Sinema için ne yaptık? Ne yapmadık? Ne yapmalıydık?
Sera KADIGİL*
Son günlerde basında da sıkça yer bulan sinema ve "mısır" tartışmaları geçtiğimiz Perşembe gecesi sabaha karşı çıkan bir kanunla şimdilik sakinleşmiş gibi görünüyor.
Türkiye’de şu anda en büyük ve neredeyse tekelleşmiş bulunan dağıtımcı Mars Grubu ile gişe filmlerinin çoğunluğunun yapımcılığını yürüten ünlü simalar arasında çıkan tartışmanın nedeni aslında basit; göz göre göre tekelleşen Mars Grubu'nun 2014 yılından bu yana yapımcılara bilet gelirlerinden aynı payı vermesi, keyfine göre yaptığı promosyonlarla elde ettiği gelirlerin ve bilet satışlarının tek denetim merciinin de yine kendisi olması.
Ancak dahası var.
Salon işletmeciliğinin tekelleşmesi demek ülkede ne üretilirse üretilsin seyirci ile buluşabilecek kadar şanslı filmleri de aynı tekelin belirlemesi demek. Uzun zamandır vizyon imkanı bulamayan ya da Isparta’nın, Kahramanmaraş’ın mütevazı salonlarına razı olup büyükşehir izleyicinden umudu kesmek zorunda bırakılan bağımsız yapımcıların yıllardır duyulmayan tekelleşme uyarıları, mevzu büyük yapımcıları da tehdit eder hale gelince nihayet duyuldu ve konuyla ilgili yasal düzenleme bazısı olumlu bazısı olumsuz başka değişikliklerle birlikte yürürlüğe girdi. Rekabet Kurumu'nun kendi raportörlerinin raporuna ve doğrudan varlık sebebine aykırı şekilde uygun bularak izin verdiği AFM birleşmesinden sonra etkinliğini arttıran Mars Grubu'nun tekelleşmesinin yarattığı olumsuzlukları gidermek için bir dizi önlem getirildi.
Mesela bundan sonra tüm salonlarda bakanlık tarafından belirlenecek özel bir donanım kullanılması ve tüm bilet işlemlerinin bu uygulama üzerinden gerçekleştirilmesi zorunlu olacak. Salon işletmecileri sinema biletlerini başka bir ürünle birleştirerek satamayacaklar. Bu değişiklikler tekelleşme sorununun kendisine bir çözüm üretmese de bu sorundan doğan ve özü gelir dağılımında toplanan tartışmaları şimdilik sakinleştirmiş görünüyor. Ancak aynı grubun tekel gücünü kullanarak gelir dağılımına ilişkin sözleşmelerde normalde %50-%50 olan payını lehine arttırması ya da doğrudan bilet fiyatlarına zam yapması gibi hususların nasıl engelleneceği hususunda henüz bir düzenleme yok.
Bugün yaşanan soruna geçici çözümler arayan bir anlayışla yaklaşmaktan, yani "yaraya pansuman yapmaktan" ziyade gelecekte sektörü tehlikeye düşürebilecek durumlara ve mevcut reel sıkıntılara karşı da tedbirlerin alınması gerektiği aşikar. Örneğin, AB rekabet yasası film sektöründe temel olarak 'anti tekel yasaları' ve 'birleşmelerin kontrol edilmesiyle' çerçevelenen kurallarla bunu sağlamış. Böylelikle piyasada birleşme ve devralmalarla olabilecek tekeli veya iki taraflı anlaşmalarla yapılabilecek pazar paylaşımlarını da egale ederek ayrımcı olmayan bir şekilde pazara ulaşım ve böylelikle sektördeki çeşitlilik sağlanmaya gayret ediliyor. Ancak bizdeki hareketlilik henüz tekelleşme sorununa değil, bu sorunun yarattığı sonuçları hafifletmeye yönelik görünüyor.
Gelir dağılımı bir yana yasa değişikliği ile sinema desteklerinin geri ödemesiz hale getirilmesi, muhtaç durumdaki sinema sanatçılarına bakanlık eliyle destek sağlanması, birçok sinemacı için yılan hikayesine dönen çekim izni sorununu kurumsal bir şekilde çözmeyi öngören yeni çekim izni kurulları, bağımsız film gösterimi yapacak kamu mahallerine donanım desteği verilmesi, Türkiye’yi uluslararası çekimler için cazibeli bir yere dönüştürmek amacı ile getirilen yabancı film ve dizi desteği gibi bir takım olumlu düzenlemeler de mevcut.
