Olmayan partinin olmayan belediyelerine atanan olmayan kayyımlar

Olmayan partinin olmayan belediyelerine atanan olmayan kayyımlar
Olmayanlara karşı iktidarın hastalığı kimi muhalefete de böylece sirayet ediyor. Madem yoklar neden olmayanlara göre politika üretiyorsunuz da denebilir.

Kemal BOZKURT


HDP’li beş belediyeye daha kayyım atandığı haberi ile düne başladık. Artık iddianame var mı  yok mu onu da bilmiyoruz ve zaten bildirmiyorlar da. İstediğimizi yaparız günlerinden geçiyoruz. Neden sonra iktidar değiştiğinde, (ki iktidar da değişeceğini bildiği için bunları yapıyor zaten), yeni iktidar(lar) her istediğini yapamasın diye mücadele ediyoruz, değil mi? Halkın istediğinin yapılması için, iktidarın istediğinin değil.

Halkın istediği ise sandıkta açığa çıkıyorken, bu atamalarla seçimlerin devre dışı bırakıldığını da söyleyebiliriz. 

İktidarın geçmişte seçimler ve demokrasi çin söylediği olumlu, yüceltici sözlerini hatırlatmanın bir anlamı yok. O sözlerinden vazgeçmeseydi bugün böyle yapmazlardı.

90 yıllar başlıyorken Siyasal İslamcılar ’’Allah’tan korkarız, dinimize bağlıyız, o yüzden ne haksızlık ne adaletsizlik ne de yolsuzluk olur iktidarımızda’ propagandası yapar gerçekten de etkili olurdu. 90larda belediyelerde başlayan yükselişleriyle birlikte, 2000lerin hemen başında genel iktidarı da böyle kazandılar. Önceki pratiklerinin sözleriyle uyumlu olduğu düşünülmese AKP iktidar olabilir miydi? Ancak kendi tarihleri açısından yüzlerce yılda inşa edileni yirmi yılda harcayıp tükettiler. Bu durum iktidar olmayan Siyasal İslamcıları da ciddi anlamda zora soktu ama bu ayrı bir konu. Nihayet iktidar maneviyat dünyasının insanları olduğunu  iddia edenlerdi. Fakat söz, yapıldıkça gerçeğine, anlamına kavuşur. Yani aynı söz işlerini farklı yapan insanlar için farklı anlamlara da kavuşur. Maneviyatın kelime karşılığı aynı olsa da yapanlar için farklılaşır. Şimdi iktidar beton sitelerinin ve kestiği ağaçların önünde maneviyattan bahsettiğinde ne kadar etkisi olur? Yapılan şey, her zaman edilen sözün önüne geçer. Yapılan şey sözünüzü ya tüketir ya da güçlendirir.

Bahsettikleri maneviyatın nasıl maddi bir dünya olduğunu betona gömülen herkes gördü. Manevi denilen kavramlar tam da zor zamanlarda sahipleniliyorsa yaşar aslında. Yoksa normal zamanlarda herkes maneviyattan bahseder değil mi? Mesele; kendine dahi yetecek yemeğin olmadığında paylaşmaktır, değil mi? Kendine istediğini ayırdıktan sonra kalanını büyük çoğunlukla herkes paylaşır zaten, değil mi? Yani dayanışma bu açıdan yoksulların yaşam biçimidir. Şimdi iktidarın zenginleştikçe dilinin değişmesi, paylaşımında kendi aralarında azalması bu durumun en temel göstergesi. 

Demek ki; güçlüyken adaletten bahsetmek erdemmiş. Zayıfken değil….

Demek ki; güçlüyken demokrasiden bahsetmek erdemmiş. Zayıfken değil…

Eşitlik ve özgürlük güçlüyken söylenmesi gerekenmiş, zayıfken değilmiş, değil mi?…

