Nâzım’ın Peşindeki Devlet: Komonist Masası’ndaki Nâzım Hikmet
Selçuk GÜRSOY
Gazeteci Tolga Şardan’ın yazdığı "Komonist Masası’ndaki Nâzım Hikmet" adlı kitabı, Nâzım Hikmet’in peşindeki polis ajanlarının raporları ve diğer devlet yazışmalarıyla desteklenmiş. Kitap Nâzım Hikmet hakkında yeni bilgiler edinmemizi sağlıyor. Ayrıca Türkiye siyasi hareketinin Vâlâ Nureddin, Şevket Süreyya Aydemir, Aka Gündüz, Zeki Baştımar, Doktor Hikmet Kıvılcımlı, Kemal Tahir, Mihri Belli, Vedat Türkali, Orhan Kemal, Zekeriya Sertel gibi önemli isimleri de yer alıyor:
Nâzım Hikmet 1937 yılının Mayıs ayının sonlarında Ankara’ya gitmişti. TKP’den ayrılarak Kemalist kadrolara katılmış olan Şevket Süreyya Aydemir’in evinde Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer ile akşam yemeği yedi. Ertesi gün de Atatürk’ün en yakınındakilerden biri olan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile görüştü. Nâzım’ın hayatındaki en tartışmalı birkaç gündür.
Nâzım Hikmet elbette takip edildiğini biliyordu. Ama 1937 yılında, Atatürk’ün İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile görüşmek için Ankara’ya gittiğinde, Emniyet Birinci Şube’nin peşine polis takıp kendisini takip ettireceğini herhalde o bile tahmin edemezdi. Ama emir bizzat bakandan gelmişti.
Kitapta yer alan ilk takip raporu Nâzım’ın Ankara ziyareti sırasında peşine takılan polis memuru İmdat’ın hazırladığı 29 Mayıs 1937 tarihli rapordur. Polis memuru İmdat şunları yazmıştı:
"28-5-937 günü saat 15-30 da tarassudu emir buyrulan komünist Nazım hikmet adındaki şahsı göz önüne almak üzere yatıp kalkmakta olduğu ıstanbul oteline gidildi muma ileyhin(adı geçen kişi) sabah saat 8-30 da çıkıp gittiği ve bir daha otele gelmediği öğrenilmesi üzerine henüz şahsını tanımadığım bu kişiyi bulmak üzere bulunması melhuz olan mahallerden aradım ve her ne kadar şahsına tesadüf edilmemiş ise de ancak yapılan sürekli soruşturmalar neticesinde kendisinin 28-5-937 Cuma günü saat 14. raddelerinde halk partisinde bulunan iç bakanı şükrü kayayı ziyaret ederek yarım saat görüştüğü ve bu meyanda…"
Anlaşıldığı kadarıyla polis İmdat görevlendirildiği ilk gün Nâzım’ı bulamamıştır. Nâzım, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile görüşmesinden bir gün önce, Şevket Süreyya’nın evinde Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer ile yemekteydi.Zaten Nâzım’ın Ankara’ya iner inmez takibe alınması emrini de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya vermişti. Herhalde polislerin sık sık görev değişikliği yapmaları nedeniyle bir aksama yaşanmıştı.
İkinci gün polis İmdat Nâzım’ın peşindedir:
"bu gün ise (29-5-937 cumartesi) saat 10-30 da otelden çıkarak alelacele halk partisine girip başkâtip ziya ile bir saat görüştükten sonra saat 11-30 da filmci kenan ile birlikte dışarı çıkıp çok samimi surette konuşa konuşa İpekiş mağazasına gelerek elbiselik bir kumaşın fiyatını sorduktan sonra çıkıp burada Kenan’dan ayrılarak Yenişehir otobüsüne binerek doğruca yukarıda arz ettiğim merhum saylavın evine gittiği ve burada öğle yemeğini yedikten sonra bu saylavın oğlu ve adının Oktay olduğu öğrenilen bir gençle saat 15-15 de evden çıkıp otobüsle Taşhana indikleri ve oradan doğruca maçı seyretmek üzere stadyuma inerek…"
Polis memurunun, "merhum Çanakkale saylavı" dediği kişi Nâzım’ın teyzesinin kocası Samih Rıfat, "oğlu Oktay" diye yazdığı da Oktay Rıfat idi. Oktay Rıfat o yıl Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirmişti. Demek ki, Nâzım Hikmet’le Oktay Rıfat, 1937 yılının Mayıs ayında bir Cumartesi günü birlikte stadyuma giderek maç seyretmişlerdi. Herhalde Ankaragücü maçı olmalı. Nâzım maçtan sonra trene binerek İstanbul’a döndü.
