'Önemli olan felsefede nasıl bir yol tercih ettiğinizdir'

'Önemli olan felsefede nasıl bir yol tercih ettiğinizdir'
Doğu ve batı felsefesini bütünlüklü bir metodolojiyle tek kitapta birleştiren Bayram Kaya ile son kitabı Felsefe Tarihi üzerine söyleştik.

Önder Birol BIYIK


Felsefeci Bayram Kaya’nın Felsefe Tarihi isimli kitabı geçtiğimiz günlerde okurla buluştu. Doğu ve batı felsefesini bütünlüklü bir metodolojiyle tek kitapta birleştiren Kaya, daha önce de Türk Felsefe Tarihi isimli oylumlu kitabıyla düşünce sistemleri arasında özgün bağlantılar kurmuştu. İsviçre’de yaşayan Kaya ile son kitabı Felsefe Tarihi üzerine söyleştik.

-Felsefe Tarihi isimli kitabın geçtiğimiz günlerde Ceylan Yayınları’ndan çıktı. Daha önce de Türk Felsefe Tarihi isimli kitabın yayınlandı. Bir bilgi kategorisi olarak bilimin bu denli hız kazandığı teknoloji yoğunluklu küresel çağda felsefe neyi ifade ediyor?

Bilim ve felsefe, bilginin gelişiminin tarihsel birer formu... Bilim öyle alelade bir bilgi değil; doğrulanabilir, yanlışlanabilir, deneylenebilir gerçeklerden oluşan, kesin çözümlere yer verir. Felsefe ise bir dünya görüşü, bütüne yönelik genel bir anlayış. Felsefenin metodu, deneyi, gözlemi ve bilimin kullandığı yöntemi aşar. Bilgilerimiz, gerçeklik dünyasından başka bir kaynaktan gelmiyor.

Her bilim, insanın arzularından, ihtiyaçlarından, gereksinmelerinden doğmuştur; toprak ölçümlerinden, zamanla ilgili hesaplamalardan vs. Felsefe ise tek tek alanların değil, doğanın, toplumun, insan düşüncesinin, kısacası dünyanın ve evrenin en genel yasalarını ve işleyişini öğrenmenin ihtiyaç haline gelmesinden doğmuştur. Doğal ve sosyal bilimler yeni bilgiler keşfeder, felsefe ise insanı, maddeyi, dünyayı, evreni bilmemizdeki sınırların değiştiğini ve derinleştiğini, eskinin çöküş sürecinin kesintisiz olduğunu teorileştirir. Bilim nesnesini daha özgün görüş açısıyla değerlendirir, varlığın tekil, soyut bir parçasını konu edinir. Felsefe bu tekil, özgün görüşten hareketle genel dünya görüşüne, tümele ulaşır. Atomun parçalanması nasıl nesnel gerçeklik ise felsefenin bu özgün bilgiden hareketle atom altı evren dediğimiz dünyanın ve parçacıkların genel ilkelerini ve yasalarını ortaya sermesi de bir o kadar bilimsel. Günümüzde felsefe bilimselleşiyor ama felsefenin bilime indirgenemeyeceği de ortada. Küreselleşen dünya bir Newton, Planck, Einstein, vb. çıkaramıyor; tersine bunların önlerini kesiyor. Fakat küresel firmalar ortak mülk bilgiyi tepe tepe kullanıyorlar. Çokuluslu şirketler, bilim dallarının kan emicisi haline geldiler.

-Küresel dünyada yoğun bir bilgi akışı görüyoruz. Ama senin sözlerinden bilginin bilimden çok teknoloji alanında kullanılması sonucu çıkıyor. Küresel sermaye bilgiyi tekelleştiriyor mu? 

