Korona Çağı…
Emin SARI
Bir devri kapatıp yeni bir devri açan tarihi olaylar vardır; saymaya pek gerek yok ama şunu belirtmek gerekir ki tüm dünyanın gündemine oturan Covid 19’un böylesi bir potansiyeli var ve umarım böyle olur. İnsanlık teknoloji olarak en parlak dönemini yaşıyor ama sosyal adalet, eşitlik, güvenlik, temel haklar velhasıl insan ve doğa odaklı tüm kriterlerde şimdi en kötü durumda… Gücü elinde bulunduranlar korkunç bir özgüven ve müsriflik içindeler, doymak bilmeyen bir açlıkla her yere saldırıyorlar, sanki bu dünyada yaşayacak son nesil kendileriymiş gibi korkunç bir büyüme hırsı, hızlı yaşama tutkusu ile yanıp tutuşuyorlar. Birileri bunlara dur demeliydi sanki ; "Bu dünyanın kaynakları sonsuz değil, gücünüzün sınırları sonsuz değil" diye.
Şimdi diyeceksiniz ki "Sende mi ilahi adaletçi oldun? Elbette ki hayır! Üstelik her doğal felaketin, salgının, krizin ardından kendilerine müthiş bir vaaz konusu bulan bu kesime çok şaşırıyor, kızıyorum.
Bu kesim ideolojilerini yaymak, insanlar üzerindeki etkilerini pekiştirmek için insanların doğaüstü güçlere inanmaya başladıkları günden bu yana gerçekleşen tüm doğal olayları kullanıyor. Tevrat’ta ve Kuran’da geçen Lut Kavminin yaşadıkları ve Tarihi Roma kenti Pompei’de yaşananlar hep kullanılagelmiş temel argümanların başında gelir. Elbette ki bu iki olay da birer doğal felaketti ve doğanın kendi işleyişinin bir sonucuydu. Pompei kentinin eteklerine kurulduğu Vezüv Yanardağı yüzlerce benzeri gibi patlamış, şehri zehirli gazlar ve külle yok etmişti. Bu kesime göre bu şehirde yaşayanlar günahkârdı ve bu patlama tanrının bir bu şehre gazabıydı. Ama o dönemler incelendiğinde benzer yaşam alışkanlıklarının hem hemen tüm Roma şehirlerinde hatta diğer bazı kıtalarda da yaşandığını görürüz. Neden Pompei? Diye soracak olursak mutlaka bir gerekçe bulurlar. Zira bu kesimin manevra alanı çok geniştir; şimdi yaşadığımız Korona vakası ile ilgili sosyal medyada dönen bir paylaşım bu hareket serbestisini çok iyi açıklıyor;
Eğer salgın sadece Çin’le kısıtlı kalsaydı söylem şöyle olacaktı ; "Çinliler Arakan Müslümanlarına zulüm ettiği için cezalandırıldı." Eğer salgın sadece Çin ve gayrı Müslüman ülkelerde yaşansaydı o zaman da "Allah gavurları cezalandırdı" olacaktı, ama virüs tüm dünyaya bulaştı bu durumda da söylem şöyle oldu; "bu bir imtihandır!"
Bu durum sadece Müslüman muhafazakârla alakalı değil! Hemen hemen her inançtan insanların benzer tezleri vardır.
İsrail parlamentosunda ki bir milletvekili de bu son Krona salgınının "eşcinseller" için bir ceza olduğunu iddia etti ama işin tuhafı kendi ve eşi de hastalığa yakalandı…
Bu tür büyük kaos ve felaketlerden sonra ortaya çıkan iki kesim daha da var aslında; Komplocular ve Doğacılar
Komplocular -özelikle muhafazakâr kesimlere yakın olanlar- deprem gibi büyük felaketleri bile bir şekilde ABD, İsrail ve onlara yakın gizli örgütlere bağlamak için akıllara zarar tezler öne sürerler. Tabi buna karşın işi Cin’e Rusya’ya, Vatikan’a ve onların güdümündeki gizli örgütlerle ilişkilendirme için gayet ilginç ve kafa karıştıran tezlerde kendine ciddi destek bulur, Korona salgını için de benzer iddialar çok konuşuldu, konuşuluyor.
Doğacılar ise (ki bende içindeyim) başımıza gelen her felaketin altında insanların (daha doğrusu küresel sermayenin, iktidarların) doğal dengeyi bozan faaliyetlerine bağlarlar. Gerçekten de bugün yaşadığımız birçok felaketin altında bu faaliyetler yatar; iklim değişikliği, çevre-hava kirliliği ve belki de yer altında yapılan nükleer denemeler depremleri ve yanardağların faaliyetlerini bile tetikliyor olabilir.