Ancak bu olumlu yönlerine karşın sinema birlikleri ve sinemacılar tarafından hararetle ve haklı olarak eleştirilen bir maddesi daha var; sinema destekleme kurulunun yapısının değiştirildiği madde. Turizm ve Kültür Bakanlığı bünyesinde büyük çoğunluğu rüsul gelirleri yani doğrudan satılan biletlerden toplanan teşvikleri yine bu bakanlık bünyesindeki destekleme kurulu dağıtıyordu. Bu kurul şimdiye dek 10 meslek birliği temsilcisi 4 bakanlık atamasından teşekkül ediyordu. Yani kurulun karar çoğunluğu meslek birliği temsilcilerindeydi. Şimdi yapılan değişiklikle kurulun yapısı 4+4 şeklinde; yani 4 meslek birliği temsilcisi, 4 bakanlık ataması ya da temsilcisi şeklinde değiştirildi. Esasen teklifin ilk halinde yalnızca 3 meslek birliği temsilcisi olmasına karşın uyarılar üzerine 4+4 şeklinde bir revizyona gidildi. Ancak yine de çoğunluk meslek birliklerinde bırakılmalıyken bunun tercih edilmemesi eleştirileri ve endişeleri bir nebze dindirse de tam olarak ortadan kaldıramadı.
Yasa değişikliğine ilişkin çok tartışılan ve yanlış anlaşılmadan doğan bir husus da SANSÜR GELİYOR tartışması oldu. Bu tartışmalar kanun değişiklik teklifinde yer alan "değerlendirilme sonucu uygun bulunmayan filmler ticari dolaşıma sokulamaz" maddesinden ileri geliyor. Oysa bu madde halihazırda kanunda zaten vardı. Yani yeni gelen bir madde değil. Bu nedenle bu madde özelinde "sansür yasalaştı" denilemez, dense dense sansür maddesine sahip çıkıldı denilebilir.
Ayrıca destekleme kurulunda bakanlık temsilci ve atamalarının çoğunluk haline gelmesi de bakanlık yani siyasi irade tarafından uygun görülmeyen filmlerin desteklenmeyeceği gibi haklı bir endişeyi de beraberinde getirdi. Kaldı ki kurul kaç kişi olursa olsun ve çoğunluk nerede olursa olsun zaten bu desteklerin dağıtımında son onay yetkisinin bakanda olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Yani bu ve benzeri hususlarda asıl eleştiri, yeni getirilen düzenlemelerin geriliği ya da fevkaladeliği değil, sinemamızı gerçekten ileri götürecek herhangi bir adım atmıyor olmasında yatıyor.
Peki ne yapmalı?
Sıklıkla duyduğumuz bir cümle var, Türkiye yerli film izlenmesinde 1. sırada. Evet, öyle ve ne mutlu bize. Sinema filmi ve TV dizilerinden elde edilen gelirin 3 milyar TL’yi aşması ile övünüyoruz. Oysa sadece 2017 yılında sinema biletlerinden 10 milyar dolar elde eden ABD’ye ya da 8 milyar dolarlık Çin ile kıyaslamaya kalktığımızda ülkemiz sineması henüz potansiyelinin yüzde 20’sine dahi ulaşamamış görünüyor…
Sinema eserlerinin devlet eliyle desteklenmesi bir ülkenin sinema sanatının gelişmesi için elzem olup, gelişmiş birçok ülkede de sık karşılaştığımız bir uygulama. Zira, sinema endüstrisi sadece ekonomik değil aynı zamanda sosyal, kültürel ve siyasi etkileri açısından da dikkate alınması gereken bir yaşam şeklini ve kültürünü de etkileyen, hatta bu kültürü diğer ülkelere aktaran bir etkiye sahip. Cannes Film Festivali direktörü Gilles Jacobs'un "Amerika yalnızca film ihraç etmekle ilgilenmez. Bilakis, yaşam tarzını ihraç etmekle ilgilenir" sözü konunun aslında kültür emperyalizmiyle de yakından alakalı olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Bu bağlamda sinemaya ilişkin mevzuat değişikliği ve bu değişiklik üzerinde yapılan tartışmalar değerlendirildiğinde, konunun daha çok "ekonomi temelli" bakış açısıyla ve sermaye sahiplerinin kar paylaşımları çerçevesinde değerlendirildiği, diğer unsurların atlandığı ne yazık ki aşikar.
