'Laik-Demokratik ve Bilimsel Eğitim' düşü ve...
Cemal ÇAĞLI
Siyasi iktidar "dinci - kinci ve cinsiyetçi" eğitim sisteminin her türlü hukuki alt yapısını oluşturmanın ve toplumsal örgütlenmesinin sonuna doğru gelirken, muhalefet partileri başta olmak üzere eğitimle ilgili kurum, kuruluş ve kişiler demeçler vermekle, sistemi eleştirmekle, olmayan laiklik, olmayan demokratiklik ve olmayan bilimsellik üzerine tartışmalarla zaman tüketiyor; diyanetin olduğu yerde laikliğin, YÖK’ün hüküm sürdüğü eğitimde bilimselliğin; müdürlerin, rektörlerin, dekanların, yargıçların seçimle değil atamayla geldiği bir sistemde demokratikliğin olmayacağını bile bile!
Ne Yapmalıyız, Nasıl Yapmalıyız?
Öncelikle şunun altını tekrar çizmeliyiz: Özerkliğin ve özgürlüğün olmadığı yerde ne bilim ne de bilimsel eğitim olur!
Benzer biçimde; yönetsel özerklik ve bilimsel özgürlük olmadan demokratik eğitim de olmaz; çünkü eğitimin demokratik olması ancak ve ancak, eğitimi yönetenlerin siyasi iktidarın atamalarıyla değil, partiler üstü bir kurul eliyle liyakat esasına göre atanmasıyla ya da seçilmesiyle olur. Okul müdürlerinin valiler, üniversite rektörlerinin cumhurbaşkanı tarafından atandığı bir eğitim sisteminde ‘laik-demokratik ve bilimsel eğitim’ sisteminin kırıntısından bile bahsedemeyiz.
Eğitim Süreci Diyalektik Bir Süreçtir
Demokratik eğitimde öğrenci sürecin öznesidir, eğitim politikaları da öğrencilerin ruhsal, zihinsel, fiziksel, kültürel, sanatsal gelişimleri dikkate alınarak belirlenir. Demokratik eğitimde eleştirel düşünceye ve yaratıcılığa yatırım yapılır. Değişmez kurallar koyarak ve sabit alışkanlıklar kazandırarak çocuklar hizaya sokulmaz, kontrol altında tutulmaz. Tam tersine eğitime diyalektik bir süreç olarak bakılır ve diyalektiğin "eşitsiz gelişim yasası" ışığında farklılıkların bir arada adaptasyonu sağlanır. Güçlü olanın hayatta kaldığı zayıf olanın ayıklandığı, iyi not alanın başarılı, alamayanın başarısız kılındığı "Sosyal Darwinizm" yöntemi devre dışı bırakılır.
Demokratik eğitimde tek dilli değil çok dilli bir eğitim söz konusudur. Ana dilde eğitim hakkı anayasal bir haktır ve "anadilde eğitim" ülkeyi bölmez, birleştirir.
Eğitim Merkezî Değil, Bölgesel Olmalı
Toplum homojen olmadığına göre, toplumdaki farklı kesimlerin temel ihtiyaçları da farklı olacağı için, eğitim politikaları farklı etnik, dinî ve kültürel yapılar dikkate alınıp bu farklılıklara göre belirlenerek yönetilmeli.
Somuta indirgersek: Ülke coğrafi olarak 7 bölgeye ayrılmışsa eğitim – öğretim yönetimi de yedi bölge üzerinden yürütülmelidir. Tek bir Eğitim Bakanı yerine her bölgenin eğitim bakanı olmalı ve bu bakanların şemsiyesi altında il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri yer almalı.
İlçelerde eğitim sorunları ve çözümleri; ilçe milli eğitim müdürlerinin başkanlığında öğretmen-öğrenci-veli koordinasyonu ile yürütülmelidir. Hatta belediye başkanları ve STK’lar da bu koordinasyonun içinde yer almalıdır.
Eğitim yılının başlangıç ve bitişleri de bölgelerin sosyoekonomik yapılarına göre belirlenmelidir. Örneğin tarım ve hayvancılığın yaygın olduğu bölgelerde okullar daha geç açılıp daha erken kapatılabilmelidir. Ders kitaplarının içeriği, müfredat programları da merkezi değil bölgelere göre hazırlanmalı ve kitapların hazırlanmasında öğretmenler görev almalı, iktidarlar elini bu alandan çekmelidir.
Eğitim politikaları her iktidar değişikliğinde değişmemeli; en az onar yıllık eğitim politikaları belirlenmelidir.
