Komplo teorisi mi sınıfsal bakış mı?
Mehmet YEŞİLTEPE
Komplo teorilerine ilgi
Yazının başlığı "Kapitalizm dururken Bill Gates taşlamak" biçiminde de olabilirdi. Açık söylemek gerekirse daha önce yeterince değindiğime inanarak bir daha komplo teorilerine değinme ihtiyacı duymayacağımı sanmıştım. Ama itiraf etmeliyim ki bu alanı ve bu alana ilgiyi hafife almışım. Bu teorilerin/yaklaşımların, kaba saba olanları gibi inceltilmiş, daha inandırıcı olanları da oluyor ve bu doğal olarak tuzağa düşürme veya inandırıcılık oranını artırıyor.
Başlıktan da görüldüğü gibi konu Sara Cunial'ın İtalya Parlamentosu'ndaki konuşmasıdır. Veya o konuşmayla ilgili videonun gördüğü ilgidir; komplo teorileri, komplovari iddialar, bunlar karşısındaki yaygın duruştur. Bunun yanında bu yazıdaki bir diğer amaç, sınıfsal bakışın yani kişiyi değil sistemi gösteren, olgunun arka planına ve gerçek nedenlerine inen bakışın gerekliliğine ve önemine; bunun solda, solun birikiminde var olduğuna dikkat çekmektir.
Koronavirüs pandemisinin ilk günlerinden itibaren gündeme oturan olguların başında komplo teorileri geldi. Ve deyim yerindeyse Korona'dan daha fazla ilgi gördü. Tabii bu, komplo teorilerinin genel özelliğidir, insanların ilgisini normale oranla daha fazla çeker. Ancak mesele fantastik bir filmin izlenmesi olsaydı, bu masum ve sorunsuz olurdu. Ne var ki gelinen aşamada deyim yerindeyse kapitalizm duvara toslamış ve teşhir için hatta belki sonuç alıcı, değiştirici toplumsal hamleler için olağanüstü bir fırsat oluşmuşken, bunun komplo teorilerine kurban edilmesi veya kapitalizmi taşlamak varken şeytanlaştırılmış komplocu bir özne bulunup onun taşlanması, enerji ve ilginin oraya yönelmesi pek çok açıdan sorunludur, hedef daraltıcıdır ve mutlaka aşılmalıdır. Aşılmalı ki insanlık bu kez kapitalizmle daha boyutlu biçimde hesaplaşabilsin.
Kişisel mi sınıfsal mı?
İtalya'da "5 Yıldız" hareketinden seçilen ama "aşı karşıtlığındaki fanatikliği ve tartışmalı görüşleri" nedeniyle ihraç edilmiş olan Sara'nın parlamentodaki söz konusu konuşmasında değindiği meselelerin her biri, aşı dahil, tartışılabilir. Sorun tartışma değil, tartışmanın üzerine oturtulduğu argümanlardır. Bilinir ki çok doğru bir şey savunurken bile yanlış bir argüman kullandığınızda fikriniz, inandırıcılığınız, kanıtlarınız zayıflar.
Aslında yöntemsel bağlamda söylemek gerekirse sadece pandemi veya sadece Bill Gates'in kötülük potansiyeli değil, tartışılacak her konu, özellikle de sistemle ilintiliyse büyük resim içinde yani parça-bütün, birey-sistem ilişkisi kurularak yapılmalıdır. Tam da bu kapsamda Amazon'un patronu Jeff Bezos'la dünyanın en zengin insanı olma yarışındaki Bill Gates'i savunacak veya onun söz konusu iddialara denk kötülükler üretmeye uzak olduğunu söyleyecek değilim. Tersine, dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağının tekeller olduğunu, özelleştirmelerin bu kötülüğü daha da büyüttüğünü, neoliberal çağda "doğa-toplum-ekonomi" ilişkisinin sadece ters dönmediğini, doğa ve toplumun ekonominin ihtiyaçlarına göre yani azami kâr perspektifiyle adeta birer aparata/eşyaya çevrildiğini; insanların, duygusu-düşüncesi, ihtiyaçları olmayan veya sadece hizmet ve kâr için var olan birer araç olarak görüldüğünü düşünüyorum. Bu, Gates için de Bezos için de hatta Çin, Rusya vb. ülke tekelleri için de geçerlidir.
