'Seyfo sırasında yaşananları anamdan babamdan duydum'
Melke GABRIEL*
Saygıdeğer Misafirler,
Sevgili Öğrenciler,
Anadolu’nun Sevgili Evlatları
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum!
Ben Melke Gabriel.
1915’te, Seyfo sırasında katliama uğramış, ocağı söndürülmüş, soyu kurutulmuş bir aileden geliyorum.
1948 yılında, Mardin ili, Midyat ilçesi, Hapisnas Köyü’nde doğdum. İlkokulu köyümde okudum. Benim çocukluğumda Hapisnas Köyü’nde Türkçe, Süryanice, Kürtçe ve Mıhelmice konşulurdu. Süryaniler, Kürtler ve Mıhelmiler bir arada yaşardı. Bu nedenle ben anadilim Süryaniceden başka Kürtçe, Türkçe, Arapça, Mıhelmice öğrendim. Mıhelmiler, günümüzden 300 yıl kadar önce Osmanlının zoruyla Müslüman olmuş olan Süryanilere verilen isimdir. Günümüzde Türkiye’de bir milyon kadar Mıhelmi vardır.
Askerliğimi Isparta ve Ankara’da yaptım. Askerlikte şofördüm.
Askerlikten sonra 1973 yılında Midyat’ta yapılan şoförlük imtihanını kazandım. Devlet memuru oldum. 1973’ten 1884 yılına kadar 11 yıl Midyat Kaymakamlığı Makam Şoförlüğü ve Veteriner Hekimliği şoförlüğü yaptım.
11 yıl süren hizmetim esnasında Midyat ve köylerinde çok çeşitli olaylara şahit oldum. Gördüklerim ve yaşadıklarım, başıma gelen olaylar beni çok etkiledi, çok düşündürdü ve çok korkuttu!
Süryanilerin anayurduna Süryanice Turabdin denir.
Turabdin’in Türkçe anlamı Allah’ın kullarının dağları, toprakları demektir.
Turabdin Mardin, Midyat, Nusaybin, Hazak, Cizre, Hasankeyf, Gercüş, Ömerli, Savur’u içinde alan coğrafi bölgedir.
Süryaniler Mezapotamya’da, Turabdin’de yaşamış olan, kökleri tarihin 6000 yıllık derinlerine giden bir halktır.
Bu yıl Süryani Akita takviminin 6676’cı yılıdır.
Turabdin’de yaşayan Süryaniler 1915 yılında Seyfo sorasında soykırıma uğramıştır. Süryaniler 1915 soykırımına SEYFO derler. Seyfo’nun Türkçe anlamı kılıç, kesmek demektir.
Ben ailemizin başına gelenleri, Seyfo sırasında yaşananları anamdan babamdan duydum. En çok babamdan dinledim.
Babam 1915 yılında 7 yaşındaymış. Raman Aşiretinin adamları köyümüze saldırmışlar. Süryanileri öldürmüşler, Hapisnas Köyü’nü yağmalamışlar. Babamın anasını, babasını, kardeşlerini gözlerinin önünde öldürmüşler. Katliam sırasında babam sağ kalmış. Raman Aşiretinden bir Kürt karı koca tarafından yakalanmış. Katır sırtında 20 kilometre uzaklıktaki Kasrik Köyü’ne götürülmüş.
Babam Hapisnas Köyü’nden Kasrik Köyü’ne götürülürken, yolda, kendi yaşıtı olan iki Süryani çocuğunun Kürtler tarafından öldürüldüğünü gözleriyle görmüş.
Babamı kaçıran karı koca Kürt ailesi babamı önce Müslüman yapmış, sünnet ettirmiş. Babamın Gewriye olan adı değiştirilmiş. Tahir olmuş.
Tahir, Kasrık Köyü’nde yapa yalnız kalmış. 7 yaşındaki babamı sığır çobanı yapmışlar. Babamı evin kadını çok dövermiş. Babam sadece köpeği ile konuşurmuş.
