Kentten bakmak: Bu suça ortak olacak mıyız?

Kentten bakmak: Bu suça ortak olacak mıyız?
Toplumsalın olmadığı mekana kent denemez; olsa olsa binalar topluluğu olabilir. İktidarla suçta ortak, el birliğiyle kent/leri ve kendini yok etmeye duran bir toplumdan söz etmekteyiz.

Cihan UZUNÇARŞILI BAYSAL*


‘‘…pek çok başka insanla paylaşılan ve yalnızca caiz ve tehlikesiz değil, üstelik teşvik edilen bir cinayet, insanların büyük bir çoğunluğu için karşı konulmaz niteliktedir."
Elias Canetti (Kitle ve İktidar)


Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ekim 2017’de katıldığı Uluslararası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi’nde İstanbul’u övdükten sonra  ‘‘…biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum", diyerek herkesi şaşırtmıştı. Yakınlarda AKSaray’da gerçekleştirilen Yerel Yönetimler Sempozyumu’ndaki konuşmasıyla şaşırtmaya devam etti. Fark, bu sefer failin kapitalizm olmasıydı: "...Denizlerimizin kenarlarında, orman alanlarında buraları betona çevirme gayreti içinde olanlar var. Bu kapitalizm nelere muktedir. Orman falan kesiyor götürüyor. Dikey mimari yapayım, malı götüreyim.’’ Kapitalizmi soyut bir varlık gibi tanımlayarak tüm suçların sorumlusu sayan bu söylem, neoliberal kapitalizm doğrultusunda kentleri markalaştırarak/metalaştırarak birikimini kentsel rant üzerinden döndüren bir iktidarın, doğa/çevre/mahalle kıyımlarını, dozer yasalarını, kamu denetimini ve düzenlemelerini ortadan kaldıran uygulamalarını, doğa, tarih, kültür varlıklarıyla hafıza mekanlarını sermayeye peşkeşini, imar barışı adı altında kentleri ve doğayı talana açışını ve diğer failliklerini gözlerden kaçırtmakta. Nitekim, Cumhurbaşkanı’nın dalga geçtiği, yerel seçimlere yönelik siyaset yaptığı vb. çeşitli yorumlar, basında ve sosyal medyada oldukça geniş yer tuttu. Öte yandan, yorum ve itirazlar, iktidarla sınırlı kalıp salt siyaset alanına odaklandılar. 

Bu yazının meramı ise iğne çuvaldız misali siyaset alanını bir kenara bırakıp, toplumsal alanı mercek altına almak ve kentten bakmak. Erdoğan, ‘‘…biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz’’ derken farkında olarak ya da olmadan önemli bir gerçeğe parmak basmaktaydı. Cümlede geçen biz öznesi, her ne kadar kamuoyu tarafından mevcut iktidar ve Erdoğan olarak tercüme edilmiş olsa da gerçekte, sözlük anlamındaki gibi bizi, toplumu, işaret etmekte. Toplum hem kendi içindeki hem de iktidar ile kurduğu suç ortaklıkları vasıtasıyla kente karşı suçlar işlerken, suçun ve failliğin toplulaştırıldığı ve ortaklaştırıldığı bir durumla karşı karşıyayız.

Şöyle ki, İstanbul’u yönetmeye talip bir siyasi, birinci derecede doğal ve tarihi sit alanı Atatürk Orman Çiftliği’nin binlerce ağacına kıyarak konuşlanan AKSaray’ı ziyaretiyle meşrulaştırmış; ilçesini markalaştırmada AKP ilçe başkanıyla hemfikir olduğunu kamuoyuna beyan eden muhalif bir belediye başkanı ise ilçeyi dikey mimari cennetine çevirmiştir. Beykoz’da en az 5 bin ağacın katledileceği lüks projenin sahibi ana muhalefetin büyükşehir belediye meclis üyesi çıkmıştır. Kent kıyım eko kırım ya da zorla tahliyeler/yerinden etmeler projelerine açılan davaların bilirkişileri vicdanlarını askıya alıp bu projelere olur verebilirken, görevleri doğa, tarih ve kültür varlıklarını korumak olan koruma kurulları, tam aksine korumamayı seçmekte.

