Pandemi sürecinde eğitim
Umut Seçkin BULUT *
Pandemi sürecindeki eğitimi iyi anlamak için öncelikle ilkokuldan üniversiteye kadarki eğitim kurumlarının şimdiki durumuna bakmamız gerekir. Eğitim-Sen’den olduğunu belirterek verilere geçeyim: İlkokul, 24 bin 739, öğrenci sayısı: 5 milyon 280 bin, ortaokul, 18 bin 935, öğrenci sayısı: 5 milyon 280 bin, lise, 12 bin 515, öğrenci sayısı 5 milyon 21 bin, üniversite, 208, öğrenci sayısı 7 milyon 941 bin. İmam Hatip Ortaokulu,3 bin 535, İmam Hatip Lisesi, 5 bin 138, İlahiyat Fakültesi 105 (bu 208 üniversite içinde mühendisliklerden oldukça fazla)
İmam Hatip okullarındaki öğrenci sayısı, normal ilk, orta ve liselerde okuyanların %10’u kadar. Yine bu verilere göre 2015/2018 yıllarında İmam Hatip okullarında 978 bin öğrenci okurken, 2018/2019’da bu sayı 606 bine düştü. İşte bu yüzden birçok bölgede dayatmayla, mecbur bırakılarak imam hatip okullarına kayıtlar yaptırıldı, yaptırılıyor. Bu durum veliler açısından sorun yaratsa da erk bildiğinden şaşmadı, şaşmıyor da.
Eğitimde salt okul yetmez. Eğitim öğretimi destekleyen okula ait ve okul dışı kütüphaneler de çok önemlidir. Oysa okullarımızın neredeyse tamamında kütüphane yok; sadece sınıf dolaplarında öğretmenlerin, müfredat ve yönetmelikler dışında olmayan kitaplardan kotardıkları kitaplıklar var ama bunlar da maalesef her sınıfta yok.
Okula gitmenin yaşı var ama okumanın, bilgilenmenin ve kendini geliştirmenin sınırı ve yaşı yok; bu yüzden özelikle de halk kesiminin okuma alışkanlığını sağlayacak olan kütüphaneler Batı dünyasının vazgeçilmez kültür merkezleriyken bizde ‘olmazsa da olur’ bir anlayışla görmezden gelinmiş hep neredeyse ihtiyaç listemizde olmayan kitaplar gibi ötelenmiş kütüphaneler. Şimdiki kütüphane sayısının 1171 olduğu düşünülürse demek istediğim daha iyi anlaşılır. Çünkü 22 yılda sadece 56 yeni kütüphane açılmış. Buna karşın 2013/2018 yılları arasında cami sayısı 3 294 artmıştır.
Okuyanların kendileri için sorun yarattığı, okumayanlarınsa yaratmadığı anlayışında olanların bu doğrultudaki açıklamaları zaman zaman medyaya yansıyor. Bu açıklamalar düşünüldüğünde yaratılan ortamın bu zihniyettekiler için olan sonuçlar daha iyi anlaşılır gerçekten.
Bu özet şunu gösteriyor ki eğitimde en önemli konu, Eğitim Birliği Yasası’na vurulan darbedir. Bu darbe egemen olan düşüncenin ihtiyaç duyduğu kişileri yetiştirmesi için de gerekli ve bir o kadar da zorunlu.
2012’den beri uygulanan 4+4+4 kesintili eğitim modeli ülkemizde kız çocukları ve erkek çocukları için ayrı ayrı sonuçlar doğuruyor. Gelişmiş ülkelerin okulöncesi eğitimden sonra zorunlu ve kesintisiz olan ilk ve ortaöğretim çocuklarımızdan alınarak ‘yerli ve milli bir gelecek’ anlayışının önü açılmıştır.
Pandemiden önce de sonra da eğitimde atılan adımlar tepki topladı. Topluyor da… Çünkü öğrenciler arasındaki eşitsizlik giderek daha da derinleşiyor. Pandemi sürecinde yalnızca genel anlamda taşıyıcı olan 10 yaş altı çocuklar hem aileleri hem öğretmenleri için riskken öğretmenlerin hâlen aşılanamamış olması virüsün yaygınlaşmasını tetiklemektedir. Eğitimin diğer aşamalarındaki öğrencilerin bu anlamda risk taşıdıklarını, yazılı ve görsel medyaya yansıyan haber ve açıklamalardan biliyoruz.