Faşizm tanımını anımsamak, hem anlaşılmayı artıracak hem de sınıfsal bağlamı tamamlayacaktır. Kısaca faşizm, tekellerin şiddetidir; tekellerin azami çıkarlarının gözetildiği devlet biçimidir. Örneğin bugün yeterince teşhir olmuş olan Bolsonaro'nun faşistliği, kişisel özellikleri buna uygun olsa da Brezilya tekellerinin ve ABD emperyalizminin ihtiyaçları/politikaları bağlamında değerlendirilmelidir. Yani Amazonlar'da bir ayda 28 kez yangın çıkartılması Bolsonaro'nun kişisel ihtiyacıyla değil tekellerin doymak bilmez kâr hesaplarıyla ilişkilendirilerek ele alınmalıdır.
Faşizmin sınıfsal tahlili ile ilintili olarak çok değerli tespitleri bulunan Bertolt Brecht, yıllar öncesinde "Fabrikalar, madenler ve toprak üzerindeki özel tekel her yerde barbarca koşullara yol açıyor" demişti. Bugün bu tehdit, daha da boyutlanarak gerçekleşiyor. Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de özellikle de Kemal Derviş aracılığıyla IMF'nin dayatması sonrasında AKP eliyle özelleştirilmeyen hiçbir şey kalmadı. Bu boyuttaki özelleştirme aynı oranda bir "barbarlaşma" yaratıyor. Dünyada "barbarlığa" dönüş var. Taylor'un insanı "öküz cinsinden hayvan" olarak tanımladığı sürece, kapitalizmin ilk ve en vahşi dönemlerine dönüş yaşanıyor. Bu barbarlık, bu vahşileşme, sermayenin fıtratında yani sınıfsal kimliğinde var. Neoliberalizmin öncelikli politikalarını, Reagan+Friedman sürecini anımsayalım. Bu, sömürgelerin yeniden tanımlanması, uluslararası iş bölümü çerçevesinde yeniden işlevlendirilmesidir; o ülkelerdeki stratejik önemdeki ürünlerin dahi bizzat ülke iktidarları eliyle tasfiyesinin veya mülkiyet devrinin yaşanmasıdır.
Daha iyi görebilmek, sınıfsal iz sürebilmek için bazen gerçekten eskiye gidip oradan bakmak gerekiyor. Fransa’dan bir örnekle devam edelim: 19. yüzyılda kapitalist ekonomik sistemin tasvirini başarılı bir şekilde yapan ve Marks'a "kapitalist sistemi anlama arayışımda Balzac’tan öğrendiklerim, bütün diğer tarihçi ve sosyal bilimcilerden öğrendiklerimden daha ağır çeker" dedirten Balzac’tan yaklaşık otuz yıl kadar sonra, 1868’de yazdığı "Sefiller" romanında, Victor Hugo, yüzlerce sayfayı Paris’in varoşlarının ürpertici yaşamına ayırmıştır. Bu eserinde Hugo, "Burası korkunç bir yerdir. Burası karanlıkların kuyusudur. Körlerin çukurudur burası. Cehennemin ta kendisidir" der. İşte bu çarpıcı tanım, bu korkunç tablo kapitalizmin sonucudur. Ve biz eğer bugün pandemi konuşacaksak, bu alandaki istismara, aşı konusundaki patent yarışına vb. değineceksek; kapitalizmi, kapitalizmin bugüne kadarki tekelleşme ve siyasal gericileşme yönündeki evrimini dikkate alarak konuşmalıyız.
Kapitalizmin kötülük üretme potansiyeli
Komplo teorisyenleri tarafından Çin'le işbirliği içinde pandemiyi çıkarmak ve aşıdan servetine servet katmak hesabı yapmakla suçlanan ABD'li teknoloji devini Roma milletvekili Sara Cunial "aşı suçlusu" ve "küreselci maşa" olarak niteledi. "Küreselcilik" için daha da ileri gidip bu teknoloji devinin maşayı tutanlardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Aşıya gelince, bildiğim kadarıyla Sara, aşıya tamamen karşı. Hatta İtalya'da uygulanan karantinayı da eleştiriyor ve "tecridin küreselci gündeme hizmet ettiğini" söylüyor.