Güçlenmiş olan iktidarın medyasında da HDP’nin HDP olmadan tartışıldığını, ittifaklarda yok sayıldığını artık iyice biliyoruz. Ama sorun da tam burada başlıyor. Mesela Dalkurd sporun başarılı olamaması için bile uğraşan, enerjisini harcayan bir iktidar yok saydığı bir siyaseti böylece nasıl da sıkı sıkıya takip ettiğini de göstermiş oluyor. Dilde yok sayılan gerçekte var olduğu için böyle oluyor elbette. Yok saydığınız şey boynunuzun ağrımasında yol açıyor. Sonuçta olmayan şeyin olduğu tarafa doğru bakmamanız gerekir diye sürekli kendinizi uyarmak zorundasınız: O tarafa bakma, o tarafa bakma! Bir tarafa asla bakamazken sadece tek görüş açısı kalıyor elinizde. Fakat bakmıyormuş gibi yaptığınız, olmadığını söylediğiniz taraf var olduğu ve hatta bu yüzden Büyükşehir belediyelerini kaybettiğiniz gerçeği de sarsıyor sizi. 

Maneviyatınızın, hayatınızın ve aklınızın  bir tarafını yok saydığınızda kaçınılmaz olarak tam olamaz, eksik olursunuz. Eksiklikse sadece kendi alanıyla sınırlı kalmaz. Diğer tüm alanlara sirayet eder. Ediyor da…

Elbette tüm bu yapılanlar olmayan HDP’nin ve milyonlarca insanın iradesinin güçlülüğünü gösterdiği kadar, iktidarın zayıflığını da gösteriyor. Aksi halde neden delilsiz, haksız kayyım atansın ki? Yapılan her şey bir başka şeyi de değiştirir kendi içinizde, diyalektiği iyi anlamanızı öneririm. Hiç bir şey olmuyor olsaydı AKP bugün mesela İstanbul seçimlerini kaybediyor olur uydu? En değişmez denilenlerin dahi değiştiği bir dönem aslında bu. Kendi eski başbakanı dahi kendinde kalmamış bir parti bu. Kendi ekonomi eski bakanı dahi kendinde kalmamış bir parti bu.

İnsanların iradesi tanınmayıp, kayyımlar atayarak yok sayıldığında iradesinden vazgeçmez. Aksine ona daha sıkı sarılır. Yok öyle olmaz ve hatta öyle olmadı denemez. Çünkü hep öyle olmasa olmayan HDP bugün 3. Büyük parti olamazdı.

Aynı halklar, daha da zordayken nasıl geçmişte iktidarları değiştirdiyse, dönemin ana akımının tüm alay etmelerine rağmen AKP’yi iktidar yaptıysa daha önce yaptığını şimdi yine aynı koşulları yaratan iktidara neden yapmasın? Üstelik korona başladığından beri dönem artık daha da bilim dönemi. Bilimde ise farklı olarak olsa da bir kez olan şey bir daha pekala olabilir. Öyle olmasa iktidarlarda ilk geldiği gibi asla değişmezdi. Halk değişir ,iktidarlar değişir ama yapılan kötülük, haksızlık, zulüm hep kalır. Ve halklar zannedildiği gibi geçmişi unutmaz. Geleceğe baksa da geçmişi unutmaz.

İyi ama seçim olmayacaksa iktidarın bu dönem ortalığı bu kadar ısıtmasının ne anlamı olabilir? Ekonomideki ağır sorunlar ve gündemi değiştirmek istemesi söylense de bu yönde muhalefetin bir baskısı mı var? Sokaklarda sosyal mesafeli olsa da eylemler mi var? Yoksa mitingler mi var? O halde neden? Ya erken seçim yapacaklarından ya da kibirlerinden burunlarının ucunu dahi göremediklerinden dolayı bu hataları yapıyorlar mı demeli? Her yerden cephe açarak, muhalafetin sinirlerini yıpratarak yanlış bir söz söylemesi, hata yapmasını sağlamak ‘’bakın işte gördünüz mü?’’ demek için mi tüm bunlar? Bunu dedirtmek için ‘’40-50 komşuyu sırf benim ailem öldürür’’ açıklamaları savunulmuş ve soruşturma dahi açılmamış olabilir mi? Sırf muhalefete bir hata yaptırtmak için, 12-17 yaş arası kız çocukları süper kadınlardır evlenin denir mi? Sırf bir hata yaptırtmak için muhalif belediyelere süreki soruşturma açarak halkın dayanışması engellenmeye çalışılır mı? Mezarından sanatçıların cesedini çıkarıp yakacağız denir mi?

