Sınıf mücadelesinin geri dönüşü
Evren ÖZEN'in çevirisiyle Simon BLIN'in Libération'da yayınlanan makalesi
Eve kapanma, Sarı Yelekliler, yeni emeklilik düzenlemesine karşı gösteriler… XX. Yüzyılın sonunda sınıf mücadelesi kavramı geniş boyutlu düşünsel tartışmalarla birlikte geri döndü. Big data ve me too zamanında neden toplumsal dünyaya kafa yormamız gerekiyor?
İlkbahar dönemine denk gelen eve kapanma kışa denk gelen grevlerin hemen sonrasında meydana geldi. Bu iki olay arasında bir devamlılık söz konusu: Sınıfların mücadelesi. Bütünüyle işlevsiz kalmış üç sözcük pandemi sayesinde su üstüne çıkıyor yavaş yavaş. Bu dönemde güvencesiz emekçiler daha önce hiç bu denli görünür olmamıştı. Toplumsal karmaşanın hüküm sürdüğü bu dönemde, sarı yeleklilerden emeklilik reformuna karşı başkaldıranlara kadar üniversitedeki araştırmalarda ve denemecilerin kitaplarında sınıf kavramı yeniden konuşulur oluyor – oysa ENS’deki (École Normal Supérieure, Fransa’nın en prestijli yükseköğrenim kurumudur. Bu okullarda ülkenin en donanımlı akademisyenleri ve filozofları ders verir.ç.n.) «Marx okumaları» seminerleri on bir seneden beri hiç boş kalmadı.
Libé Emmanuel Todd «Fransa’nın kimliği sınıf mücadelesidir» diye belirtiyor. Aynı yazarın Macron’u eleştirdiği bir kitabı da mevcut, XXI. Yüzyılda Fransa’da Sınıfların Mücadelesi (Seuil Yayınları). Demografi açısından da iyi bir haberimiz var. «Sosyoekonomik olanı keşfetmek adına cemaatçiliği ve kimliğe dayalı değerleri bir kenara bırakıyoruz. Buna karşın salt ekonomiye dayalı olan kavramlar üzerinde halen pazarlıklar yapılabilir.» Les Délaissées - Terk edilmişler-isimli kitabını Fayard Yayınları’ndan yayınlamış olan ekonomist Thomas Porcher’ye göre «önemli olan, gerçek sorunları hedef alan ve bunları çözmeye çalışan sınıf mücadelesini yeniden tanımlamaktır». Bu söylem, farklı toplumsal alt sınıf katmanlarının «küreselleşme/finansallaşma/kemer sıkma üçlemesine» karşı bir birlik oluşturmasıyla şekil alabilir.
Amerika Birleşik Devletleri bile Amerikan Temsilciler Meclisi gibi daha ilerici alanlarda ortaya çıkan Marksist kuram karşısında çok fazla atağa geçememişe benziyor. Attığı oldukça cesur tweetler ile Demokrat Parti Milletvekili Alexandria Ocasio-Cortez «sınıf mücadelesini» gündeme getiriyor. Hollywood'da bazı filmlerde işlediği konularla bu trendi yakından takip ediyor. Örneğin Parazit filmi, bir cinayet oyunu içinde yerlerini alan bir zengin ve bir fakir aile arasındaki ilişkiyi zalimane bir hicivle anlatıyor. Aynı şekilde Joker filminde psikopat eğilimli ana karakter insanları devlere karşı sistem dışı bir başkaldırıya davet ediyor. New York Times gazetesi başyazarı Michelle Goldberg «Oscar törenlerindeki sınıf mücadelesi» başlıklı makaleyi kaleme aldı. Sınıf mücadelesi, gerçekten de çok şık bir kavram.
Otomobil fabrikasındaki işçisinden güvenceden yoksun işçi kadınlara ve sarı yeleklilere
Sermaye, sınıf, proletarya. Yakın zamana değin hâlâ tabu olan bu sözcükler kısa süre önce yeniden moda oldu. Lyon’da Villa Gillet tarafından düzenlenen bir tartışma sırasında söz alan sol siyasette mücadele eden bir tarihçi, Ludivine Bantigny şunları ifade etti: «Sözünü ettiğimiz üç kavramın belirli bir zaman aralığında ortadan kalkmış olmaları bu kavramlardan kaynaklanan sosyoekonomik gerçekliklerin de aynı biçimde silindiği anlamına gelmiyor. Toplumsal olaylar konusunda uzmanlaşmış olan Bantigny’nin savına siyaset bilimci ve liberal görüşlü Thibault Muzergues şu şekilde cevap veriyor: «Sınıf mücadelesinden söz etmek için Marksist olmak gerekmiyor.»
