Macaristan’da Orban, AB’nin seçimle işbaşına gelmiş ilk diktatörlüğünü kuruyor
Bernard RORKE*
Macaristan Başbakanı Viktor Orban, iktidarının 10. yılında, AB’nin şimdiye kadar hiç tanıklık etmediği bir şekilde demokrasiye yönelik en cüretkar saldırıyı gerçekleştiriyor.
Macaristan Parlamentosu, Pazartesi günkü oturumunda, üçte iki çoğunlukla iktidar partisine, Coronavirus bahanesiyle, zaman sınırlaması koymadan ülkeyi kararnamelerle yönetme yetkisini tanıdı.
Avrupa Parlamentosu'nun Hollandalı milletvekili Sophie Veld, "Orban, Macaristan’da demokrasiyi ve hukuk devletini katletme projesini böylece tamamlamış oldu" dedi.
Bu açıklamaya karşılık, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Macaristan ya da Orban’dan hiç söz etmeden yaptığı yavan açıklamada, "Olağanüstü önlemlerin, bizim temel ilke ve değerlerimiz pahasına olmaması son derece önemlidir" dedi.
Avrupa Parlamentosu'ndaki merkez sağ Avrupa Halklar Partisi de, yine ihtiyatlı bir şekilde, Macar rejiminin seçimle işbaşına gelen diktatörlüğe giden son adımına yönelik eleştiri getirmeden bir bildiri yayınladı.
Orban’ın sözcüsü Zoltan Kovacs, alınan olağanüstü önlemleri, "Uluslararası anlaşmalara ve Macaristan Anayasasına uygun" olarak niteledi. Ancak, çıkan yasasının AB değerlerinden, hukukun üstünlüğünden ve basın özgürlüğünden daha önemli ve bunların üstünde olduğunu savunup, yasayı eleştirenlerin yanlış bilgilendiğini öne sürdü.
Adalet Bakanı Judit Varga da, alınan önlemleri "sınırlı ve orantılı" olarak niteledikten sonra gazetecilerin olguları tahrif etmemesi gerektiğini söyledi. Yeni yasa ile gazeteciler, yalan haber yapmakla suçlanabilecek ve 3 yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilecek.
Rejim sözcüleri, alınan olağanüstü önlemlerin, virüs döneminde kuraldışı olduğunu savunmanın tamamen saçmalık olduğunu iddia etti.
Yeni yasa uyarınca, süre sınırı konmadığı için ülke ilelebet kararnamelerle yönetilebilecek ki, bu da insan haklarının ortadan kaldırılabileceği anlamına geldiği gibi, Parlamento’nun feshini, seçimlerin ve referandumların da yasaklanmasını mümkün kılıyor.
Yeni yasa uyarınca "kargaşa yaratabilecek" ya da "halkı virüs salgınından koruyacak çabaları engelleyecek" yalan haber yaymak ceza kanununa göre suç sayılacak. Bu durum da, yasanın aslında eleştiri yapan gazeteci, aktivist ve akademisyenleri susturmak amacını taşıdığını faş ediyor.
Sözkonusu önlemler gerçekten kuraldışı önlemler ama ilk defa Macaristan’da gündeme gelmiş değil. Merkezi Avrupa Üniversitesinde Kıyaslamalı Anayasa Hukuku profesörü Renata Uitz, yeni durumu şöyle açıklıyor:
"Kimsenin kuşkusu olmasın. Hiçbir prosüdüre tabi olmayan, sonu belirsiz bir kriz döneminde süre sınırı bulunmayan ve yürütmeye ülkeyi kararnamelerle yönetme yetkisi veren bu yasa, Carl Schmitt’den (Alman Nazi ideoloğu, ÇN) esinlenmiş kurnaz bir metin ve 1933’deki Yetki Yasasına çok benziyor." (Alman Parlamentosu 1933’de Hitler’e Meclis’e danışmadan kararname çıkarma ve uygulama yetkisi veren Anayasa değişikliğini kanunlaştırmıştı. ÇN)
Rejim o kadar hayasız ki, bu yeni yasayı hiç utanmadan sıkılmadan açıkça "Yeni Yetki Yasası" olarak tanımladı.