Küresel üretim lokasyonlarında bilgi -know-how, marka, patent, vs.- çok fazla ön plana geçti. Bilgi satışı, kiralanması dorukta, bunun nedeni bilginin üretim gücü haline gelerek sermaye bileşenleri içinde oranının kesintisiz artması. Birde bilgi kullanıldıkça kütlesi, hammaddesi artıyor, kullanıldıkça hammaddesi çoğalan başka bir nesne anımsamıyorum. Fakat bilgi, yığınlardan koparak egemenlerin elinde paha biçilmez soyut bir değer halini alıyor. Bu haliyle internet üzerinden herkesin ulaştığı değil, bilgi olan bilginin kilit altında muhafaza edildiği, fetişleştirildiği, başka deyişle ortak miras bilginin özel mülk haline geldiği görülüyor. Felsefe, burada bilginin kaynağını, rolünü, fikri mülkiyeti ve yığınlarla bağını açıkça ortaya koyar.

-Felsefeciler bu konuda nasıl bir yol tercih ediyorlar?

Felsefenin sınırlandığı, içinin boşaltıldığı bir süreçten geçiyoruz. 'Felsefeci' bir meslek olarak akademik birimin içinde çalışan, maaş alan olduğu için egemen anlayışın dışına çıkamıyor, felsefeyi belirlenmiş sınırlar içinde vermek ve yapmak zorunda.  Bunlar da kendi teknik felsefe anlayışları içinde, terfilerini vs. düşünerek bir şeyler yapıyorlar. Felsefenin yolunu değil kendilerince güvenceli bir yol izliyorlar. Örtülü açık totolojilerle dolu tezler yayınlar üretiyorlar. Akademik felsefe dünya ve ülke sorunlarına karşı bir fikri seçenek önerecek konumdan çok uzakta. Üniversitelerin felsefe kürsüleri felsefenin eğitimini ve gelişimini sekteye uğratıp yoldan çıkardılar. Önemli olan felsefede nasıl bir yol tercih ettiğinizdir. 

-Toplumsal vasatlaşmanın sonucu mu bunlar?

Artık dünyanın nesnel bir tahlilini yapıp dünyanın gidişatına fikri seçenek önerenler, geleceğin felsefesini düşünenler, genelde bağımsız çalışma yapan, felsefenin kalender ve yetim çocukları. Vasatlık her yerde…   

-Felsefe Tarihi ansiklopedik bir metodolojiyle yazılmış bir kitap değil. Kendi felsefi anlayışını yorumlarında sık sık dışavuruyorsun. Yazar olarak kitapta aynı zamanda bir tarafsın. Evrim teorisi, materyalizm, inanç sistemleri gibi konularda net savunuların var.

Felsefe ve bilimi, tarafsız yansız etkinlik olarak görenlerle aynı görüşte değilim. Genelde Pozitivist ideoloji içinde türeyen bu yaklaşım, insanlığı gerici kuşatma altında felsefe ve bilim gibi çok önemli bilgi silahından mahrum bıraktı.  Felsefe ve bilim, düşüncede olsun toplumsalda olsun her türlü insanlıkdışı, akıldışı gerici fikirler ve bunların saldırılarına karşı tarafsız yansız olamaz. Felsefe bilimsel gelişmelere göre geleneksel özünde yeni ayarlamalar yapar. Bilimsel bilgiye inanmalıyız. Günümüzde Evrim teorisine karşı kampanyalara, tüm dünyada Diyanetler ve Kiliseler milyonlarca dolar harcıyorlar. Niçin? Bilimsel bilgiyi sekteye uğratmak, inancı popüler yapmak için. Avrupa'nın göbeği metropollerde bile İncil'e ya da Kuran'a sarılın sözlerini köşe başlarında çok sık duyuyoruz. Tüm dünyada, kamplaşma ve çatışmaların doruğa çıktığı bir süreçte, bilinçli olarak değersizleştirilen bilimi ve felsefeyi, birde yansızlaştırıp çok değerli bilgi ve düşünme metodundan mahrum kalamayız.  