Eğitim hakkını fiilen özgürce çiğneyen nadir ülkelerden biri de Türkiye. Pandemi sürecindeki önlemlerde ilk akla gelen belki de kurban edilen, maalesef eğitim hakkı oldu. Çünkü iki temel nedeni var bu kurban edilişin: İnternet bazlı eğitime erişebilen bir mutlu azınlık var ülkemizde. Üstelik başka başka kaynaklardan da eğitim aşamalarının gerektirdiği çalışmalara ulaşabiliyorlar. (Özel öğretmen, etüt ve özel kurs merkezleri vs) Bunlar üst gelir sahibi ve orta hâlli olan ailelerin çocukları…
İşçi sınıfının, yoksul mahallerde yaşayan yoksunların, köylerde, kasabalarda, ilçe ve illerde ayrıca metropol varoşlarda yaşayanların kaderlerine terk edilen çocukları düşünülmedi bile. Oysa, nasıl olur Pandemi öncesinde de eğitim eşitsizliğinin bu kadar yoğun olduğu bir ülkede önlemleri alıp Pandemi sürecinde bu eşitsizliği derinleştiririz diye akıl eden olmadı. Olduysa da sesi duyulmadı.
Okullar, uzmanların dediklerine göre bulaşma mekânları değildir. Hele ilkokul, okulöncesi gibi 10 yaş altı çocuklar kesinlikle bulaş aracı değil. Eğitimcilerin ve ailelerin risklerini ortadan kaldırmak eğitimcilerin bir an önce aşılanmaları ile olasıdır. Yoksul ve yoksun çocukların hakkını, uzaktan eğitime erişme olanağı olan akranlarından daha güçlü bir biçimde savunmalıyız.
Bu olmazsa bir nesli kaybedeceğiz. Bununla da kalmayıp çağdaş bir eğitimi hayata geçirmezsek başka başka geleceğimiz olan çocukları da kaybedeceğiz. Bu tehlike var çünkü. Çünkü 4+4+4 kesintili eğitimin sonucudur: Pek çok kız çocuğunun okulu bırakıp evlendirilmesi, erkek çocuklarının da işçi sınıfının bir parçası hâline gelmesi…
Sınıflı toplumların varlığını yadsınamaz biçimde gösterdiği şu zamanda eğitimin vazgeçilmez parçası olan öğretim kurumları sınıfsal "üstyapı" dışında düşünülemez. Sosyal bir üstyapı kurumu olan "okul"lar egemen sınıfların anlayışlarına göre biçimlenir ve varlıklarını sürdürür.
Eğitim-öğretim dizgesi sonuçta sınıfsal-ulusaldır. Bu yüzden bir Amerikan eğitimi karşısında bir Avrupa ülkeleri eğitim dizgesinden (ayrı ayrı tabii) bir Küba eğitim dizgesi ile İran Eğitim dizgesinden söz edilebilir. Benzer biçimde geçmişteki Osmanlı eğitim-öğretim dizgesi karşısında bir Türkiye Cumhuriyeti eğitim-öğretim dizgesinden söz edilebilir. Birbirini yadsıdıkları gibi birbirine karşılıkları da kaçınılmazdır ve bir o kadar da doğaldır bu. Yani topluma egemen olan bir sınıf eğitimi, öğretimi kendisi için biçimlendirir, planlar. Marks’ın (maddi üretim araçlarına hükmedenler, manevi üretim araçlarına da hükmederler) saptaması, eğitimin ve öğretimin sınıfsal özünü gözden uzak tutmamamız gerektiğini anımsatır bize. Çünkü geçmişten günümüze kadar sınıf damgası taşıyan eğitim kurumları, özellikler okullar şu üç şey gerçekleştirmişlerdir: Gelecek işçi kuşaklarına kapitalist rejime bağlılık ve saygı aşılamak, egemen sınıfların gençlerinden emekçi sınıflara kültürlü bekçiler yetiştirmek. Sermaye kârlarını arttırmak üzere bilimin teknik alana uygulamasını ve kapitalist üretimin artmasını sağlamak. Bu yüzden öğretmen de, ders kitapları da bu amaca göre hazırlanır. Bu ise kaçınılmaz olarak iki eğitimi dayatır: Biri, işçi, köylü, sıradan ve dar gelirli aydın ve küçük memurların çocukları için eğitim. "Sınıfsal ayıklama ve ayrıcalıklar" varsıllıkla orantılı olarak büyümektedir. Bu da eğitimde fırsat eşitliğinin maddi olanaklarla olası olduğunun bir başka görüntüsüdür. Çünkü varsıl sınıftan çocukların yüksek öğrenime devam etme oranı, işçi çocukların dan katbekat, yoksul köylü çocuklarından ise katbekatın iki üç misli fazladır. Ne yazık ki var olan eğitim sisteminin sonuçlarıdır bu. Var olanın doğasına uygun.