Babam üç yıl sonunda acıya ve cefaya dayanamayarak Kasrık Köyü’nden kaçmış. Hapisnas Köyü’nün yoluna düşmüş. Bir çerçi babamı Hapisnas Köyü’ne getirmiş.
Babam evini bulmuş. Fakat ev bomboşmuş. Ne ana var, ne baba ne de kardeş. Ağlamaya başlamış. Hapisnaslı bir Kürt babama yardım etmiş.
"Çocuk senin adın ne? Sen nereden geliyorsun?" diye sormuş.
Babam gerçek adını söylemiş. "Burası bizim evimiz!" demiş.
Babamı katliamdan sağ kalan amcasına götürmüşler.
Babama amcası sahip çıkmış.
Sevgili Kardeşlerim,
Ben çocuk yaşta iken, bir gün babama sordum.
"Baba, Kürt komşumuz Şerif’in dedesi, ninesi, amcası, dayısı var. Benim neden yok? Neden benim dedem, ninem, amcalarım erken ölmüşler?" dedim.
Babam tuhaf tuhaf yüzüme baktı!
"Melke, birisi sana bir şeyler mi anlattı?" diye sordu.
"Hayır! Kimse bana bir şey anlatmadı!" dedim.
"O zaman şükret haline! Senin anan, baban vardır! Ya ben ne yapayım? Ne anam vardır, ne babam! Ben yedi yaşından sonra ne ana gördüm ne baba! Ne ana baba sevgisi yaşadım, ne kardeş sevgisi gördüm! Üzülme ve korkma oğlum! Bak senin anan baban var? Bak ben varım!"
"Baba ne oldu bize? Nerede dedem, ninem?"
Babam beni karşısına aldı, anlatmaya başladı.
Sevgili kardeşlerim,
Bizim sülalemize Azizler Sülalesi denirdi. Çok kalabalık bir sülaleymiş bizim sülalemiz. Raman Aşiretinin adamları köyümüze ilk olarak 1915 yılı Mayıs ayı sonlarında saldırmışlar.
Bu saldırıyı yardıma gelen askerlerin de yardımıyla püskürtmüşler.
Ramanlıların intikam alacaklarını bekliyorlarmış.
Ne yapalım? Nereye gidelim? Ölümden nasıl kurtulabiliriz? diye düşünmüşler.
Sonunda köyümüzün bir kilometre doğusunda bulunan bir mağaraya saklanıyorlar. Su ihtiyaçlarını mağaranın yakınındaki su kuyusundan karşılıyorlarmış. Hava çok sıcakmış. Mağarada toplam 88 kişi saklanıyormuş. Çocuklar susuzluktan, sıcaktan ağlıyorlarmış. Yaşlı bir kadın çocuklara su almak için su kuyusuna gitmiş.
Tam o saatte Süryani direniş merkezi Aynwardo Köyü’nden dönmekte olan Raman aşiretinin silahlı adamları yaşlı kadını görüyorlar. Hemen saldırıya geçiyorlar. Önce su getiren kadını, sonra mağaraya saklanan 87 kişiyi hunharca öldürüyorlar.
Bu katliamdan sadece 13 yaşındaki, Meryem isminde bir kız çocuğu sağ kurtulmuş. Bu kız çocuğunu saldırganlardan bir Kürt yakalıyor, köyüne götürüyor, Müslüman ediyor ve oğlu ile evlendiriyor.
Meryem kocası ile birlikte arada sırada bizi ziyaret ederdi.
Bizler Azizler Sülalesinden 87 kişinin nasıl katledildiğini Meryem’den öğrendik.
Sevgili Kardeşlerim,
Yazar Kemal Yalçın 2009 yılında Midyat’a gitti. Azizler Sülalesinin öldürüldüğü mağarayı arayıp buldu. Mağaranın ağzında diz çöktü ve ellerini açıp dua etti. Sonra görüp yaşadıklarını Süryaniler ve SEYFO adlı kitabının üçüncü cildinde uzun ve teferruatlı bir şekilde anlattı.