- Felsefe Tarihi, mitoloji, batı felsefesi, İslam felsefesi Uzak Doğu felsefesi ve 20. yüzyıl felsefesi hakkında bütüncül bir bakış sunuyor. Aslında bu konuların her biri ayrı ayrı uzun çalışmalar gerektiren konular. Bugüne kadar yeryüzünde oluşan felsefi birikimi tek kitapta toplamak fikri nereden doğdu?

Söz konusu fikir bende hapishanede kaldığım zamanlarda oluştu. Uzun yıllar tutuklu kaldım, sonra pardon deyip bıraktılar. Daha önce üniversite öğrenciliğimde amatörce felsefe dergisi yayınlama çalışmam vardı. İçeride tarih, bilim, felsefe, mitoloji vb. alanlarda sistemli okumalarım oldu. Bu aşamada, insanlığın ortak düşünsel birikimini felsefe tarihi gibi bir eserde toparlanabileceği düşüncesi oluştu bende. Eğitim çalışmalarında bu tür esere gereksinimde duyardık.

Zaman içinde Göbekli Tepe, Mezopotamya ve Sümer'i yerleştirdiğim bir bütünsel anlayış oluştu. Doğu, batıdan çok farklı… Babil uygarlığı, Sümer'in daha yüksek bir biçimi, tanrısı Marduk -Minus, Minurte- ise Sümer tanrısı Tammus-Dumuzi'nin başkalaşımı ve Babil'deki görüntüsü. Tammus'un Ege-Grek'deki görüntüsü ise tanrı Zeus. Zeus, eski Ugarit-Lazkiye metinlerinde ilk defa Ugarit-Keldağ denilen Cacius'da görünür. Bunlar coğrafyamızın ve zamanın iki büyük ilahı. İbraniler, Babil'in işgali altında göçertmeye uğrarlar, İbrani bilgeleri ve tanrıları Elhoim (Arapça okunuşu Allah İlahı) Bağdat'ta esir. Barbar Persler Ortadoğu'da bir tufan estirip Babil'i işgal eder. Tanrı Marduk'un ilahi temeli çöker, Elhoim (El İlah-tek  güç) özgür kalır ve güçlenir. Persler, Anadolu, İstanbul ve Atina'ya yürür. Zeus'unda ilahı temeli çöker. Tiranlık ya da demokrasi ile yönetilen köleci Yunan şehir devletleri büyük kargaşaya sürüklenir. Dünyanın büyük alt üst oluşu, mitolojik bilinci geri plana düşürür, felsefi bilinç yükselir. Kurucu işlev gören Platon ilahiyatı çöken Yunan tanrıları yerine mutlak idea kavramlaştırması ile tek tanrıcılığı ve tek Yunan devletini önceler. Akademinin kurucusu Platon Musa'dır aslında. Platon her şeyi düşüncede kurar. Düşünceciliğin ilksel başlangıcı zaten hem Sümer, hem de Parmenides'de vardı. Parmenides tıpkı Moğol Şamanlarının boz at ile Göktanrıya (miraca) çıkmaları gibi, peygamber gibi tanrıçaya çıkan eser yazar. Uzunu uzun anlatmaya gerek yok. Kitapta zaten işledim. Doğu ve batı arasında böylesi farklılıklar ve geçişler var. Bu beni bütüncül bir kitap yazmaya götürdü.

- Kitabında mitolojik anlatılara felsefe ilişkisi bağlamında özel bir önem verdiğin fark ediliyor. Mitoloji-felsefe ilişkisini nasıl yorumlamak gerekir? Mitolojinin felsefe üzerindeki etkisi sanıldığı kadar güçlü mü?

Mitolojik etki nesnel bir gerçeklik. Mitolojik bilinç, düşüncenin kendini bağımsız olarak ortaya koyamadığı güçsüz evresinin yani felsefe ve bilimin gelişmediği zamanlarda olan bitenin bilinçsizce ama sanatsal olarak halkın hayal gücü içinde işlenmesinden başka bir şey değil. Güçsüz düşünce, mitos üretiyor. Uzun zaman felsefe ve bilim (hatta din) mitolojik bilinç içinde gelişip, kopuşu sağlıyorlar.