Apriori olarak bu kavram akışkan, sanal ve küreselleşmenin etkisindeki toplumumuzla çok da uyum göstermiyor. XIX. Yüzyılın bir sanayii destanı olarak devasa fabrikalar, duman kümelerinin sardığı göz alabildiğine uzayıp giden yerleşimler hükmetmeye dayalı ilişkileri görünür kılıyor ve Marksist düşünceyi geniş kitleler için erişebilir duruma getiriyor. Burjuvazi ve proletarya arasında az ya da çok şiddetteki bir çatışmadan söz ediyoruz. Bu çatışmanın sebebi ise ikincinin birinci tarafından istismar edilmesidir. Marks’a göre hangi çağda olursak olalım bu zıtlaşma, tarihin itici gücüdür.
Sınıflar arasındaki ilişkiler yüzyılların da ötesine geçiyor. Sosyal sınıflar yalnızca kapitalizme özgü değildir. Ondan önce de var oldular. Aynı şekilde sınıfların mücadelesi de Marks’tan da önceye dayanır. Marks bu kavramı Fransız Devrimi’nin liberal tarihçilerinden ödünç aldı. François Guizot, daha 1828’lerde Avrupa’da Medeniyetin Tarihi isimli eserindeki yedinci derste «Modern Avrupa, toplumdaki farklı sınıfların mücadelesinden doğdu.» diye yazıyordu. Fakat Marks açısından bakıldığında modern burjuva toplumu toplumsal çatışmalara bir nokta koyamadı. Engels ile birlikte 1848’de kaleme aldığı Komünist Parti Manifestosu’nda ifade ettiği üzere «burjuva toplumu yeni sınıfları, yeni baskı koşullarını, yeni mücadele şekillerini eskisine ikame etti.»
Smartphone ve 5G çağında sınıf mücadelesini ele alan Marksist teoriyi yorumlamayı «tıklama emekçileri» kadar iyi kim becerebilir?
Bugüne gelindiğinde yeni toplumsal sınıflar ve yeni baskılar hangileri olacak? Uber şoförleri, yeri yurdu belli olmayan çağrı merkezi çalışanları, sosyal medya moderatörleri, düşük ücretli bir iş olmadan 2.0 imparatorluğu var olamaz, dijital ekonominin bu yeni «proleterleri» görünmez olup sürekli bir devri daim içindedir. Smartphone ve 5G çağında sınıf mücadelesini ele alan Marksist teoriyi yorumlamayı «tıklama emekçileri» kadar iyi kim becerebilir? Sosyolog Antonio Cassili, en attendant les Robots – Robotları beklerken- (Seuil yayınları, 2019) isimli büyük eserinde şu tespitte bulunuyor: «Dijital emeğin kabul görmesi "dijital emekçilerin" değer üreticileri olarak gerçek bir sınıf bilinciyle donatılması için büyük bir siyasi amaç olarak kendini bizlere benimsetiyor.» Sınıf mücadelesi gelişiyor ve dönüşüyor. Artık işçi sınıfından dar gelirlilerden oluşan sınıftan söz ettiğimiz kadar konuşmuyoruz. Yüzleri artık kadın yüzü. Bu emekçiler otomobil sanayiinde çalışan işçi imgesinden geçip güvencesiz kadın emekçiye ve ondan da sarı yeleklilere ulaşıyor. Örneğin Priscillia Ludovski, Seine-et-Marne’da kozmetik işleri yapan bir serbest girişimci, Ingrid Levavasseur Eure Bölgesi’nden gelen bir hasta bakıcı. Kadınlar toplumsal başkaldırının ön saflarında yer alıyorlardı ve bu kadınlar şimdi motorin fiyatının artmasından, büyük şehirlere ulaşan paralı otoyollardan daha fazla ücret alınmasından şikâyetçiler. Sosyolog Céline Bessière ve Sibylle Gollac aile içinde gelir dağılımında cinsiyete bağlı olarak ortaya çıkan eşitsizliği ele aldıkları bir deneme olan Genre du capital – Sermayenin cinsiyeti – (La Découverte yayınları, Şubat 2020) isimli kitaplarında önemli bir konunun altını çiziyorlar. «Sarı yelekliler hareketi daha önce medyada hiçbir zaman göremediğimiz dar gelirli alt sınıfların tanımadığımız insanlarını sahnede en önde görmemizi sağladı.»