Aslında takip daha Nâzım İstanbul’dan yola çıkarken başlamıştı. Bir polis Nâzım’ı Haydarpaşa garına kadar takip etmiş, tren hareket ettikten sonra da raporunu yazmıştı. Nâzım’ın treninin hareket ettiği haberi İstanbul Valiliği tarafından Ankara Valiliğine bildirildi. Ankara Emniyet Müdürlüğü Nâzım’ın Ankara’da takibe alınması talimatını o zaman verdi. Ayrıca Kocaeli ve Eskişehir valilikleri de Nâzım’ın treninin kendi bölgelerinden geçip gittiği bilgisini Ankara Valiliği’ne anında bildirmişlerdi. İçişleri Bakanı da 27 Mayıs günü Emniyet Genel Müdürlüğü’ne Nâzım’ın Ankara’ya geldiğini şu sözlerle haber veriyordu:
"Ankara(ya) geldiği bildirilen Komünist Nâzım Hikmet’in durum ve temaslarının çok sıkı olarak göz önünde bulundurulmasını ve neticenin bildirilmesini rica ederim. Dahiliye Vekili…"(s. 26-42)
Nâzım o sırada TKP’den ağır suçlamalarla atılmış olsa da, Kemalist yönetim ve Kemalizm’e katılmış eski komünist arkadaşları Nâzım’dan istedikleri, bekledikleri teslimiyeti alamadılar. O, hem eski arkadaşlarına, hem Kemalist yönetimin İçişleri Bakanı’na, Mustafa Kemal’e saygı duyduğunu söyledi. Ama on dokuz yaşında bağlandığı komünizmden vazgeçmeyecekti.
1938 HARP OKULU DAVASI
Bundan sonra Nâzım’ı on iki yıl boyunca cezaevinde tutacak komplolar dizisi başladı. Harp Okulu’nda okumakta olan birkaç ilerici öğrenciden biri olan Ömer Deniz, 1937 yılının Ağustos ayında İpek film stüdyosunda çalışmakta olan Nâzım’ı ziyarete gitti. Takiplerden bunalmış olan Nâzım Hikmet bunun da bir provokasyon olduğunu düşünerek Emniyet Birinci Şube’ye telefon etti. Peşine askeri öğrenci kılığına girmiş polisler gönderilmemesini istedi.
Ömer Deniz 3 Aralık günü bu defa Nâzım’ın evine gitti. Nâzım dışardan eve gelince Ömer Deniz’in kapıda beklemekte olduğunu gördü. Sinirlendi ve bu genci azarlayarak oradan kovdu. Nâzım’ı izlemekte olan polis Ömer Deniz’i de takibe aldı ve Harp Okulu’ndaki gruba ulaştı. Ömer Deniz sorgusunda Nâzım’ı zor duruma düşürecek bir ifade verdi. Güya Nâzım kendisine "Temasımızdan şüphe ederler. Bu şüpheyi uyandırmayalım. Ben istediğim zaman sizi bulurum" demişti.
Nâzım 17 Ocak 1938 gecesi gözaltına alınarak Ankara’ya götürüldü. Avukatlığını Fuat Ömer Keskinoğlu ve Saffet Nezihi Bölükbaşı üstlendi. Orduyu isyana teşvik suçlamasıyla hazırlanan iddianame Mart ayında Nâzım’a ulaştı ve 15 Mart günü Harp Okulu’nun salonlarından birinde yargılama başladı.
Bu sırada devlet Ömer Deniz’in ifadesindeki cümlenin peşine düşmüş görünüyor. İçişleri Bakanı, 8 Nisan 1938 günü Emniyet Genel Müdürlüğü ile Ankara ve İstanbul Valiliklerine yazdığı yazıda şöyle diyordu:
"Aceledir.
Özü: Nâzım Hikmet’in Ömer Deniz ile temasına vasıta olacak elemanların kimler olduğunun tesbiti hakkında.