Ama bütün bunlara rağmen bugün insanlığın başına bela olan korona virüsünü doğaya verdiğimiz tahribatın bir sonucu değil. Bu daha çok "yaşamın doğal akışı"dır. Zira dünyada canlı olarak sadece biz insanlar, hayvanlar ve bitkiler yaşamıyoruz (hatta bilim adamları biz insanları da hayvanlar sınıfında değerlendirir ve canlıları dört guruba ayırır; hayvanlar, bitkiler, mantarlar, mikroorganizmalar) bizim dışımızda virüsleri de içinde bulunduran mikroorganizmalar evrenin akışında, işleyişinde önemli yer tutar. Bu mikroorganizmalar bizim hayvanlar ve bitkiler üzerine kurduğumuz hegemonyaya karşı direniyorlar ve varlıklarını devam etmek için sürekli bir değişim (mutasyon) içindeler. İnsanlık tarihi bu tür salgınlarla doludur; veba, cüzzam vb. İnsanlar bu salgınlar karşısında büyük bedeller vererek ama hep bilim sayesinde kazanabilmiştir. Ama özellikle Ortaçağdaki salgınlarda insanlar bilim insanlarını sapkınlıkla suçlayıp kiliselere, tapınaklara doluşmuş dualarla, yakarışla çare aramışlardır ama sonuçta çareyi sapkınlıkla suçlanan bilim adamları bulmuştur çünkü bu ceza değildi, olamazdı yaşamın doğal akışıydı…
İnsanlığın yeryüzüne bıraktığı mimari eserlere bakarsak istisnasız tüm kültürlerden geriye kalanlar hep mabetler, tapınaklardır. Göbeklitepe’de bulunan 12.000 yıllık yapı dönemin insanlarının belirli dönemlerde gelip tanrılarına tapındıkları bir tapınaktı. O dönemler için insanların yüksek ihtimalle kendi yaşadıkları sistemli evleri veya köyleri yoktu ama büyük emekle kendilerine bir tapınak yapmışlardı. Benzer şekilde Sümerlerdeki Zigguratlardan Mısır’daki piramitlere ve daha yakın tarihlerden günümüze ulaşan görkemli yapıların hepsi ölümden sonrasına endeksli dini yapılardır. Aklımızı zorlasak bile böyle bir Hastane veya sağlıkla ilgili bir yapı ismi aklımıza gelmez. Bu durum günümüzde de birçok ülke için geçerli, hala büyük bir şevkle müthiş büyük ibadethaneler yapıyoruz. Ama çok ilginçtir, korona virüsü ortaya çıktığından bu yana ayrımsız tüm inanışların ibadethaneleri kapalı ve yine ayrımsız her ülke alelacele hastaneler yapmaya girişiyor ve yapıyorlar da. Eğer ilahi mesajcılar-adaletçiler illa ilahi mesaj arayacaklarsa, bence o mesajı buradan çıkarabilirler.
Tabi ki alınması gereken mesajın illaki ilahi bir güçten ya da doğadan gelmesi-geldiğinin iddia edilmesi gerekmez. İnsanlığın tüm birikimi, tüm medeniyeti aslında tecrübelerden ibarettir. Her şeyi ama her şeyi (ateşi, tekerleği, hangi bitkinin yenilip yenilemeyeceğini; suyun kaldırma kuvvetini, elektriği vb.) deneyerek, tecrübe ederek ve yaşananlardan deneyimler elde ederek öğrendik.
Şimdi yeni bir eşikteyiz!
Yaşamı çok hızlı yaşıyorduk, nüfusumuz korkunç sayılabilecek bir hızla sürekli çoğalıyor, ekonomik dengelerimiz durmayı, dinlenmeyi hiç sevmiyor. Fabrikalardaki üretim bir dakika dursa, petrol varilleri bir dakika dolmasa, uçaklar havalanmasa, gemiler yüzmezse hele enerji akışı bir dakika dursa dengelerimiz alt üst oluyor, kıyamet kopacak gibi oluyor. Nedense hepimizin çok acelesi var. Hepimiz bir yerlere yetişmek zorundayız. Evler, arabalar, uçaklar, yatlar; eğer imkân olursa bir ada, bir köy almak istiyoruz. İhtiyaçlarımızın sonu gelmiyor nedense?
