Madımak, Ateş ve Sivas
Medet KAYA
Sivas şehrine özellikle dışardan bakanlar için burası, birçok şeyin sembolleşerek anlam ve çağrışımın bollaştığı bir yer. Tıpkı kendiliğinden yetişen, yabanıl bir ot olan madımak gibi. Madımak, şehrin geçmiş tarihinde yaşanan kıtlıklara çare olamadıysa da, artık bir otun, bir yemeğin adını aşıp bir katliamla sembolleşmiştir.
Madımak ismi, Sivas’ta birçok işletmenin olduğu gibi bir otelin de adı olur. Bu otel ismiyle birlikte 2 Temmuz 1993‘de adeta ölümsüzleşir. Ne dehşet verici bir şey ki ölümsüzlüğünü ölümlerden alır. Otel, binlerce kişi tarafından kuşatılıp, ateşe verilir. Nesimi Çimen, Asım Bezirci, Muhlis Akarsu, Hasret Gültekin, Behçet Aysan, Uğur Kaynar, Metin Altıok gibi yazar ve sanatçılarında bulunduğu 33 kişi ile 2 otel çalışanı yanarak ya da boğularak can verir. Göstericilerden de 2 kişi hayatını kaybeder.
Bu olaylarda kitlenin elinde intikam aracına dönüşen ‘Ateş’ Madımak gibi Sivas’ta güçlü bir sembole dönüşür, tabi ki Madımak gibi değil, kalan tüm masumiyetini kaybedip, yakıp yıkarak.
Sivas’ta ateşin tarihi mirası oldukça zengin. Pers Uygarlığının bölgeye egemen olduğu dönemlerde Sivas’ta da ateş bir ibadet aracına dönüşür. Kutsiyet kazanan ateşin ömrü yalnızca bu uygarlıkla sınırlı kalır. İlahileşen bu ateş ortaçağın sonlarında Timur ‘un elinde şehir yakılıp yıkılır. Özüne dönen Ateş kendini Sivas’ta zaman zaman hatırlatıyor, belki de en doğrusu Sivas kendini bunla hatırlatıyor dosta düşmana.
Bu defa spor karşılaşmasından sonra Sivas’ta alevler yükselir. 1967 Eylül ayında Kayseri – Sivas futbol maçında olaylar çıkar. Sivas 38 taraftarını kaybeder. Öfke ve intikam duygularıyla yüklü kalabalıklar ateşin çekiciliğine kapılırlar. Kendi şehirlerindeki Kayserililer’e ait işletmeleri ateşe verir. Ateşe verilen yerlerden biride gene bir oteldir. 26 yıl sonra yakılacak olan Madımak Otelinin ilk provası gibidir.
Can kaybı olmadan atlatılan bu olaydan 11 yıl sonra bu defa sebeplerini ideolojik-dinsel havuzdan alan olaylar başlar. Netice ağır olur: 9 ölü, Alevilere ait çok sayıda ev ve işyerlerinin yakılması. Sivaslı ateşten vazgeçmez, çünkü büyüsüne kapılmıştır bir kere. Yakılan bu ateş daha çok Alevileri hedeflediği için şehir onlar için koruyucu kollayıcı değil kovalayıcı. Çünkü ateş içerde yakılmıştır artık. Özellikle bu tarihten sonra bir çok alevi için şehirden gidiş başlar. Ardlarında Pir Sultan Abdalı, Cogi Baba’yı Bakır Tepe’yi Hüseyin Ali Baba’yı bırakarak. Bu defa geçmiş tarihlerinde olduğu gibi dağlara kaçış değildir, büyük şehirlere gidiştir. Kendini güvende hissedebileceği ve ekonomik şartlarını iyileştireceği umudu taşıyarak.
Dağlarında duman, toplumsal olaylarında eksik olmayan ateş, 2 Temmuz 1993’de tekrar dönmüştür şehre. Yakılan Madımak Oteli’dir. Pir Sultan Abdal Anma Etkinlikleri için şehre gelen aralarında yazar, düşünür, ozan gibi insanların kaldığı otel kuşatılıp ateşe verilir, 35 kişi yanarak can verir.