İlk varlık, ilk öge (arke) ve varlığın gelişimi üzerine düşünce felsefi bilinci ön plana taşıyor. Sözgelimi İlyada'da geçer; ''Okeanos(dur) tanrıların babası ve anası Tethys/ Sizler hepiniz su ve toprak olun''.

Deniz, biri erkek diğeri dişi iki deniz varlığı olan tanrı çiftiyle betimlenir, yani su (arke) tanrıların doğurucusudur. Bu destanlarda bile ilk varlık veya ilk maddenin ne olduğu tek-tanrıcılık eğilimi, olan-biten ve gizemli dünyanın gidişatı üzerine bir soruşturmayı hatta tanrı istenci ile insan istencinin çatışmasını görüyoruz; örtük ve kapalı şekilde de olsa felsefeyle tanışıyoruz.

-Daha önceki kitabın Türk Felsefe Tarihi’nde de mitolojik anlatılara epey bir yer vermiştin. Özel bir ilgin olsa gerek. 

Mitolojiye karşı içten ilgim var. Torosların kuzey yamaçlarında, Arzava adı verilen Söğüt Dağı çeperinde bir dağ köyünde geçti çocukluğum. Köyde sağımız delikli taş, solumuz sunak, Dilek (Dede) Ağacı, komşu köyde müslümanlaşmayan mübadillerden geriye kalan ahır olmuş kilise, onun yanındaki köyde Men tapınağı gibi Frig mezarları, Kasaba mezarlığında buraya 12.yy'da ilk gelen Türklerin dev gibi kayalardan oluşmuş şamanist özellikte mezarları ve çevrede definecilerin kazarak tarumar ettikleri tarihi mezarlar, ören yerleri. Daha neler neler. Bizde delikli taşlar, Ana tanrıça Kibele (Göbele) nin döl yatağıdır. Yeni doğmuş ya da hasta çocuklar delikten geçirildiğinde sağlıklı olacaklarına dair bir inanç vardı. Köyde ve Afyon bölgesinde, hatta Anadolu'da Kibele'ye Göbele denir; verimli toprak ya da toprak ana anlamında, bizde birçok kelime Göbele’den türetilir, Kibele'ye göbekli diyenler bile var, Kibele ismi kullanılmaz. Halk kültüründen uzak aydının, halkın Göbele'sine, Kibele demesi, batıdan yapılan çeviriler sonucu.  Koyun-keçi otlatırken sürüler birden ürker, bizde PAN'ikler, Pan Pan diye bağırırdık, bu çobanların tanrısı mitolojik Pan'dan başkası değildi, o da hala yaşıyor. Ama ben Afyon Lisesi'nde öğrenci iken Lise'de bir kadın heykeli vardı, sonra Afyon Müzesine kaldırıldı. Kimsenin de dikkatini çekmezdi. Benim erken mitoloji okumam bu heykelin hikâyesi ile başlar. Heykel Amazonların kraliçesi Pantisila'nın Heykeli. Söylenceye göre Truva savaşında Aşil, Yunanlıların kralı ile arası açılır, savaşmaktan vazgeçip Afyon dolaylarına avlanmaya gelir. Burada karşılaştığı Amazonlu kadın savaşçılarla çarpışır ve Pantisila'yı öldürür. Sonradan Yunanlılar Afyon Kalesine kraliçe anısına heykelini ve kız kulesini yaparlar. Mitolojik bilinç çok önemli, mitolojiden ideolojiye geçişler var fakat mitolojiden tarih çıkmaz, mitolojiyi bilimsel olarak okumalı.

-Ülkemizde felsefe tarihi dendi mi, modernist batıcı cumhuriyetin etkisiyle hep batı felsefesi algılandı. Doğu daha çok batı felsefesini hazırlayan bir pre-felsefe gibi algılandı uzun yıllar. Ancak sen daha önce de Türk Felsefe Tarihi isimli oylumlu bir kitap yazarak Doğu’nun felsefi birikimine de işaret ettin. 