Ben, gerek aşı meselesini gerekse ihtiyaca bağlı "karantinayı" tartışmayı bilim insanlarına, tıp alanındaki samimi uzmanlara bırakıyorum. Ama aşının patenti için tekellerin bir yarış içinde olduğunu ve acele ettikleri için kimi insanları kobay olarak kullandıklarını, bunun da kapitalizmin giderek çap büyüten insanlık karşıtı niteliğine kanıt olarak görülebileceğini söyleyebilirim. Örneğin 1954 yılında Jonas Salk çocuk felci aşısını bulduğunda patente karşı çıkmıştı. Bugün ise böyle bir ihtimal yok. Tersine bu konuda yarış var. Tabii ki 1950'li yıllardaki kapitalizm de insanlık dışıydı ama bugün gelinen aşamada bu niteliği daha da büyümüş, derinleşmiş ve çeşitlenmiştir.
Sara'nın aynı konuşmasında GDO'yu dahi Gates'le açıklama gayreti, niyet ne olursa olsun sistemi kişiselleştirmeye hatta hafife almaya varıyor. GDO'nun yeterince bilindiğini, tartışıldığını düşündüğüm için geçiyorum. 5G'nin zararlı olduğuna ise kesinlikle katılıyorum. Ancak bu konu da pandeminin kaynağı olarak gösterildiğinde, teknik ve bilimsel bağlamlarından koparılıp gerçekte neden ve nasıl zararlı olduğu tartışılamamış, gölgede kalmış oluyor. Özetle 5G, çok zararlı, buna karşı çıkılmalı; ama pandemiden bağımsız bir konu olarak, örneğin kullanılan elektromanyetik dalgaların verebileceği zarar vb. üzerinden tartışılmalıdır.
Dijital sisteme geçmek veya insanlara "çip takmak" için bu virüsün üretildiği veya pandeminin uydurulduğu iddiaları da gerçekte sistemi, sermayeyi ve bunların bugün algı oluşturma dahil çeşitli açılardan hangi imkanlara sahip olduklarını bilmeyen, görmeyen bir sığlığa, bilgi/kavrayış eksiğine tekabül ediyor.
Onlar elbette insanlara çip takmak da isterler ama bu zorlama yöntem yerine zaten çok daha inceltilmiş çok daha "sevimli çipleri" şimdiden takmış, bir toplumsal rıza eşliğinde hayatımızın bir parçası yapmış sayılmazlar mı? Gerçekten sistemin yeterince kontrol aracı yok mu?
Bugünün toplam imkanları içinde yaşam belli oranlarda dijitalleşmişken, bir "tık" daha ötesi için pandemiye ne gerek var; bunun bir ihtiyaç olduğunun kampanyası yapılarak, teşvikler yoluyla vb. amaca ulaşmak onlar için çok daha kolay olmaz mıydı? Aynı şey "çip takma" meselesi için de geçerli. Gerçekte bir kontrol toplumu istediklerini hatta insanların iç sesinin dahi kontrol edilmek isteneceğini düşünenlerdenim. Ancak bunun için de elimizdeki telefonların, bilgisayarların, yapay zekanın geldiği noktayı atlayıp "kola çip takmaktan" söz etmeyi çok zorlama bulduğumu itiraf etmeliyim. Sistemin kontrol için yeterince inceltilmiş ve daha az maliyetli, daha az tepki çekecek yöntemleri yok mu? Şu süreçte bile yeterince kontrol yok mu?
Bir diğer iddia da insanların öldürülmesi yoluyla nüfusun azaltılmak istendiğidir. Oscar Ödüllü Rus yönetmen Nikita Mikhalkov bile gezegenin nüfusunu azaltıp kontrol altına almak kumpasından söz etti. Hatta dünya nüfusunun 500 milyona kadar indirilebileceğini iddia edenler var. Halbuki tekeller insanları öldürmeyi, nüfusu azaltmayı değil üretim kapsitesini sınırlamayı, daha büyük kârlarla satış yapmayı ister. Bir an için sadece robotlardan ibaret bir üretim düşünelim, bu robotların ürettiğini kimler tüketecek? Bugünkü koşullarda bile tüketim kapasitesinin sınırlılığından şikayetçi olanlar, azalan nüfusa neyi ne kadar satabilecek? Üstelik bu tartışma çok eski; vaktinde özellikle Marksizm tarafından büyük oranda tüketilmiş durumda. Evet İngiltere'de açıkça ifade edildiği gibi yük olarak görülen emeklilerin ölmesi istenir. Ama genç nüfusun, sömürülecek nüfusun ölmesini istemezler.