Piramit şeklinden topaç şekline doğru
Sınıf mücadelesinin toplumsal ilişkilerin okunmasında güvenilir bir yorumlama olmasına karşın bu tespit her zaman için geçerli değildi. Kavram çok uzaklardan geliyor. Pek çok yazar bu kavramın ortadan kalkacağına dair kehanetlerde bulundu. Daha 1959’da bile muhafazakâr bir sosyolog olan Robert Nisbet «The Decline and Fall of Social Class» - Toplumsal sınıfın gerilemesi ve yok oluşu- isimli makalesinde toplumsal sınıf kavramının sona erdiğini ilan ediyordu. Amerika’nın antikomünist histerinin etkisinde olduğu soğuk savaş döneminin tam ortasında bu makale büyük gürültü kopardı. 90’lı yıllarda ise iki sosyolog Anthony Giddens ve Ulrick Beck de sınıfların yok olacağını ve yerine aidiyet bilinci olmayan bireylerin geleceğini öne sürdüler. Sınıf mücadelesinin sona ermesi, muhafazakâr ve liberal düşünürler için bir fantezi mi?
Yukarıdaki tespit hep aynı şekilde gerekçelendiriliyor. Eğitim alanındaki eşitsizliklerin azalması, tüketime erişimin artması ve ekonominin üçüncül sektörünün gelişmesi toplumda bir homojenleşmeyi doğuracaktır. La Seconde Révolution Française - İkinci Fransız Devrimi – (Gallimard yayınları, 1988) isimli kitabında Fransız sosyolog Henri Mendras otuz yıllık muhteşem yıl sonrasında (1945’te II. Dünya savaşının sona ermesinden itibaren başlayan ve 1975 yılına kadar süren hızlı büyüme için kullanılır. Tüm dünyada çok güçlü sanayileşme, teknolojinin gelişmesi ve hizmet sektörünün ciddi anlamda öne çıkması sonucunda kalkınma adeta sıçrama yaptı ç.n.) özel sektörde çalışanların genele yayılmış bir orta sınıfın temelini oluşturmaya başladığını anlatıyor. Bu açıklama bölmelere ayrılmış açık çalışma alanlarıyla uyumlu ses ve ısı yalıtımını sağlayan halı kaplamalı iş yerlerinin habercisi olarak görülebilir. Bu anlayış aynı zamanda zevki sefahat toplumunun ve herkesi tatile göndermeyi hedefleyen bir anlayışın da kehanetini ortaya koyuyor.
Yoksulların en altta geniş bir tabakayı oluşturduğu az sayıda zenginin en üstü işgal ettiği piramit şeklindeki toplumdan topaç şeklinde resmedilen bir topluma geçiyoruz. Mendras’a göre orta tabakadaki bireyleri gösteren yapı çoğunluğu oluşturacak olan yekpare bir blok ortaya koyabilecekti. Bu bütünleşme yalnızca ekonomik değil aynı zamanda kültüreldir de. Bu tespit, sessiz Devrim isimli makalesi ile postmateryalist değerlerin önce çıkmasını betimleyen Amerikalı siyaset bilimci Ronald Inglehart’a aittir. Batı toplumları temel ihtiyaçların karşılanması konusunda öyle bir seviye ulaştılar ki bundan böyle uhrevi değerlere yönelmeye başlayacaklardı. Takıntıdan ve sahip olmadan kişisel gelişim amentüsüne doğru bir dönüşümden söz ediyoruz.
1989’un sakin bir gününde Amerikalı akademisyen Francis Fukuyama The National Interest – Ulusal Çıkar - isimli dergide «Tarihin sona erdiğini» ilan ediyor. Makalesinde hiçbir çatışmanın yaşanmayacağı üçüncü bir yılın gelişini müjdeliyor. Umut üzerine iliştirilmiş ideolojik bir kurusıkı tabanca böylece ateşlendi. Toplumsal olarak yatışmış barış içinde bir dünya. Ama bu sükûneti ekonomik olarak doyuma erişmeye bağlı. Silikon Vadisi’nin yüksek teknolojiye dayalı öforisine (abartılı ve patetik bir coşkunluk ç.n.) özgü destansı bir giriş adeta bu tespit. Sınıf mücadelesi çoktan unutulmuş eşyalar dolabına kaldırıldı.