Bizim gibi ülkelerin genel eğitim durumuna eğilmeden önce bir saptama yapmak gerekli. Belki de bilinenin yinelenmesi demek daha doğru. Eğitim en büyük sorunlarımızdan biri. Sosyal ve sınıfsal çatışmaların yaşandığı ülkelerde çocuk hakları açısından eğitim-öğretim sözde olmaktan öteye geçemiyor. Sorunlu ülkelerde çocukları okula kavuşması bir şey ifade etmiyor artık. İlköğretimin başı ile sonu arasındaki kayıplar öyle çok ki. Yığınla eşitsizlikler ülkemizdeki eğitim-öğretimin boğazını sıkıyor. Kız-erkek, köy-kent, bölgeler, kentlerde ise semtler arasında, aşiretler ve dinsel varoş gettoları arasında, en önemli de tabii sınıflar arasında eşitsizlikler öyle çok ve öyle derin uçurumlar oluşturuyor ki bunları görmezlikten gelmemiz olanaksız.
Çocukluğumda parmak sallayan, kulak çeken; yetinmeyip şiddet uygulayan öğretmenler vardı. Ne yazık ki şimdilerde de var. Gazetelerin üçüncü sayfaları bu gibilerle dolu. Demek ki dayak da şiddet de cennetten çıkmış değil henüz.
Benzer özellikte yöneticiler de var maalesef.
Dünyaya parmak sallamaları, mazlumların kulaklarını çekmeleri ve yetinmeyip şiddet uygulamalarından geçilmiyor. Üstelik de öteden beri...
Doç. Dr. Fevziye Sayılan Hoca, Karga peşinde koşan çocuğun eğitim yoluyla yükselerek ülke kurduğu, çobanlık yapan çocuğun cumhurbaşkanlığına yükselebildiği dönem kapanmıştır, demiş.
Doğru söze ne denir ki...
Sadece dünyanın tüm okullu çocuklarını Pandemi değil yanlış eğitim anlayış ve politikaları da etkilemektedir maalesef. Çünkü eğitim sisteminin çocuklarımıza nasıl zararlar verdiğini bir anlayıp görebilsek eğitimciler, ebeveynler ve bunu dizayn eden üst yetkililer olarak... Sınıflı toplumlarda maalesef eğitim de eğitim kurumları da sınıfsaldır ve politiktir, ne denildiğinin, yazıldığının bir önemi yok aslında. Eskiden 'eğitim için sınav' vardı. Şimdi de 'sınav için eğitim' var... Aradaki farka kafamızı yorsak kurtaracağız geleceğimiz olan altın çocuklarımızı... Bir daha 'yetmez ama evet' anlayışı vs vs vs ile son değişiklik eğitimde 'TEOGrasiden' vazgeçilerek 'teokrasiye' geçiştir. Yapılması ve savunulması gereken şey: 'Herkes için nitelikli kamusal eğitim.' Çünkü dünyanın her yerinde eğitim üretim içindir ve geleceğimiz olan altın çocuklarımızı bilimle, eğitimle, gerçekle, güzelliklerle, doğrularla, taçlandırıp kanatlandırmaktır.
Yaygın Pandemi koşullarında bu yanlış örtülü de olsa sürmektedir.
Oysa hiçbir çocuk ebeveyninin küçüğü değil. Kendi hayatlarının kızları ve oğullarıdır. Bu yüzden onları kendimize göre değil, yaşayacakları zamana göre eğitmeliyiz. Sahi, ne demişti Hz. Ali, anımsamanın tam yeri: Çocuklarınızı bugün için değil, yarın için yetiştirin çünkü onlar sizinle aynı çağda yaşamayacaklardır. Bence her ebeveynin ve eğitimcinin, eğitim planlayıcılarının kulağına küpe olacak bir söz. Eminim ki yararımıza olan güzellikler var bu veciz sözde.
* salt okur
Not: 12 Nisan’da yapılacak olan açıklamada okullar da Ramazan süresince kapatılacaktır.