Doğu felsefesine birçok nedenle ilgi var. Bir kere felsefi kökler burada, Batı uygarlığı ve onun felsefesi-bilimi, Sümer ve Mısır uygarlığının çatlaklarında doğdu. Sümer tabletlerinde her şey var aslında ama kilit altında tutulan bu bilgilere nasıl ulaşacağız? Şu an dünyaya hâkim olan düşünme zihniyetinin ilksel başlangıcını Sümer'de rahipler kuruyor. Tapınakların en alt katı çalışanların, orta-kat ideoloji üreten, eğitim veren rahiplerin, üst kat tanrı-kralların mekânı. Krallar, rahipler, yazıcılar ve askerleri yani çalışmadan yiyenleri besleyen halk öyle işlenmeli, hile ile öyle kandırılmalı ki, gönüllü köleliği kabul etsin. Din kullanılarak üretilen ideolojiyle bu işleyiş sağlanır, yoksa kimseyi kolay köle yapamazsınız, barbarların orduda bir tür paralı asker olmak için gelmeleri de bu gerçeği değiştirmiyor. Başrahip, tanrı katı panteona çıkıp, tanrının düşüncesiymiş gibi kendi düşüncelerini insanlara tebliğ eder, bunlar ilk peygamber örneğidir ve ideoloji üretiminde yetkinleştikleri görülür. Bu gün cami, kilise ve havralarda gördüğümüz hemen her şey ziguratlardan geliyor. Bu ve daha buna pek çok bakımdan doğu felsefesi hem dinler hem de aydınlanma felsefesine kök teşkil ediyor. Ciddi bir birikim var. 

Türk Felsefe Tarihi'ni yazarken, Türkçe konuşan halkların gerçekliğini, yüzyıllar içinde oluşan düşünme ve zihniyet biçimini görünür kılmak istedim. Türkiye'de felsefe geleneği cılız, sosyoloji daha fazla gelişmiş.

-Detay bir soru olacak ama kitapta bir şey dikkatimi çekti. Sokrates’i felsefe tarihinde çok önemli bir yere oturtup olumlarken, Platon’a sert eleştiriler yöneltiyorsun. Oysa Platon Sokrates felsefesinin devamı… Sokrates’in düşüncelerini Platon’un kitaplarından öğreniyoruz. Bu paradoksu nasıl açıklıyorsun?

Evet, bu bir paradoks ama anlaşılmaz değil. Platon, Sokrat'ın öğrencisi fakat farklı dünyaların insanı… Ne istemlerinde ne de bilgiye ulaşma çabalarında ortak nokta var. Platon, Sokrat diyaloglarını işliyor, arada kendi düşüncelerini de ekliyor. Bu genel bir kanıdır. Sokrat bütün insanların mutluluğunu isterken, Platon, köleci tiranlığın soylusu olarak, atalar düzenine özlem duyan, Sparta hayranı, kinli biri.  Sparta savaşı kazanınca Atina'yı 30 tiran yönetir, rakiplerini insafsızca ezerler, suçsuz insanlar mal-mülklerine tamah edilerek idam edilirler. Sokrat bunları şiddetle yerer, gençlerle konuşması tiranlarca yasaklanır. Tiranlık devrilir, başa gelen demokrat Sofistler de, Sokrat'tan felsefe yapmasını bırakmasını ister. Sokrat gerçeği ararken özelden genele yükselme sonra genelden özele inme metodunu kullanır. Platon'un ise bilme metodu çok basittir; anımsama. Sokrat'ı sürdüren bir çok Okul kurulur, Platon'un okulu bunlardan sadece biri, Hıristiyanlık ile bu ekoller yok oldu. Sokratçı Kirene ekolü ve filozof Diogenes, Platon'un ''mutlak ide'' kavramının Sokrat’a ekleme ve uydurma olduğunu söyler.