Gerçekleri Gizleyen Eğitim Sistemi
İlk ve ortaöğretimdeki ders kitaplarının neredeyse tümü aklımızla alay eder gibiler. O kitaplarda yoksul öğrenciler, yoksul mahalleler, çöp toplayan çocuklar, yok pahasına sömürülen işçi çocuklar; kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz yok. Sokaklar ve çocuklar pırıl pırıl, evler villa tipi, okulun bahçesi cennet bahçesi gibi; yemek masalarında her türlü yiyecek var. Betona kesmiş şehirler, dağı, ormanı, akarsuyu, denizi ranta kurban edilmiş çevre yok. Kısacası her şey cilalı, hayattan kopuk, her şey sanal!
Teknoloji Tüketen Değil, Teknoloji Geliştirip Üreten Eğitim
Gelişmiş ülkelerin eğitim sistemleri teknoloji geliştirmek üzerine kurulurken, gelişmemiş ülkelerin eğitim sistemleri ise teknolojiyi tüketmek üzerine kurulmuştur.
Gelişmiş ülkelerin birçoğunda ilköğretimde bilgisayar teknolojisi kullanılmazken bizim gibi ülkelerde "her çocuğa bir tablet" kampanyası yapılıyor.
Gelişmiş ülkelerde yaratıcı öykü yazma ve anlatma, müzik, dans, spor, tiyatro gibi faaliyetlerin duygu, düşünce ve davranış gelişimi için hayati önem taşıdığını öngören okullar yaygınlaştırılırken, bizim gibi ülkelerde ise müzik, sanat, spor gibi etkinlikler gereksizleştirilip bunların yerine yaratıcılığı öldüren, çocukların yeteneklerini körelten, ezberciliği körükleyen, deneme ve keşfetme duygusunu zedeleyen, yaşama sevinçlerini azaltan gereksiz kavram ve bilgilerden oluşan dersler konuluyor.
Zihni Körelten Eğitim Sistemi
Gelişmiş ülkelerde çocuklara oyuncaklar yaptırılıp onlarla oyun oynamaları, bu sayede çocukların sürekli hareket halinde olmaları, dolayısıyla bedensel ve zihinsel olarak sağlıklı gelişimleri sağlanırken; bizim gibi ülkelerde bebekler, çocuklar, gençler bilgisayar, televizyon, cep telefonu gibi teknolojik araçların karşısına oturtulup robotlaştırılıyor, hareketsizlik yüzünden hantallaştırılıyorlar, bedensel ve zihinsel gelişimleri kesintiye uğratılıyor.
Hayattan ve Gerçeklerden Kopuk Bir Eğitim Sistemi
Gelişmiş ülkelerde "Waldorf Okulları gibi, yoğun fiziksel ve kültürel aktivite yaptıran, hayatın içinden örneklerle, deneysel eğitim veren kurumlar" yaygınlaştırılırken, bizim ülkemizde bahçesi, yeşili, oyun sahaları, laboratuvarları ve çok amaçlı atölyeleri olmayan, olsa da vitrin görevini gören, ana caddelere bitişik konumlarda, trafiğin ortasında, adına "özel okul" dedikleri binalarda, sıralara bağımlı, gün boyu not alan, soru çözen; bütün bunlar yetmezmiş gibi akşamları ve hafta sonları eve bir dizi ödevle dönen çağdışı bir eğitim sürüyor.
Yapılan araştırmaların sonucunda, "televizyon, akıllı telefon, bilgisayar, video oyunları ve tablet gibi araçların sürekli hareket eden görsellerin, çocuk ve gençlerin dikkat süresini çok kısalttığını, internetten kopyalanan bilgilerle yapılan ödevlerin, gerçek araştırmayı ve öğrenmeyi engellediği" ortaya çıkmıştır.
Bu durum sadece yaratıcı düşünmeyi ve odaklanmayı engellemekle kalmıyor, beraberinde "uykusuzluk, unutkanlık, can sıkıntısı, bencillik, empati yoksunluğu, yalnızlık, kabalık, endişe, depresyon, bağımlılık, kendini başkalarıyla karşılaştırma, takıntı bozukluğu, uyuşturucu, sağlıksız cinsellik, riskli ilişkiler ve otizm gibi sorunlara, şişmanlık ve şeker hastalığı gibi hastalıklara da yol açıyor."
Bu yazı Köy Enstitüleri'nin kuruluş günü olan 17 Nisan’da yazıldı. 1940 yılında resmen kurulan Köy Enstitüleri kötülüğü ve cahilliği örgütleyen zihniyetler tarafından gençliğini bile yaşayamadan boğuldu.
Geride ne kaldı?
"Laik-demokratik - bilimsel eğitim" düşü ve ülkeyi karanlığa götüren "Dinci-kinci- cinsiyetçi eğitim" gerçeği kaldı.