş sendikası Yürütme Kurulu’nda birlikte çalışma onurunu yaşadım. Kuşkusuz Kemal Türkler’i benden iyi tanıyan arkadaşları var ve onlar daha güzel şeyler söyleyebilirler. Ancak ben bu yazımda, Kemal Türkler’i anacak ve bugünkü mücadeleye de ışık tutacak birkaç konuya değineceğim.

Bir anı

22 Temmuz 1980 günü, elim haberi duyup sendikaya gelen, Kemal Türkler’in çalıştığı Emayetaş fabrikasından ustası Sadık Çalışkan, beni görür görmez, kederli ve ama öfkeli bir tavırla "Kemal’i koruyamadınız" demişti. Ne dediğini o anda tam anlayamamış ama içimde acımı derinleştiren bir iz kaldığını fark etmiştim. O günleri yaşayanlar hatırlar; solcular konuşmalarında, yazılarında öncelikle bir faşizm tahlili yapıyor ve faşizm tehlikesinden söz ediyordu. Faşizmi kitaplardan okuduklarımızla hayal edebiliyorduk. Oysa Türkiye faşizmi yaşamamıştı. Bu nedenle de üzerine çok konuşup, çok sözü edilmesine rağmen o gün nasıl bir aymazlık içinde olduğumuzu göremedik. Kemal Türkler’i gerçekten koruyamadık. Grevlerimizi, haklarımızı, sendikalarımızı koruyamadık. İki ay sonra gelen 12 Eylül faşizmi bunu bize tarif edilmez acılarla yaşattı. Sonuçlar biliniyor. Cuntacılara karşı 30 yıl sonra açılan davaya kaçımız sahip çıktı. 12 Eylül faşizmi ile yüzleşilmedi, insanlık suçu işleyenler, işkenceciler yargılanmadı. Bu günün temelleri 12 Eylülle atıldı. 

Uzun soluklu mücadele

Kemal Türkler’in önderliği ile özdeşleşen mücadele azmi, sınıf önsezisi ve kararlılık 50’li yıllarda başlar. 1954 yılında, iktidarın güdümünde ki sendikalar işçilerden "grev istemiyoruz" diye imza toplayıp dilekçelerle hükümete bağlılıklarını bildirirken, İstanbul sendikaları bu ortamda "grev hakkı" konulu bir toplantı düzenler. Kemal Türkler’in konuşmasının ana vurgusu "grev işçi sınıfının hakkıdır", "işçi sınıfı" sözünün sendikalarda henüz kullanılmadığı dönemlerdi. Grev hakkı 1963’te alındı. Mücadele o günden sonra daha 9 yıl sürdü. 

Direniş yılları

60’lı yıllarda Derby ile başlayan, Demir Döküm, Sınger, Berec, Gıslaved, ECA ile süren direnişler; kanunların koyduğu sınırlamalara karşı işçi sınıfının isyanlarıdır. İşçi sınıfı özgüvenini ve kişiliğini bu direnişlerle, devletin, sermayenin, patron sendikalarının baskılarına karşı isyanlarla, bu direnişle kazanmıştır. Bundan sonra ki kilometre taşlarını biliyoruz; 1961 Saraçhane mitinginin ana gündemi; grev hakkı, işsizlik ve yoksulluğa karşı mücadele idi. 1963 Kavel direnişi; Türk-İş’in, Kavel patronlarının, Polisin saldırıları ile kanunsuz grev diye kırmaya çalıştığı direniş, Kemal Türkler’in kararlı duruşuyla kazanıldı. Türkiye’de grev hakkı aynı yıl, 1963’te yasallık kazandı. 

Dönüm noktası

Bu sürecin kilit taşı 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişidir. İşçiler şunu kavradı; eğer bu kanun uygulanırsa; yeni yeni kurtulmaya başladığı bunca yoksulluğun, ağır çalışma şartlarının üstüne patron boyunduruğu tekrar vurulacaktı. İşçilerin birliğini sağlayan ikinci unsur demokrasiydi; Adalet Partisi’ne, Cumhuriyet Halk Partisi’ne, Türkiye İşçi Partisi’ne oy veren, destekleyen işçiler kendi tuttukları partilerin değil kendi hakları ve bunu savunan örgütlerinin kararlarını dikkate aldılar. Tartışmalara herkes katıldı. Herkes sözünü söyledi. Gerçek bir demokratik süreç yaşandı; işçilere talimat verilmedi, eylem biçimleri üzerine karar alınmadı, tabanın gücü harekete geçti. İşçiler, bedel ödemeyi göze aldılar. Ve kazandılar. 

1970 direnişi ile DİSK işçilerin güvenini kazandı. Önemli ücret artışları ve sosyal haklar alındı. 1974 yılı başka bir dönüm noktası oldu. Sol hareket işçiler arasında güçlendi. Genç, sosyalist işçi kuşağı yetişti, fabrikalarda, sendikalarda görev aldı. İşçi hareketi İstanbul, Kocaeli, Bursa, İzmir, Adana gibi sanayi kentlerinden Anadolu’ya taştı. Ceylanpınar’dan Murgul’a, İskenderun’dan Mersin’den Trakya’ya, Samsun’dan Seydişehir’e sıçradı. 

1 Mayıs’lar özgürleşti

13 Şubat 1976’da İstanbul Kapalı Spor salonunda binlerce işçinin katılımıyla kutlanan DİSK’in 9. Kuruluş toplantısındaki coşku 1 Mayıs 1976’nın esinleyicisi oldu. Kemal Türkler 1 Mayıs’ların alanlarda kutlanmasını önerdi. Sonuçları biliniyor. Kemal Türkler’in liderliği, öngörüsü, kararlı duruşu, yetenek ve çalışkanlığı Türkiye sendikal hareketine teorik ve eylemsel pek çok deneyim kazandırdı. Onun liderliği; uzun ve zengin birikimlerle dolu işçi sınıfının tarihinde ki rolüne dayalıdır. 

Kemal Türker’i anlamak buralardan başlıyor. Yakın tarihimiz bunun sayısız örnekleriyle doludur. Mücadeleci sendikacılığın devrimci karakter taşımasının en önemli iki ayağından biri; kanun sınırları içinde kalmayacak bir örgütlülük, ikincisi de demokrasidir. İşin sırrı, sendika üyeliği ile yetinmeden örgütlenmeye; kadim geleneklerimize bağlı kalarak mücadeleye devam etmektir. 

Türkiye işçi sınıfı Kemal Türkler’in yolundan yürümeye devam edecektir.

* Birleşik Metal-İş Sendikası eski Genel Sekreterl (1992 ) / Halkların Demokratik Partisi PM-Yedek üyesi

Öne Çıkanlar