-Kitap Marksizm uzunca bir yer ayırmış. Marks’la da yetinilmemiş, Marksist ideolojinin önemli temsilcileri Lenin, Mao hatta Che’ye de kitabınızda yer vermişsiniz.  Oysa Marks ekonomi-politikçi ya da ideolog olarak görülür. Mao, Lenin, Che gibi devrimci liderler felsefeyle ilgilenmişlerdir ancak bu ilgi politika ve ideolojisinin felsefeyle ilişkisi çerçevesinde kalmıştır. Bu yüzden felsefe kitabında bir felsefeci olarak işlenmezler. Sen farklı bir yol tercih etmişsin. Bu konuda neler söyleceksin?

Marx'ın felsefe açısından önemi tartışılmaz. Onun Kapital'i, bir felsefeye, diyalektik metoda göre yazılmış, bir tek metadan yola çıkarak, kapitalist sistemin işleyişini açıklayan bütünsel bir eser. Arka planda güçlü bir felsefe, diyalektik metot olmadan böyle bir eser ortaya konulamazdı. Kapital sadece ekonomi değil, felsefe, tarih bağlamında, zamanın sınavından geçmiş, bilim ve felsefeyi de yansıtan kurucu bir eser. Zira Kapital üç kitap olarak düşünüldüğünde, birinci kitap tez, ikincisi anti-tez, üçüncüsü sentez olarak eşsiz, diyalektik eser. Mantığını, diyalektiğini, materyalist bilgi teorisini Kapital'e sindiriyor. Kastettiği boşluğu onun ardılı olarak Engels ve Lenin doldurmaya çalışıyor, ama onlarında zamanı olmuyor. Lenin; İsviçre'de sürgünde kaldığı yıllarda ciddi felsefe, tarih okumaları yapıyor, notlar alıyor, gericilik ile düşünce alanında hesaplaşmak için, çok yüksek polemik içeren Materyalizm ve Ampiryokritisizm'i yazıyor. Bu eser ile yeniden Marksizmi gündem yapıyor. Kitap zamanının yeni-pozitivist ideolojisinin, amprik-kritikçilerin, liberallerin eleştirisi. Bu eser ilerletici bir eser. Bu dönemde birde Diyalektik Üzerine adlı bir makale denemesi var, ama tamamlayamıyor. Bunlar ve diğer felsefe notları, onun Felsefe Defterleri'nde yayınlanıyor. Mao, Diyalektik Üzerine adlı makaleyi temel alıp Teori ve Pratik'i yazıyor. Che'nin ise felsefede duruşu farklı, o insanı temel alır, bütün doğmalardan kendini sıyırır. Onu yöneten büyük aşk duygularıdır. O, Marx'ın Güney Amerika için söylediklerine katılmaz ama ''Bu Marx'ın büyüklüğünden bir şey kaybettirmez'' der.

-Yirminci yüzyıl iki dünya savaşının büyük trajedilerine, yıkımlarına, ulusal ve sınıfsal devrimlere sahne olmuş bir çağ. Bu alt üst oluşlar, felsefede karşılığını buldu mu? Bu bakımdan 20. yüzyıl felsefesi, felsefe tarihinde nasıl bir yer tutuyor?