Ben Kemal Yalçın’ı kitaplarından tanıdım. Bilhassa Emanet Çeyiz ve Seninle Güler Yüreğim adlı kitaplarını okuduğum zaman çok duygulandım, çok etkilendim. Seninle Güler Yüreğim’de yazılanların benzerlerini babam bana anlatmıştı. Kemal Yalçın hakikatleri aynen yazmıştı. Kemal Yalçın’ı arayıp bulmaya ve teşekkür etmeye karar verdim. Önce telefon ettim. Adresini aldım.
2008 yılı Şubat ayında üç oğlum ile birlikte Bochum’a gittik. Kemal Yalçın’ı evinde ziyaret ettik.
Kendi hayatımı ve Azizler Sülalesinin katledilmesini kısaca anlattım.
Kemal Yalçın çok ilgi gösterdi.
"Anlattıklarınıza inanıyorum. Fakat Midyat’a gidip, yerinde görmeliyim!" dedi.
Ben de "Eğer Süryaniler hakkında bir kitap yazarsanız size araştırmalarınızda yardımcı olabilirim. Turabdin dillerini konuşurum. Bütün köylerin eski ve yeni isimlerini Türkçe, Arapça, Süryanice, Kürtçe bilirim," dedim.
Anlaştık. Kemal Yalçın dört sefer Turabdin’e gitti geldi. Turabdin bölgesini adım adım, köy köye dolaştı. Yerinde araştırmalar yaptı. Olayları hem kitaplardan okudu, hem de canlı tarihlere anlattırdı. En az üç kişinin anlattığı olayları yazdı. 12 yıl süren uzun ve sabırlı çalışmaların sonunda 3 ciltlik SÜRYANİLER VE SEYFO adlı kitabını yayınladı.
Kemal Yalçın biz Süryanilere Süryani tarihini ve Seyfoyu gerçek ve doğru olarak anlatan ilk Türk yazardır. Bir çok Süryani, Seyfoyu ve Süryani tarihini SÜRYANİLER VE SEYFO adlı kitaptan öğrendi.
Sevgili Kardeşlerim,
Şimdi size gözüm ile gördüğüm, bizzat yaşadığım bir olayı çok kısa bir şekilde anlatmak istiyorum.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra Turabdin Bölgesindeki baskılar tüm Türkiye’de olduğu gibi korkunç bir şekilde artmıştı.
1981 yılında Bolu Komando Tugayı Mardin ilinin tüm ilçelerine gelip yerleşmişti. Tugay Komutanlık Merkezi Nusaybin Yatılı Bölge Okulu idi.
Tugay Komutanı Tuğgeneral Eşref Bitlisli idi. Daha sonra Jandarma Genel Komutanlığına atanmış ve Ankara’da bir helikopter kazasında hayatını kaybetmişti.
1981 yılı kış ayları çok sert geçmiş, çok kar yağmış ve çok fırtına esmişti. Kardan, buzdan, fırtınadan Mor Gabriel Manastırı’na giden elektrik direkleri tamamen yıkılmıştı. Manastırın elektrikleri 1981 yılı Eylül ayına kadar kesikti. Manastır sorumluları defalarca elektrik direklerinin onarılması, elektrik verilmesi için Mardin Valiliği’ne müracaat etmişlerdi. Nihayet eylül ayının bir cumartesi günü Mardin İli Elektrik İdaresinden bir mühendis ile 4 işçi Manastıra geldi. Yıkılan direkleri dikti, kopan telleri onardı. Şalteri indirdi. Elektrikler yandı. Alkışladık, sevindik, mutlu olduk! Devletimize teşekkür ettik! Şampanyalar patlattık!
O gün ben de Mor Gabriel Manastırı’nda bulunuyordum. Manastırda okuyan iki oğlumu ziyarete gitmiştim. Her şeyi gözlerimle gördüm. Şimdi her şey aynen gözlerimin önüne geliyor.
Elektrikler yandıktan sonra mühendis ve işçiler müsaade istediler.
"Yollar tehlikeli oldu! Her yerde arama tarama var. Akşam olmadan Mardin’e gidelim," dediler.