«Sarı Yelekliler'in birden bire sokaklara dökülmesi ortak bir bilinçte yeni bir kimlik kazanma sürecine işaret ediyor ama bu sefer klasik şeklinden epeyce farklı. Bu bilinçlenme eylem halinde vücut buluyor. Sendikalar ve siyasi partiler bu süreçte yoklar. »
MARC ABÉLÈS
Siyaset antropoloğu
80’li yıllardan itibaren Fransız akademi dünyası sosyal sınıflara yapılan göndermeleri bütünüyle terk etti. Bunu yaparken de akademi, Alexis Spire ve Emmanuel Pierru’nun 2008 yılında Revue française de sciences politiques’te -Fransız Siyaset Bilimi Dergisi - yazdıkları üzere «sosyal körlük» (social blind) daha başka bir anlatımla sosyal umursamazlık kavramına sığındı. Tarihçi Ludivine Bantigny akademik çevrelerin bu tutumunu şöyle açıklıyor: «O dönemde harekete geçirici etkiye sahip, eylemsel bir sözümüzün varlığına inanıyorduk. Artık işçilerin dünyası diye bir kavram yoktu. Sosyal sınıflardan da söz edilemeyeceğine göre mantıksal sonuç çerçevesinde sınıf mücadelesi diye bir terim de var olamazdı. » Bizler için de her akademik tespitte başlangıç noktası bu gerçeklik olacaktı. Bilimsel konuşmalarda sınıf mücadelesi neredeyse yok oldu. Bu kavramın gerilemesinin ardından Pierre Bourdieu’nün koruyucu figürü ile birlikte yine ona ait olan sosyal hiyerarşilerin üretilmesi analizi aşırı derecede determinist olarak değerlendirildi. (determinizm, özgür iradeyi bir yanılsama olarak gören bu felsefi akıma göre eylemlerimiz, düşüncelerimiz ve kararlarımız bir sebep sonuç ilişkisine göre önceden belirlenmiştir ç.n.).
Daha anaokulundan itibaren 4 veya 5 yaş çocuklarında bile sosyal ve kültürel anlamda egemenlik kurmaya dayalı ilişkileri inceleyen ve eşitsizlikler üzerinde detaylı raporlar hazırlayan Bernard Lahire, «sosyal bilimler alanında çalışan araştırmacılar bilimsel olarak nesnel düzlemde ölçülebilecek somut eşitsizlikleri ele almak yerine bireylerin hissettikleri haksızlık duygusunu ele alıp bunun üzerine yazıp çizmeyi tercih ettiler» diyerek meslektaşları hakkında serzenişte bulunuyor. Yine Lahire’e göre 80’li ve 90’lı yıllarda «bireye kadar inip tüm toplumu küçük gruplar halinde bölümlere ayırmak adına toplumsal olanın seyreltilmesine ve sosyoekonomik gerçekliklerin silinmesine tanık olduk. Öte yandan Jean-Claude Passeron’un söylediği gibi eşitsizliklerden söz eden sosyolojiden başka bir sosyoloji mevcut değil.» 2013 yılında Savoir/Agir-Bilmek/Eyleme geçmek- Dergisi’nde sosyolog Gérard Mauger’nin tespitine göre daha da kötüsü «yoksul halk katmanlarının idealize edilerek incelenmesine dayalı bilimsel çalışmalar artık oldukça olumsuz gözle görülür oldu». Komünist Parti'ye yazılmış «Mermer Adam» FN’ye (Front National, Milliyetçi Cephe, milliyetçi ve Katolik çizgide aşırı sağ olarak tanımlanan siyasi parti ç.n.) oy veren «lümpen adama» indirgendi.