20. Yüzyıl kısacık bir zaman dilimi olmasına rağmen iki büyük savaşa, baş döndürücü devrimlere, karşı devrimlere sahne oldu. Evet, bütün bunların felsefi düşüncede karşılığı oldu. Emperyalist paylaşım savaşları, kapitalizmin tekelci aşamasında öngörülüyordu. Savaşların devrimlere yol açacağı görüşü de.  Zira 1848 devriminin yenilgisinden sonra, dünyayı değiştirme düşüncesi büyük yara almış, ayaklar yere basmış, buna koşut ''Gerçekçilik'' ekolü felsefe, sanat ve edebiyatı sarmıştı. Yeni Pozitivizm, yeni Kantçılık, yeni Hegelcilik, Schophanuer, Nietzsche, Freud bu dönemin ürünü. Ard arda devrimlerin yenilgisi kapitalistlere moral verdi. Sermaye krizini atlattı ama merkezileşmek, tekelleşmek zorunda kaldığı için serbest rekabet koşulu kalmadı. Adına dünya ekonomisi denilen, emperyalist bir zincir oluştu, sermaye ihracı önemli hale geldi. Bunun nedeni kapitalist üretim ilişkileri aynen sürdüğü halde üretici güçlerin çok fazla gelişmiş olmalarıdır. Bu dönemde Faydacılık, özellikle emperyalizmin felsefesi pragmatizm, düşünceye buna uygun yön verdiler. Aşırı pluralist Wittgenstein felsefeyi dil kritisizmine, her şeyi dil ile açıklayan soliptik fikirlere indirgemişti, rezil rüsva olmasına ramak kalmıştı, Russell ve Moore gibi yeni-Gerçekçi ekolden iki sofistike insan olmasaydı. İkisi de, Carnap ve Hempel gibi matematiği mantık yaratımlarına indirgiyor onlarda solipsizme kayıyorlardı. 

- 1. Dünya Savaşı’nın felsefe ve dünya düşünce dünyası üzerinde ciddi etkileri var. 

Emperyalist Paylaşım Savaşının içinde Marksizm bir kere daha gündem oldu, Sovyet devrimi dünyayı sarstı ve savaşı önledi. Ancak geride kaldığı için dünyanın paylaşımından pay alamayan Almanya yeni Hegelcilerin millet ruhu kavramından Hitler'i türetti ve dünyayı yeniden paylaşmak istedi. Büyük acılar yaşandı. Almanya, Fransa kül oldu. Savaşın ardından yıkılan yapılmalıydı. Yapısalcılık Akımı bu dönemin ürünü... Başka deyişle, yaşamın sorunlarıyla felsefenin problemleri aynı koşutlukta gelişiyor. Kuhn gibi biri, bilimsel doğruların yerine insanların parmak kaldırarak doğruyu belirleyebileceğini söylüyordu, bu konvansiyalist yaklaşımın önü, doğruya yanlışlamacı yöntemle de ulaşılabileceğini söyleyen sosyal demokrat Popper tarafından düzlendi. Foucault Deliliğe Övgü'yü, Feyerabend Akla Veda'yı yazdığında, Post Yapısalcı, Post Modern teoriler, Post-Komünist teorilerle çoktan kucaklaşmaya hazır, akıl-dışı bir çığır açılmıştı.  Dünyayı, esrarlı mistik düşünce sardı, dinin gelişeceği/ geliştirileceği kesindi. Felsefe, insan iç dünyasına ya da bu dünyaya dışrak bir aleme, ruhanilik ve bilinemezcilik alanına yönlendiriliyordu. 

-Derrida’yı nasıl değerlendiriyorsun bu noktada?

Derrida gibi söylediği her sözün bir matah olduğunu sanıp, ağzında sözcükleri lastik gibi uzatanlar, eleştiri yerine bilimsel, felsefi, laiklik, vb. düşünceyi yapı-bozumuna uğratmaya giriştiler, dil bunlar için oynak ve çoklu anlamdaydı. Dili lastik gibi istedikleri alana uzatıyorlardı. Medyayı sözcükler ile anında kıvıran yorumcular doldurdu. Yorum yorumu getirdi, hayat yorum oldu, felsefeye gerek yoktu. Bunların her biri Platon vari yalancı ideanın, kavramların mistisizmine ve ilahiyatına kapıldılar. Bu çok ciddi bir algı kayması yarattı, doğru ve gerçeğin mahiyeti değişti. Gerçeklik, empoze edilen algı ile özdeşleştirildi. Medya buna uygun iletişimcilerce istila edildi. En kötü gelişmeler bile kitlelere en iyi gelişme olarak bellettirilir oldu. Derridalaşma böyle bir şeydi. Batıda 80'lere, bizde ise pratik olarak 90'lara denk gelen bu süreçte felsefe bir kez daha gözden düşürüldü. Değersizleştirilen felsefe bu ortamda Sokrat gibi düşünmek zorundaydı: Henüz ölmedik, ayaktayız ve can çıkmadıkça felsefe yapacağız, at sineği gibi uyuyanları uyandırmaya devam...  