Tam o esnada komando askerleri ellerinde silahlarla manastıra girdiler. Bir yüzbaşı önde yürüyor, onun arkasından bir üsteğmen ile bir başçavuş geliyorlardı. Askerler dışarıda arabalarının başında kalmışlardı.
Yüzbaşı "Kimse yerinden kıpırdamasın! Leşinizi sererim yere! Ne oluyor burada? Ne toplantısı yapıyorsunuz?" diye öfkeyle bağırdı.
Hepimiz donduk kaldık! Metropolit cevap vermeye çalıştı.
"Hoş geldiniz komutanım! Sayın Valimizin emriyle kıştan beri bozuk olan elektrik hatları onarıldı, kesik elektriklerimiz bugün verildi. Manastırımız ışığa kavuştu. Bunun için buradayız!" dedi.
"Kes sesini! Kim verdi elektriği size?"
"Mardin’den gelen il elektrik mühendisi verdi komutanım!"
"Nerede mühendis? Onu söyle!"
"İşte burada Mühendis komutanım!"
Mühendis korkuyla öne çıktı:
"Buyur komutanım! Ben mühendisim!"
"Kimsin sen?"
"Mardin ili elektrik mühendisiyim!"
"Sen buraya neden elektrik verdin?"
"Komutanım ben sayın valimizin emriyle manastıra elektrik verdim!"
"Kes ulan sesini! Vali kim oluyor? Sana soruyorum! Kimden izin aldın da bu gâvurlara elektrik verdin? Vatan haini! Şerefsiz! Diz çök! Son duanı oku!"
"Komutanım bana küfretme! Ben Mardin Valisinin emriyle buraya geldim."
"Kes ulan sesini! Senin de, seni buraya gönderen valinin de anasını da, avradını da, sülalesini de! Diz çök! Son duanı oku dedim sana!"
Yüzbaşı silahını mühendise doğrulttu!
Mühendis diz çöktü!
Herkes korkudan donup kalmıştı!
Tam o anda metropolit Samuel Aktaş araya girdi.
"Komutanım! Mühendisin bir suçu yoktur! O da bir emir kuludur!" dedi. Yüzbaşı daha da öfkelendi:
"Konuşma! Araya girme! Ben bu vatan hainini öldüreceğim!" dedi.
Tam o sırada biraz ilerimizde bir üsteğmen manastırda görevli öğretmen İsa Garis Gülten’e feci bir şekilde dayak atıyordu.
Yüzbaşı ve üsteğmen o anda manastırda bulunanlara saldırdılar, önlerine geleni dayaktan geçirdiler.
Yüzbaşı Metropolit Samuel Aktaş’a "Mühendisi neden kaçırdın?" diye çok ağır hakaretlerde bulundu.
Sonra üsteğmen bir duvarın üstüne çıktı bağırmaya başladı:
"Ben dünyaya Türk olarak geldim, Türk olarak ölmek isterim! Türklük için canım feda olsun! Ne mutlu Türküm diyene!"
Biz sessizce yüzbaşıya bakıyorduk.
Yüzbaşı yaptığı ağır hakaretlerden ve attığı dayaklardan sonra, "Size yaptığım hakaretlerden dolayı eğer beni şikâyet etmezseniz dünyada sizden daha adi, daha şerefsiz insan yoktur!" dedi ve manastırdan çıkıp gitti.
Saygıdeğer Konuklar,
Bu anlattıklarım size tuhaf gelebilir, fakat yemin ederim ki gerçek böyle oldu!
Bu olaydan sonra valinin ve Tuğgeneral Eşref Bitlisli’nin huzuruna çıktık. Derdimizi anlattık, ağladık! Fakat ne yazık ki adalet yerini bulamadı! Bize verilen sözler yerine getirilmedi. Her zaman olduğu gibi bu olayın üstünü de kapattılar! Suç işleyenler ellerini kollarını sallayarak serbest kaldılar!
Şimdi diyeceksiniz neden bu olay oldu?