ABD’nin Demokrat Parti Başkan adayı Bernie Sanders, Orban’ın girişimini değerlendirirken, "Otoriter liderler, krizi fırsat bilip denetlenemeyen bir iktidara sahip olmak istiyor" dedi.
Salgın döneminde çıkan bu yeni yasanın, insan hayatını kurtarmakla hiç bir ilgisi yok. Halbuki muhalefet, yasa metninde 3 aylık süre ve gerekirse uzatma olanağı dahil, bir ibare konulsaydı, hükümete olağanüstü yetkiler veren tasarıyı destekleyeceğini açıklamıştı.
Orban ise bu öneriyle hiç ilgilenmedi ve Avrupa krizde iken fırsat bilip herhangi bir kısıtlaması olmayan yetki devrini sağladı. Hukukçu Kim Lane Scheppele mevcut durumu şöyle betimledi:
"Orban, bu yeni olağanüstü yetkiler sayesinde, kuvvet kullanarak zulmü meşrulaştıran kararnamelerle kendi halkına kilit vurabilecek. Bu yasa sayesinde Orban, bütün diktatörlük yetkilerini elinde tutabilecek böylece görevde kalma süresini de istediği kadar uzatabilecek"
Bundan 10 yıl önce, 2010 baharında, seçimlerde 2/3 çoğunlukla zafer kazanan iktidar partisi Fidesz’in lideri Orban, bu başarısını ‘’Macar halkının sandık devrimi’’ olarak nitelemiş, yurttaşların oligarşi rejimini yendiğini söylemiş ve bundan sonra, ülkede ‘’yeni bir rejimin, ulusal birlik rejiminin’’ kurulacağını ilan etmişti. O zamandan bu yana Macaristan’da, kaba bir milliyetçilik/yerlicilik politikası uygulanırken , devlet kurumları iktidar partisi tarafından elegeçirilmiş, büyük yolsuzluklar yapılmış, denge/denetim mekanizmaları tamamen sökülmüştü. Avrupa Birliği bu sürece sadece seyirci kalmıştı.
İtalya’nın eski Başbakanı, Orban’ın hamlesini son adım olarak niteledi ve Twitter hesabında şunları yazdı:
"Orban’ın bugün yaptıklarından sonra, AB’nin MUTLAKA harekete geçmesi ve Orban’ın fikrini değiştirmesini sağlaması lazım ya da çok basit bir şekilde Macaristan’ı AB’den çıkarmalıdır. Bunu yazmak benim hakkım ve görevimdir."
10 yıl boyunca, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Halklar Partisi, sessiz kalarak, tepki göstermeyerek, AB içinde liberal olmayan, otoriter bir rejimin inşaasını kolaylaştırdı.
AB, bugün Orban rejimine karşı kararlı bir eyleme geçmez ise, von der Leyen’in Başkanlığındaki Avrupa Komisyonu bu göreve uygun almadığını göstermiş olacak. AB anlaşmalarının bekçisi olarak bu anlaşmalara uyum gösterilmesini sağlama konusunda da inandırıcılığını yitirmiş olacak.
(*) Dublin doğumlu akademisyen-aktivist Bernard Rorke, 20 yıldır Budapeşte'de yaşıyor. Londra'da Birkbeck College'de Siyasal Bilimler ve Sosyoloji master'ından sonra Westminster Universitesi Demokrasi Araştırmaları Merkezinde doktorasını tamamladı. 1998-2013 yıllarında Açık Toplum Vakfında Roman Hakları uzmanı olarak çalıştı. Halen Budapeşte'de Central European Üniversitesinde "Roman Hakları" dersleri veriyor, İngiltere'de bazı yayınlara serbest yazar olarak katkı bulunuyor. Rorke'nin Artı Gerçek için kaleme aldığı son makalesi.