Ankara Valiliğine
Harp okulunda yakalanan talebe Ömer Deniz’in Nâzım Hikmet’le teması hakkındaki itirafı sırasında Nâzım Hikmet’in kendisine (Temasımızdan şüphe ederler, bu şüpheyi uyandırmayalım. Ben seni istediğim zaman bulurum) demek suretile Ankara’da bu gibi temasları yapabilecek elemanlara malik olduğunu ihsas ettiği anlaşılmıştır. Hadisenin meydana çıkması böyle bir temasa mani olduğundan bu elemanların kimler olduğu tespit edilememiştir. Bu hususta önemle inceleme yaptırılarak Nâzım Hikmet’e tavassut edecek elemanların kimler olduğunun tespitini ve sonunun bildirilmesini rica ederim."
Bu araştırmadan bir sonuç çıkmıyorsa da, kitapta bu sırada Nâzım’ın avukatlığını üstlenen Ömer Fuat ve Saffet Nezihi hakkında da polis araştırması yaptırıldığını gösteren raporlar bulunuyor. En sonunda Ankara Valisi Nevzat Tandoğan İçişleri Bakanı’na Nâzım’ın Ankara’ya geliş-gidişleri hakkında bilgi vererek, Ömer Deniz ile irtibat sağlayacak herhangi bir kimsenin bulunamadığını açıklayan uzun bir rapor yazıyor. Kitapta ayrıca bu soruşturma-yargılama sırasında Nâzım’ın kitaplarının ve plaklarının yasaklanıp toplatılması hakkındaki yazışmalar da yer alıyor.
NÂZIM CEZAEVİNDE AMA TAKİP SÜRÜYOR
Ankara’da tutuklu bulunan Nâzım’a bir de İstanbul’da Donanma Davası olarak bilinen dava açıldı. Devlet, Nâzım’ı hapse atmaya ve uzun yıllar boyunca hapiste tutmaya karar vermişti artık. Ankara Valiliği, 27 Haziran 1938 tarihli yazısıysa, Nâzım’ın İstanbul’a gönderildiğini İçişleri Bakanlığı’na şu yazıyla bildirmişti:
"27/6/1938
SAKLIDIR
Mahkûm Nazım Hikmetin bir muhakeme işi için muhafaza altında İstanbul’a gittiği H Dahiliye Vekaletine…
Komünistlikten 15 seneye mahkum olup Ankara hapishanesinde yatmakta olan Nazım Hikmet bir muhakeme işi için 25/6/1938 tarihinde Muhafaza altında İstanbul’a gönderilmiştir. Avdetinin de ayrıca bildirileceğini arz ederim.
Vali"
İki yıllık yargılama sürecinin sonunda, 1940 yılının Şubat ayında Çankırı Cezaevi’ne gönderildi. Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı da oradaydı.
1940 yılının sonunda Valisi’nin İçişleri Bakanlığı, Ankara Valiliği ve Çankırı Valiliği’ne yazdığı yazıdan, Nâzım’ın artık Bursa Cezaevi’nde olduğunu anlıyoruz:
"11/12/1940
EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ KISIM: 1
Gizlidir.
Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi’ne geldiği Hk. Ankara Valiliğine
I Bursa ceza evine nakledilen komonist Nazım Hikmet gelmiştir.
II Cevaben Çankırı, bilgi için Ankara Valiliklerine yazılmış ve Yüksek Dahiliye Vekâletine arz edilmiştir.
Bursa Valisi"
Kitaptaki belgelerden Nâzım’ın cezaevindeki mektuplaşmalarının da devlet tarafından yakından izlendiğini anlıyoruz.
NÂZIM HİKMET NEREDE?
Nâzım Hikmet, 1950 seçimlerinden sonra, Demokrat Parti iktidarının çıkardığı af kanunu ile tahliye edildi. Demokrat Parti hükümetinin polisi de Nâzım’ı takibe devam etti. İçişleri Bakanlığı’nın Nâzım’la ilgili olarak aldığı ilk karar, yurtdışına çıkışının yasaklanması oldu.