- Felsefenin günümüzde geldiği yerle ilgili ne söylenebilir, felsefi düşünce nereye gidiyor?

İyi bir yerde, olması gereken noktada değil felsefe, bunu birçok yerde söyledim. Gelecek umudu olanlar ile solda düşünen filozofların felsefeyi geliştirme çabaları var. Özellikle içinden geçtiğimiz süreçte, halk yığınlarının içinde bulunduğu pasif tutumun açıklanması tartışmaları felsefeye bir canlılık getirdi. Kitlelerin memnuniyetsizliği ile tepkileri arasında ciddi bir orantısızlık var. Kapitalizmden korkuyu, memnuniyetsizliği eyleme dökememe hali Frankfurt Okulundan bu yana gündemde olan bir konu. Felsefe, özgür irade"ye dayalı olduğu ileri sürülen ücretlilerin kapitalizme gösterdikleri "rıza"nın ya da kapitalizmin toplumu gönüllü köle yapma gücünün gerçek nedenlerini açıklamayı hedefliyor. Burjuvazinin, baskıyı görece az kullanarak rıza üretebilmesi ve insanları tahakküm altına alırken, rıza'sını da alması, hatta ideolojik aygıtları kullanması, bir takım duygular dinamiği üzerinden açıklanıyor.  Negri,  Balibar, Frédéric Lordon, Philippe Zarifian, Yves Citton ve Adrien Klajnman gibi bazı batılı bilim insanı ve düşünürleri izlerken, emperyalizm, sosyalizm ve yeni insan gibi teorilerin geleneksel özündeki ayarlamalara ilişkin fikirleri de takip ediyorum. Bu arada Çin'de ilginç fikirler gelişiyor; önce nüfusun belli bir kesiminin refahın sağlayıp, sonra tüm toplumun refahını sağlayarak, bolluk içinde bir sosyalizme geçeceklerini iddia ediyorlar. Hala sosyalizme geçiş aşamasındayız, diyorlar. Çin'de çok güçlü felsefi gelenekler var. Avrupa'da, anarşist hareketin gücüde felsefeyi tetikliyor. Sonra Rusya var, en az batı felsefesi kadar doğuda da birikim var, orada salt post komünistler yok, Çin ile Rusya ve çeperini dikkatli izlemek gerekiyor. 

- Özel bir soru ile bitirelim. Yurt dışında felsefi düşünce üzerine yazan bir yazarsın. Yeni çalışmaların var mı?

Felsefe alanı insanın önüne bambaşka bir ufuk açıyor. Yurtdışına çıkmam felsefi düşünceye ilgimi daha da güçlendirdi. Son olarak Doğatanrıcılık kapsam alanı içinde, iki doğatanrıcı isim; Yunus Emre ve Spinoza üzerine kitap çalışması yapıyorum. Yeni çalışmamda Ortaçağ İslam skolastiğinin katlettiği Hallacı Mansur ile Hristiyan Engizatörlerinin yaktığı Bruno gibi felsefe açısından çok önemli iki doğatanrıcı da yer alıyor. Şimdilerde, özellikle Marksist alandan Spinoza'ya dönüşler var. Geçmişte de Spinozacı Marksistler (Liebknecht, Plahanov; Althusser, vb.) vardı. Benim ilgim ise dünyada aşırı dinci ideolojinin iyiden iyiye görünürlük kazandığı bir evre de doğatanrıcılığı, Ortaçağ'da olduğu gibi, bir mücadele silahı olarak, onun çok önemli iki düşünürünün dilinden yansıtmak, bunlar Yunus ve Spinoza.

Öne Çıkanlar