Mor Gabriel Manastırı dördüncü yüzyılda inşa edilmiştir. Müslümanlar için Mekke ve Medine ne ise, Süryaniler için Mor Gabriel odur!
Mor Gabriel Manastırı’na bu saldırı bilerek, Süryanileri korkutup, kaçırmak için planlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Bu saldırıdan Mardin ve Midyat’taki bütün mülki ve askeri yöneticilerinin haberi vardı.
Biz hakkımızı aramak için hangi kapıyı çaldıysak kapılar yüzümüze kapandı! Kimi kime şikâyet edeceksin? Kime güveneceksin? Tuttuğumuz her dal kırıldı, elimizde kaldı!
Bu olaydan sonra Süryaniler anayurtları Turabdin’i hızla, korkuyla terk etmeye başladılar. Ben de 1984 yılında var olduğum Turabdin toprağından gözüm arkada kalarak ailemle birlikte ayrıldım. Belçika’ya geldik. İltica ettik.
1915 öncesinde sadece Turabdin Bölgesi’nde 60 bin kadar Süryani yaşıyordu. Eğer hiçbir katliam, yıkım olmasaydı, insanlar huzur içinde yaşayabilselerdi günümüzde Turabadin’de 250 bin kadar Süryaninin yaşaması gerekirdi. Halbuki aradan geçen 102 yıl sonra Turabdinde sadece üç bin kadar Süryani kalmıştır.
1964 yılında Midyat’ta 9500 kadar Süryani, 500 kadar Kürt vardı. 2017 yılında ise Midyat’ta 100 bin kadar Kürt, Müslüman 600 kadar Süryani-Hıristiyan vardır.
Nereye gitti Süryaniler? Ne oldu bu Hıristiyanlara?
Sevgili Kardeşlerim,
Kemal Yalçın işte bu sorulara doğru cevaplar veriyor. Kemal Yalçın bizlerin acılarını kendi acıları kabul ediyor. Bir Türk yazarının bizim acılarımıza ortak olması, Seyfonun gerçek olduğunu kabul etmesi bizim acılarımızı azalttı, bizi huzura kavuşturdu. Kemal Yalçın’ın kitaplarını okuyan insanlar birbirlerini sevecek, barış ve huzur bulacaklardır. Ben Kemal Yalçın’ı tanıdıktan, kitaplarını okuduktan sonra Türklere karşı içimdeki kin, nefret ve korku azaldı. Huzura kavuştum. Kemal Yalçın bu nedenle sadece bir yazar değil, Seyfonun yaralarını iyileştiren bir doktor,Hıristiyanlarla Müslümanlar; Türklerle, Kürtlerle Süryaniler arasında barışı ve dostluğu geliştiren bir barış elçisidir benim için! Bu nedenle Kemal Yalçın’a huzurunuzda çok çok teşekkür ederim. Kendisine üstün başarılar dilerim.
Ayrıca Kemal Yalçın Arşivi kuran Essen Üniversitesi’ne, Profesör Kader Konuk’a ve bu Sempozyumu düzenleyenler çok teşekkür ederim.
Saygıdeğer konuklar beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla.
* Midyat- Hapisnas Köyünden Melke Gabriel’in, 15 Aralık 2017'de Duisburg-Essen ÜniversitesiUluslararası Kemal Yalçın Sempozyumu'nda yapılan Anadolu’nun Evlatları başlıklı konuşması
MELKE GABRİEL - 1948 yılında Mardin ili, Midyat İlçesi Hapisnas Köyü’nde doğmuştur. 1915 yılında Seyfo sırasında soyu kurutulmuş, ocağı söndürülmüş bir ailenin evladıdır. Midyat'ta Veteriner Hekimlik ve Kaymakamlık makam şoförlüğü yapmıştır. 1984 yılında ailesiyle birlikte Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmış, Belçika’ya iltica etmiştir. Halen Belçika’da Liege şehrinde yaşamaktadır. Kemal Yalçın Melke Gabriel ve ailesinin hayatını Süryaniler ve Seyfo adlı kitabında romanlaştırmıştır.