Üniversiteler talan ve yağma projelerine eleman devşirmekte; akademisyenler bu projelerden nemalanmakta. Kabataş Martı’dan, Galataport’a, Fatih’in 600 küsur senelik tersanelerinden Süleymaniye’ye boynuz çakan metro köprüsüne, Tarlabaşı’ndan  Narmanlı’ya, AKM’ye, Emek Sineması'na, mimarlar, doğayı, çevreyi yok eden, tarih ve kültür varlıklarına zarar veren, toplulukları yerlerinden eden projelere imzalarını atmakta. Ünlü sanatçılar talan projelerinin bariyerlerine eserlerini kondurmakta, Çakma Emek’te ya da ayrıcalıklı imar hakları üzerinden yükselen kentsel kamusal alan gaspı Zorlu’da ve bil cümlesinde sanatlarını icra etmekteler. Entelektüel camia da buralardaki etkinliklere çağrı yapmakta. Kent hakkı üzerine kitaplar basan kitabevleri buralardaki kitap fuarlarına katılırken, yazarlar da imza günlerine icabette. Ana akım medya üç maymunu oynamakta ya da tam aksine talandan gelen rantla gözleri açılan medya maymunları kent yağmasına alkış tutmaktalar. Kentsel kamusal alanların yok edildiği, dolayısıyla demokrasinin sesinin kısıldığı kentte, aynı zamanda birer ekokırım projesi olan Maltepe’de, Yenikapı’da, dolgular üzerindeki mış gibi kamusal alanlarda, emek ve demokrasi güçleri de mitingler düzenleyerek buraları meşrulaştırmaktalar… Kısaca, odak noktamızı siyasetin alanından çeşitli toplumsal kesimlere çevirdiğimizde oldukça geniş bir failler yelpazesiyle karşılaşmaktayız.

Yerel ile devam edersek, ortak dert, İstanbul’u katledecek kanal ya da kentin akciğerleri Kuzey Ormanları’nı tahrip eden 3. Köprü ve 3. Havalimanı projeleri değil, bunların sağlayacağı kentsel rant olmakta! Böylece, yukarıdan aşağıya örülen rantsal düzen ve kente ihanet, aşağıdan yukarıya kabul görerek yeniden ve yeniden üretilmekte. Riskli alan/ bina uygulamasından sonra şimdi de imar barışı, toplum ile iktidarı kentlerin ve kırsal alanların yağmasında suç ortaklığında buluşturmakta. Karadeniz’in yağmalanan yaylalarından Boğaziçi’ne imar barışı için on binler sırada.

Elias Canetti’den ilhamla, ortada teşvik edilen bir cinayet bulunmakta ve kentten baktığımızda iktidarın yanı sıra toplum da fail. Nitekim, Bağdat Caddesi, Nişantaşı, Kadıköy gibi orta-üst gelir gruplarının ikamet ettiği semtlerden, alt gelir grupları yerleşimi ve bugün dönüşümün en mağdur adreslerinden Fikirtepe’ye ve diğerlerine, daha çok kat-daha çok beton-daha çok rant uğruna insani ölçeklerdeki bahçeli konutlar gözden çıkartılıp yüksek katlılara yer açılmakta. 1’e 3 alma hayalleriyle riskli yapı ilan ettirilen binalardan onlarca yıllık kiracılar, komşular kapı önüne konulmakta. Dönüşüm mahallelerinde doğup orada saçlarını ağartan ve mahallelerinden kopmak istemeyen ana babalarla rant projelerinden gözleri dönen çocukları birbirlerine girmekte. 5-10 metrekare fazla uğruna komşunun komşuya düşman kesildiği, herkesin önüne konan metrekare hesabından başını kaldırıp kendisinin ve ailesinin nasıl bir kente mahkum olacağını düşünemediği, bireyciliğin, çıkarın ve rantın tüm insani değerleri silip süpürdüğü bir düzende, suç kolektifleşirken bir kolektif olarak aile, mahalle ve son kertede toplum yok edilmekte. Toplumsalın olmadığı mekana ise kent denemez; olsa olsa binalar topluluğu olabilir. İktidarla suçta ortak, el birliğiyle kent/leri ve kendini yok etmeye duran bir toplumdan söz etmekteyiz.

Palu Ailesi ülkesinde kapitalizmi, cinler misali elle tutulmaz, gözle görülmez ama her şeye muktedir bir varlıkmış gibi sunarak kente karşı işlenen suçların failliğini 10-harfliye yöneltmek kullanışlı bir siyasi taktik olabilir. Öte yandan, sadece iktidarın değil, sanatçısından bilim insanına, emekçisine, mahallenin muhtarından inşaat malzemeleri satan esnafına, arazisinin/ konutunun yükselen değerinin hesabını yapan mahalleliye, her kesimden, sınıftan insanın kapitalist kentleşmenin rantından nemalanmaya durduğu bir düzende, yaşadığımız kentin varlığını sürdürebilmesi ve gelecek nesillere kalabilmesi, neoliberal kapitalizm üzerinden kurulan suç ortaklıklarının sonlanıp sonlanmayacağında saklı. Zurnanın zırtı: Bu suça ortak olacak mıyız?

*İstanbul Kent Savunması Üyesi

Öne Çıkanlar