Yaşama ve pandemiye soldan bakışta zayıflama
İşin en problemli/sakıncalı yanı şu ki söz konusu teoriler, kapitalizmin ve gündemin tartışılmasının önüne geçiyor. Halbuki en büyük bela, en büyük tehlike olan kapitalizm; özelleştirmelerle, kâr hırsıyla, sağlık sistemini çökertiyor, doğayı ve habitat alanlarını öldürüyor. Toplum-doğa uyumunu, ekolojik dengeyi yok ediyor. Trump'ın yaptığı gibi vahşi hayvan popülasyonlarının insanla temasında ortaya çıkabilecek virüslerin tespitini yapan kurumlaşma dahi yok ediliyor; ama biz salgına neden olarak bunu değil 5G'yi gösterdiğimizde veya kapitalizmi Gates'e indirdiğimizde gerçek müsebbiplerin gölgede kalmasına yardımcı olmuş oluyoruz.
Bugün Kapitalizmi tartışmak, yerden yere vurmak hatta bu şekilde devam edemez hale, insanlığa ve insanlık değerlerine bu denli kast edemez hale getirmek varken, bu fırsat birilerini şeytanlaştırıp onları taşlama alışkanlığına, komplo teorilerinin cazibesine takılarak kaçırılıyor.
Bilindiği gibi Japonya ve Güney Kore, komplo teorisyenlerinin pandemi ile suçladığı Çin'le iç içe sayılır, hatta Gates'le de iç içe (Microsoft, üretim ve arge olarak da orada). Ama Korona'yı kontrol altına almayı başardılar. Salt bu veri bile söz konusu tartışmaların dayanaklarını boşa çıkartıyor.
Gerçek şu ki kapitalizm duvara tosladı. Bunca imkanlara, gelişmişliğe rağmen insanların sağlığını koruyacak imkanlar yaratmadı, her şeyi metalaştırdı ve bugün artık "en iyi insan ölü insandır" noktasına gelmiş durumda. Burjuvazi çuvalladı, devletler çuvalladı; bu nedenle de asıl onlar arayış içinde olmalıdır. Buna rağmen solun sanki çaresizmiş, sanki araç ve yöntemleri yetersizmiş gibi davranması; bugüne kadarki birikime, ödenen bedellere, geliştirilen araç ve yöntemlere haksızlıktır.
Asıl çuvallayanlar, dikkati başka yere yöneltmek için bu tür şeyler ortaya atar; sistem konuşulmasın, müsebbipler konuşulmasın, sağlık alanındaki özelleştirmeler vb. konuşulmasın diye. Bunlar sorgulanacakken, kapitalizm tarihinin en büyük teşhirini yaşayacakken, bu darlaştırıcı ve hatta "saçma" konuların soldan da rağbet görmesi gerçekten üzücü. Kapitalizme ve devletine karşı insanlığın elindeki bugünkü kozlar çok büyük. Gerçekte doğru değerlendirilebilirse sermaye "sosyalleşir insafa gelir" demiyorum ama halklar adına çok büyük sonuçlar doğabilir, çok şey değişebilir.
Kısacası solun önünde/dağarcığında bu alanda devasa bir birikim/materyal varken, bugünkü tıkanma ve yerinde sayma, komplo teorilerine bunca rağbet gösterme gerçekten düşündürücü. Sol olarak, bugüne dek kapitalizmi teşhir etmiş, karşı durmuş, alternatif geliştirmiş kesimler olarak biz neden savunma halinde olalım, neden akla ziyan teorilerin veya ileride kimi noktaları doğrulanabilecek dahi olsa bugün için sistemle mücadelede hiçbir yararı olmayacak iddiaların taşıyıcısı olalım? Bugün yaşananlar ne yazık ki solun bir kesiminin de olsa, sorunların kaynağını ve çözüm yollarını doğru yerde arama, kendi birikimini doğru kullanma, sahip olduğunun bilincinde olma kültüründen uzaklaşma haline işarettir.