Bu canhıraş ve aceleyle Marmara’yı muhalif İBB Belediyesi işletiyor sanarak Ulaştırma Bakanlığını’na saldırdığını bilmeyen bir iktidar vekilini nasıl izah ederiz o zaman?

Safları sıklaştırmak için bunlar yapılıyorsa seçim var demektir. Seçim olmadan safları sıklaştırmanın ne anlamı var. Aksine böyle zamanlarda safların biraz açılıp rahatlaması sağlanmaz mı? Bizim iktidarımızda herkes rahat ve huzurlu propagandası yapılmaz mı? Sonuçta bu gerilim iktidarın sorumluluğunda, benim değil. İnsan neden kendi iktidarında sürekli gerilim olduğunu yayar, böylece neden kendini tam olarak hakim değilmiş gibi gösterir? Sırf taraftarlarını ayakta tutmak için mi? Ya taraftarları artık bıkmışsa ve inanmıyorsa? Öyle ya kolay mı Babacan’ın, Davutoğlu’nun ayrılması? Kolay mı İstanbul’u iyice açılan farklarla kaybetmek.

Bunlar olurken, iktidarla olmak isteyen bir kısım muhalefetin ‘memleket masası’ önerisi ise, sürekli bölücü olmakla suçlanan bir siyasetin dolayısıyla en az 6 milyon seçmenin dışlandığı, çevresiyle birlikte belki de 20 milyonun olmadığı bir masa elbette ‘’bir kısım memleket masası’’ oluyorken bir tür bölücülük de yapılmış olmuyor mu? Yok saydığınız yan hayatınızı nasıl bölümlendirdiğiniz de gösteriyor. Olmayanlara karşı iktidarın hastalığı kimi muhalefete de böylece sirayet ediyor. Madem yoklar neden olmayanlara göre politika üretiyorsunuz da denebilir. Olmayan o partinin seçilmiş 5 ayrı belediyesine dün bir kez daha kayyım atandı. Haliyle aslında kayyım da yok. Olmayan kayyımların atanmasının iktidar açısından en büyük handikapı ise kayyım atadığı kadar seçilmediğini de gösteren güçlü bir tarihsel belge vermiş olması. Şimdilerde 2. Kayyım dönemi yaşanıyor. Olmayan partinin olmayan seçmenlerinin ise şimdiki iktidardan çok önce, baskı karşısında bir gelenek olarak yüzde birlerden bugünlere geldiği artık yüzde 13lerde olduğu muhakkak. Baskı; dirençli ve olmayan partileri esas olarak büyütürken iktidarı ise küçültüyor. İktidar kayyımlar yoluyla kendi demokrasi anlayışını değiştirirken, bunu neden sonra sırf karşısında olana değil kendi içine de uygulamaya başlıyor. Kendi seçmenlerinin de iradesini yok sayan, seçilmiş olmalarına rağmen belediye başkanlarına görevleri siyasi baskıyla bıraktırılmadı mı? Yani iktidar, olmayan muhalefet ile uğraşırken aslında kendi iddialarından da bir bir vazgeçiyor. Muhalefetse kendi iddialarına daha sıkı sarılıyor oluyor. Ve bu durum bir kaçı hariç tüm Büyükşehirlerde seçimlerin kaybedilmesi olarak öne çıkıyor. Zannedilenin ve çok söylenilenin aksine ‘halk masadaki ekmeğinden olursa iktidarı cezalandırır’ uydurmasını boşa çıkartarak ekonomik kriz olmasına rağmen haksızlığa, adaletsizliğe karşı bir tavır alarak mesela Istanbul’da farkı iyice açarak cevap veriyor.

Yakın dönemin Uruguay devlet başkanı olan Mujica’nın mütevazi çiftlik evi (Aslında bildiğimiz gecekondu) evinin fotoğraflarını farklı siyasi ekolden insanların nasıl da severek paylaştığını bir ben mi görmüştüm? Mujica Türkiyeye’de gelmiş ilgiyle karşılanmıştı. Siirt Belediyesi Eşbaşkanı Berivan Helen Işık'ın dün kayyım ataması öncesi basılan evine bakıyorum ve Türkiye’de yaşayan bir Mujica olduğunu düşünüyorum. Ahh bu olmayan muhalefetin maddiyatçılığı! Ahh bu olmayan maneviyat eksikliği!

Jose MUJICA

Öne Çıkanlar