Ve bizi yönetme iddiasında olanlar! Onlar ise insanın doymak bilmez iştahını en tavanda yaşıyorlar. İdeolojilerini yaymak, politik hedeflerini gerçekleştirmek için durmadan daha büyük hedefleri önlerine koyuyorlar. Herkes bir bahane bulup "ulusal çıkarlar"ı için bir yerlere saldırıyor, yer altı-yer üstü kaynaklarını "üretim" bahanesiyle sömürüye açıyor; sürekli daha büyüğünü yapmayı, daha çok büyümeyi istiyorlar. İyi de Nereye Kadar?
İşte bu kötü(!) virüs tüm bunları altüst etti.
Durduğu anda "kaos" olacak dediğimiz hayatımızın rotatiflerine takoz koydu. Hızlı trenlerimiz, metrolar, tramvaylar, uçaklar durdu. Üretim durdu. Tatil planları iptal oldu. İş anlaşmaları, sözleşmeler, teslimatlar iptal oldu…
Bir gün bir yerlere gitmezsek, yeni bir şey almazsak sıkıldığımız; çarşılara, şehirlere, ülkelere hatta dünyaya sığdıramadığımız yaşamımızı evlere sığdırmak zorunda kaldık.
İnanamayacaksınız ama kıyamet kopmadı…
Meğer böyle de yaşayabiliyormuşuz!
Belki de hem bizim hem de dünyamızın bu zorunlu tatile ihtiyacı vardı. Belki de bizden daha çok dünyamızın... Elbette çokta uzun olmayan bir sürede bu hastalıktan kurtulacağız. Bir aşı geliştiririz ya da virüs mutosyon geçirir ve bizi öldürmeden içimizde kalmayı başarır. Kayıplarımız da olacak elbet; en başta bazılarımız yaşamını yitirecek, yakınları ölecek; işini kaybedenler olacak, iflaslar olacak, travmalar, duygusal kopuşlar sosyal ekonomik krizler olacak..
Öte yandan her gün gökyüzünde uçan binlerce uçak bu süre içinde dünyamızı kirletmemiş olacaklar. Nede olsa onlar gökte uçarken kuşlar gibi kanatlarını ve sıcak hava akımlarını kullanmıyorlar. Her uçuşta binlerce litre yakıt kullanıyorlar. Her gün trafiğe çıkan araç sayısı neredeyse üçte bir oranında azaldığı için havayı ve çevreyi daha az kirletiyorlar. Denizlerin üzerinde süzülen binlerce deniz taşıtı da benzer şekilde daha az işledikleri için daha az kirletiyor ve daha az tüketiyor. Her gün dışarı çıkıp aklınıza gelen bin türlü şeyi tüketen yaklaşık 3 milyar insan evde olduğu için daha az tüketiyor. Birçok lüks tüketim alışkanlığımızdan ödün vermek zorunda kaldık. Daha az tüketiyoruz daha mütevazı yaşıyoruz.
Bu süre içinde hem dünyamız daha az kirleniyor hem de birçok hayati yeraltı-yerüstü kaynağımızdan tasarruf etmiş oluyoruz. Şimdi elbette herkesin yoğunlaşması salgınla mücadelede, ama bu salgın hafiflediğinde bilim insanları ölçümler ve istatistikler yapmaya başlayacaklar ve o zaman çevresel anlamda birçok olumlu sonuç akmaya başlayacak; çevre kirliliği, ozan tabakası, su kaynakları ve iklim değişimi konusunda…
Ve belki de (hiç umudum yok ama) iktidarlar, devletler ve biz insanlar daha mütevazı yaşamanın ve daha az tüketmenin tadını alacaklar. Yediklerimiz ne kadar pahalı olsa da sonunda hepsinin akıbetinin ne olduğunu biliyoruz. Evlerimiz, yaşam mekânlarımız ne kadar muhteşem olursa olsun içinde yaptıklarımızı biliyoruz. Arsalarımız, arazilerimiz varlığımız ne kadar çok olursa olsun bir yerden sonra yaşamımıza yansıması mümkün olmayacak. Bence durmasını öğrenmeliyiz. Fazlalıklardan kurtulmak insanı hafifletir. Sizin fazlalıklarınıza ulaşmayı hayal edemeyecek ne çok insan-canlı olduğu umarım aklımıza gelmiştir.
Galiba böyle zorunlu sebepler olmadan da insanlığın tüketim alışkanlığına zaman zaman ara vermesi; hem kendisini hem de dünyayı dinlendirmesi gerekiyor. Bu "daha yaşanılır bir dünya" için neredeyse kaçınılmaz bir "iyilik" olacak…