Siyasi düşünceler de sınıf mücadelesi kavramından uzaklaştı. Siyaset antropoloğu Marc Abélès «Mitterand’ın zaferinden sonra sınıf mücadelesinin etrafında yapılan tartışmalar adeta tozlu raflarda unutulmaya başlandı» diyerek önemli bir tespitte bulunuyor. Sosyalistlerin ideolojik mihenk taşı olarak gösterilen sınıf mücadelesi kavramı 1990 yılında Sosyalist Parti bildirgesinde arkalarda kaldı. Yirmi yıl sonra 2011’de ise sosyalist bir düşünce kuruluşu olan Terra Nova ilk defa yoksul toplum sınıflarının terk edildiğini akademik bir dille kabul etti. Çünkü bu toplum kesimleri çoktandır haklarını elde etmişlerdi. Sosyalist ideoloji böylece yeni mantrasını ortaya koyuyor: Ekonomik ve de kültürel çifte liberalizm. Toplumsal olandan çok topluma ilişkin olan tercih ediliyor (Social ve Sociétal kavramları arasındaki fark vurgulanmak isteniyor. Sociétal oldukça yeni bir kullanım. 2000’lerden sonra gelen toplum yapısı ifade edilmek istenmiştir ç.n.). Seçmen kitlesinin belirlenmesi bağlamında da şu kesimleri özellikle zikredebiliriz: Kadınlar, üniversite mezunları, yoksul semtlerin gençleri, azınlıkta olanların her türü ve «ilerici» sıfatını taşıyan herkes.
Sosyal sınıf mücadelesinin sona erdiğini ilan eden öngörü uzun süre etkili olamadı. Trump öncesi popülist düzlemde toplumsal sahanın çatlaklara ayrıldığını ilan eden teoriler hızla çoğaldı. Finans krizi kartları yeniden kardı. «Quadrature des classes – Sınıfları Kareleme - (Le Bord de l’eau yayınevi, 2018) isimli kitabın yazarı Thibault Muzergues, «Thatchercı akımın işçi mahallelerindeki ailelere mülkiyete erişme imkânı sunmak gibi bir ülküsünün olduğunu hatırlatıyor bizlere. 2008 finans krizi ile birlikte "classless society" denilen sınıfsız toplum görüşü bütünüyle yıkıldı.» İpoteklerin ve banka alacaklarının tahsil edilememesi sonucunda yaşanan iflas sonrasında özellikle Anglosakson ülkelerde eşitsizlikler patladı. Toplum her şeye sahip olanlarla hiçbir şeyi olmayanlar arasında kutuplaştı. Ekonomist Thomas Piketty’nin Le Capital au XXIe Siècle – XXI. Yüzyılda Sermaye – isimli kitabı «süper maaşlılar» kesimini irdeliyor ve bu kitap tüm dünyada en çok satanlar listesine girerek 2.5 milyondan fazla basıya ulaştı.
Tarlaların proleterleri ve şehirlerin beyaz yakalıları
Sınıflar geri dönüyor ama bunlar hangileri? Herkes bu olguyu kendi bakış açısına göre yorumluyor ve bu konu üzerine zihninde oluşan kendi şemasını çiziyor kâğıda. Önemli başarı elde eden denemesinde, La France périphérique – Periferideki Fransa – (Flammarion Yayınevi, 20104) coğrafyacı Christoph Guilluy toplumsal ve karasal anlamda bütünüyle ikiye bölünmüş bir ülkenin betimlemesini yapıyor: Tarlaların proleterleri şehirlerin beyaz yakalılarına karşı. İngiliz gazeteci David Goodhart’a göre de «İki klan» çarpışıyor (2019’da Arènes Yayınevinden çıkan kitabının başlığı da aynı tanımlamaya sahip). «Anywhere»’ler «Somewhere»’lere karşı, her yerde olabilenlerle tek bir yerde olabilenler karşı karşıya de diyebiliriz, sürekli seyahat eden elitlerin karşısında aynı yerde bulunmaya mahkûm geniş halk kitleleri, diplomalıların karşısında vasıfsızlar, çıkar karşısında kimlik, uyum sağlama karşısında gelenek.
Küreselleşme taraftarları yerelliği savunanlara karşı, liberaller ise muhafazakârlara, devrimciler ise gericilerin karşısında saf tutuyor. Her şey tanımlama ve sergileme üzerine. İdeolojik jargondan anlam kaymalarına uzanan bir yol var. Archipel français – Fransız Kümeleri (Seuil yayınları, 2019) isimli eserinde araştırmacı Jérôme Fourquet toplumdaki bu büyük kopuşların bir «kümeleşme» şeklini aldığını aktarıyor. Yine Ifop’un (Institut français d’opinon publique) – Fransız kamuoyu kurumu – ünlü ismi olan Fourquet «orta sınıftan ayrışan» Fransa’da insanların bundan böyle «sınıf kimliklerini tüketim güçleri çerçevesinde» inşa ettiklerini söylüyor. Sanki biraz toplumun evrimini Lidl mağazasından alınmış (daha çok toptan alışveriş yapılan düşük kaliteli ve düşük fiyatlı ürünlerin satıldığı Alman menşei hipermarket ç.n.) bir alışveriş torbasının içinde, 200 avro değerinde Nike marka bir çift ayakkabının ardında ya da büyük bir Nutella kavanozunda aramak gibi bir durum söz konusu.