Ateş kitlenin elinde yıkıcı, yok edici bir unsura dönüşüp vahşet ve katliamın gösterisi olur. Zaten olayların başladığı andan itibaren kitlenin bütün eylemsellikleri dini bir ritüelin ya da bir şenliğin parçası gibidir. Cuma namazı sonrası toplanan grupların tekbir getirmeleri, slogan atmaları, ozanlar anıtını yerde sürüklemeleri, oteli taşlamaları.
Tüm yaşananlar, Cumhuriyetin temellerinin atıldığı bu şehirde yurttaşlık projesiyle bir hesaplaşma gibiydi. Cumhuriyetin başaramadığı yurttaşlık bilinci yerine, 80 darbesini yapanların bahşettiği Türk-İslam sentezinden kaynağını alan milli dini kimlikler dolaşımdaydı. Bu açıdan Sivas, kendi kimliklerini test edebilecekleri verimli bir alandı. Şehirde sürekli azalan Alevi nüfusuna rağmen bile, gene de laik-anti laik, ilerici-gerici, Alevi-Sünni ikiliklerinden bir katliam çıkarmak zor olmayacaktır. Kimlikleri, onların sosyal - ekonomik dertlerine çare olmuyordu hatta örtüyordu belki ama kendilerinin değerli ve önemli oldukları duygusu veriyordu. Hayatın gerçekleri karşısında bulamadığı eşitliği sahip olduğu kimlikler sağlıyordu. Ama bir şartla kendi kimliğin karşısında konumlanan kimlikleri tahkir ederek ve düşman belleyerek.
Oysa gördükleri bu düşman; tarihin hiçbir döneminde muktedirlerin yanında durmayarak vicdanlarını, zihinlerini intikam duygularıyla zehirlemedikleri için ister devlet ister din adına olsun her türlü şiddeti lanetlerler. Tarihleri acılarla, katliamlarla dolu olmasına rağmen İslam’ın Heterodoksi yorumundan vazgeçmeyerek kötülüklerden arınıp insanlaşmayı en büyük erdem sayarlar.
Kitle, Sivas’ta devletin yargılama, cezalandırma, ve şiddet kullanma tekeline başvurması durumunda doğacak sonuçlar ne olursa olsun hukuki metinlerin kendi lehlerinde yorumlanacağını, emin gibiler. Gene eylemleri ölümle sonuçlanmış olsa bile, bunun örtülü bir meşruiyet kazanması için hukuk yetersiz gelirse ilahi metinlerinde bolca kullanacaklarını Maraş ‘tan Çorum’dan Muğla-Ortaca olaylarından biliyorlardır. Böyle olmasaydı kitle şiddete başvurmazdı, yasal bir protestoyla sonlanırdı.
'Şeytanlaştırdığı' insanların kaldığı oteli taşlamak kitleyi yatıştırmaz. Kitle kurban istiyor. Cehennem’in ilahi ateşini dünyevileştirilip otelde kıstırılan insanların üzerine salınıyor. Yakılan ‘kutsal ateşin’ çok can alması için itfaiye aracının önüne bile yatılıyor. O ateş savunmasız 35 insanın canını alıyor. Eylemciler eli kolu bağlıyı yakarak ‘yiğodolar diyarında’ yiğitlik imajına güç katıp dağılıyor. Geriye yalnızca kül ve duman kalmıyor. Ölenlerin türküleri, şiirleri, kitapları, semahları ve mezar taşları. Bir de Ozan Mahzuni Şerif’in Alevi inanışının temel ontolojik harcın unsurlarından Sır ve En-el Hak kavramlarından güç alarak yazdığı şu cümleler kalıyor:
Sivas’ta göklere uçtu, gönlümüz Hak’kı diler.
Alevlerde kucaklaştı, Muhlis’ler, Nesimi’ler
Yıldız dağı boz dumanlı yollarımızı tutmayın.
Biz bu yolun son yolcusu, siz bizi unutmayın.
Bu yol çok yolcular gördü, Gültekin’ler, Gülsüm’ler
Biz Hak’kı severek yandık, sevmeyenler bilsinler.
Verdiğiniz bu duman sanma ki bizi boğar.
Bir Pir Sultan Kurban Olur,
Yüz bin Mahzuni doğar.