Evet, ülkemizde sinema filmi üretimimiz büyük bir hızla arttı, seyircinin yerli film tercihlerine bakıldığında ülkemiz en üst sıralara yükseldi. Ancak en çok izlenen filmlerin hepsinin belli bir çerçevede olması, bağımsız sinemamızın durma noktasına gelmesi, gişe odaklı ticari yaklaşımın öncelenerek sinema sanatının asli unsurlarının terkedilmesi, festivallere çıkartılan akıl dışı zorluklar nedeni ile festival kültürümüzün bilinçli hamlelerle zedelenmesi gibi problemler ülkemiz sinemasını yapıldığı ülkede çok izlenen ancak dünya sineması üzerinde etkisi ya da sinema sanatına katkısı olması gereken düzeyde olmayan üzücü bir hale büründürüyor. Elbette yaptığı işlerle yurt içinde ve dışında hepimizi gururlandıran birçok sinemacımız var. Ancak nicesi ve belki daha iyilerinin film yapacak, yapsa gösterecek fırsat bulamadan köreldiği de yadsınamaz bir gerçek.
Ülkemiz sinema sanatının gerçekten ilerlemesi ve dünyadaki etkisinin hak ettiği yere taşınması için atılması gereken adımlar son derece net olup gerçekten bu yönde irade varsa, sinema biletleri ve promosyon gelirlerinden kimin ne kadar pay alacağından daha köklü ve konuyu ciddiye alan bir değişime ihtiyacımız var.
Eğer gerçekten dünya çapında bir sektör yaratmak istiyorsak;
Sanat ve sanatçı üzerindeki siyasi baskılara ve her türlü sansüre derhal son verilmelidir.
Sadece sermaye sahiplerinin değil sinema emekçilerinin (yönetmenler, senaristler, diyalog yazarları, özgün müzik bestecileri, oyuncular, set işçileri vb.) de yıllardır yükseltmeye çalıştıkları sesleri duyulmalı, kendilerine asgari ve İNSANİ çalışma koşulları tesis edilmeli, setlerde can güvenliği sağlanmalı, sanatçıların ürettikleri eserler üzerinde hak ettikleri mali haklarının (telif hakları) sermaye tarafından gasp edilmesinin önüne geçecek yasal düzenlemeler yapılmalı, mevcut yasal düzenlemelerin uygulanması sağlanmalıdır.
Nasıl ki dağıtımcıya karşı yapımcıları korumak adına bakanlığımız büyük bir hızla harekete geçebiliyorsa aynı hassasiyeti patronu durumdaki yapımcılar karşısında güçsüz ve hakkını savunamaz durumda olan sinema emekçileri için de göstermeli ve yıllardır talep edilen yasal düzenlemeleri de benzer hızda hayata geçirmelidir.
Sinema alanında kurulu meslek birlikleri ve sendikalar güçlendirilmeli, sektörel sorunlarda kendilerine denetim görev ve yetkisi tanınmalıdır.
Sinema filmleri ile TV dizilerine aynı çerçevede yaklaşılmamalı, bunlar aynı hatta ve kapsamda tutulmamalı, TV dizileri ile sinema filmlerine ilişkin düzenlemeler net hatlarla birbirinden ayrılmalıdır.
Hangi sinema eserinin ne şekilde ve ne kadar desteklenmesi gerektiğine siyasi irade değil, sinema sanatı ile iştigal eden sektör temsilcileri karar vermeli, kurul yapıları buna göre düzenlenmeli, kurullar her türlü siyasi baskıdan uzak ve özerk kurgulanmalı, desteklerin dağıtımı objektif, ölçülebilir ve denetlenebilir kriterlere bağlanmalıdır.
Sinema sanatının yarattığı ekonomi yine ve doğrudan sinema sanatı için kullanılmalı, "topladığımız vergilerden bu kadar teşvik veriyoruz ya, daha ne istiyorsunuz" yaklaşımına son verilmelidir. Sinemayı destekleyecek kurul ve fonların sayısı arttırılmalı, teşviklerde ve teşvikleri dağıtan kişi ve kuruluşlarda çeşitlilik sağlanmalıdır.
Sınıflandırma ve değerlendirme hususlarında objektif kriterler belirlenmeli ve bu kriterler mevzuatla düzenlenmeli, sansür amacı ile uygulanmaya açık keyfi yaklaşımlara ve düzenlemelere derhal son verilmelidir.
Tüm bu tartışmalara konu yasanın varlık amacının ticari iş ve işletmelerden ziyade, sinema sanatını desteklemek olduğu gerçeği unutulmamalı, bağımsız sinemacıların ve bağımsız işleri gösteren salonların desteklenmesine öncelik verilmelidir.
Özetle sanat ve sanatçı özgür, kurumları özerk olmalıdır. Devlet ise üstüne düşen ve Anayasal bir zorunluluk olan sanata destek işlevini göstermelik geçici çözümlerle, kendi uygun gördüğü kimselere kendi uygun gördüğü biçimlerde değil, layıkıyla yerine getirmelidir.
*CHP Milletvekili ve Parti Meclisi Üyesi