"ÇOK ACELE VE ZATA MAHSUS
Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne
1 Yurt dışına çıkması İlimiz Kadıköy Askerlik Şubesince sakıncası bulunduğundan seyahatine mani olunması yukarıdaki yazımızla istenilen Hükümlü Komünistlerden Hikmet oğlu Nazım Hikmet Ron hakkında bu kerre İçişleri Bakanlığından alınan…
2 Hudut kapılarına yayınlanmıştır.."
Nâzım 17 Haziran 1951 günü, Refik Erduran’ın kullandığı bir sürat teknesi ile Karadeniz’e doğru yola çıktı. Boğaz çıkışında Plehanov isimli bir Romen gemisine rastladılar. Gemi kaptanı Romanya ve Moskova’ya danıştıktan sonra Nâzım’ı gemiye aldı.
İçişleri Bakanlığı ve Emniyet genel Müdürlüğü üç gün sonra Nâzım’ı aramaya başladı:
"T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
20 Haziran 1951
Emniyet Genel Müdürlüğü Ş:1 B
ÖZETİ: Komünist nazım Hikmet’in ankarada bulunup bulunmadığının tetkikine dair
Ankara Valiliğine
Komünist şair Nâzım Hikmet’in İstanbul’da dün sabahdanberi izinin kaybedildiği, ailesinden alınan malumata göre Ankaraya gelmiş olmasının muhtemel bulunduğu; Ankarada akrabası çimento fabrikası müdürü ve Eskişehir Millet Vekili Ali Fuat Cebesoy nezdinde olmasının umulduğu haber alınmıştır.
Gizli ve acele araştırma yaptırılarak neticenin doğruca İstanbul Valiliğine bildirilmesini ve Bakanlığın da haberdar edilmesini rica ederim.
İçişleri Bakanı Y."
Devam eden belgelerden Nâzım’ın "askerlik ödevini yapmak üzere Kadıköy Askerlik Şubesince aranmakta" olduğunu, ayrıca bir fotoğrafının bütün siyasi polise dağıtılmasını, görüldüğü taktirde gözden kaybedilmemesinin de emredildiğini öğreniyoruz. Nihayet 21 Haziran günü devlet Ulus gazetesinden Nâzım’ın Romanya’da bulunduğunu öğrenmiştir.
Polis bu tarihten sonra Nâzım’ın olası mektup-telgraf haberleşmelerini elde edebilmek için yakınlarını kontrol altında tutmaya ve izlemeye devam etmiş, Münevver Hanımı, annesi Celile Hanımı, hatta bebek Mehmet’i bile takibe almıştır. Kitapta bu takiple ilgili çok sayıda polis raporu bulunuyor. Bu takibin bütün DP iktidarı boyunca devam ettiğini görüyoruz.
DP iktidarını darbeyle deviren 27 Mayısçılar da Nâzım’la ilgili önlemler almaya devam ediyorlar. Nâzım’ın ölümünden sonra devlet bu defa şiirlerini ve kitaplarını takibe alıyor.
BİR ELEŞTİRİ
Tolga Şardan’ın çalışmasında önemli bir eksiklik var; Tolga Şardan, yayınladığı belgelerin-raporların hiç birinin kaynağını göstermiyor. Genel olarak belgelere nerede ve nasıl ulaştığını açıklamaktan kaçındığı gibi, yayınladığı belgeler-raporlar için kaynak da göstermiyor. Arka kapak yazısında "tamamı devlet arşivlerinde bulunan bu takip ve gözaltının belgelerini gün ışığına çıkarıyor" denilmişse de, sunuş yazısında "Bu kitap, bugüne kadar erişilemeyen söz konusu belgelerin bir bölümünün elde edilmesi sayesinde ortaya çıktı" deniliyor.
Bunlar herkese açık belgeler mi, değil mi? Nasıl elde edildiler? Aynı sunuş yazısında "ilk kez gün ışığına çıkan belgelerin bir bölümü kullanılarak hazırlandı" denilmiş. Diğer bölümü neden kullanılmadı ve şimdi nerede?
Kaynaklar - Belgeler konusundaki bu ketumluğa doğrusu hiçbir anlam veremiyorum. Herhalde bir meslek alışkanlığı; bu tutuma gazeteci araştırmalarında çok rastlıyoruz. Ama bu iş gazetecilik işi değil. "Bu yazı dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Nâzım’ın takip edilmesi hakkında yazdığı bir emirdir" diyerek bir belge yayınlıyorsanız, bunun kaynağını göstermeniz gerekiyor. Kitabın sonraki baskılarında bu eksikliğin giderileceğini umuyorum. Şu haliyle, kitaptaki hiçbir belgeyi doğrulama veya yanlışlama imkânımız bulunmuyor.