Farklı yaşam şekillerinin homojenliğine dayanan tez bile oldukça kırılgan durumda şu anda. Sosyolog Philippe Coulangeon’un yaptığı incelemeye göre uygulamalar açısından olduğu kadar içerikler açısından da eğitim ve kültür düzleminde toplumsal sınırlar hâlâ oldukça sıkı. Grasset yayınlarından 2011 yılında çıkmış olan Les Métamorphoses de la distinction – Farklılaşmanın Dönüşümleri – isimli eserinde araştırmacı Coulangeon, «Bugünkü Fransa’da "kültürel sermayenin" güçlü bir şekilde toplumsal yörüngelere bir yön verdiğini yazıyor. Eylül ayında Libération’daki bir yazısında Bernard Lahire, «Bilgilerin bile belirli bir zümre tarafından diğerlerinin aleyhine elde tutulduğunu ve biriktirildiğini» vurguluyor. Eşitsizlikler toplumsal yaşamın en küçük köşe başlarında bile belirgin bir yer tutuyor, günlük yaşamın sıradanlığında kendini gösteriyor. Kullandığımız dilden beslenmeye, sınıf mücadelesi yalnızca ekonomik değil aynı zamanda kültürel de. Bunun sonucunda «gücü ve hemen her kaynağı elde tutanlardan oluşan kesim için yaşam süresi uzayıp gitmektedir» diye ekliyor Bernard Lahire. Aynı anda diğerlerinin yeryüzündeki var olma süreleri kısalıyor. Çünkü kaynaklara aynı derecede erişemiyorlar.
Elimizde bulunan okumalar ne olursa olsun çatışmacılığın ani ve sert biçimde geri döndüğüne ilişkin düşünce zihinlere egemen oluyor. Science-Po’nun – Institut de Sciences Politiques de Paris (Paris Siyaset Bilimi Enstitüsü Avrupa’nın önde gelen Siyaset Bilimi üzerine uzmanlaşmış yükseköğrenim kurumlarından birisidir ç.n.) bünyesinde yer alan Cevipof (Siyaset Bilimi Enstitüsü Araştırma Merkezi) siyasi güven Ölçüm birimi tarafından yapılan 10. Dalga araştırma sonuçları yükselen öfke konusunda önemli tespitlerde bulunuyor. Yoksul kesimlerle orta kesimleri bir araya getirebilen sarı yelekliler hareketi «örgütsüz ve ifade edilmekten uzak yeni bir sınıf mücadelesi şeklinin sınırını çiziyor.» Marks tipi sınıf mücadelesinin diğer bir yüzünü yansıtıyor bu tespit. Dünyanın tanımlanmasının ötesinde, kapitalizme dair tespitler üzerinden gidecek olursak Marks’ın penceresinden yaptığımız analiz bağlamında sarı yelekliler hareketinde aidiyet duygusunun yaşamın nesnel koşullarıyla bütünleştiğini söyleyebiliriz. Marc Abélés, «sınıf mücadelesinin var olabilmesi için sınıf oluşturabilme durumuna gönderme yaparak birlik halinde kalabilecek bireylere özgü bir bilincin var olması gerektiğinin» altını çiziyor. Ona göre bu bilincin oluşabilmesi için bir arada bulunma durumunun bir amaç için hareket etme eylemine dönüşmesi şart. «Sarı yeleklilerin birden bire sokaklara dökülmesi ortak bir bilinçte yeni bir kimlik kazanma sürecine işaret ediyor ama bu sefer klasik şeklinden epeyce farklı. Bu bilinçlenme eylem halinde vücut buluyor. Sendikalar ve siyasi partiler bu süreçte yoklar.»
Sınıf bilinci tüm unsurlarıyla var olmaya devam ediyor. Pinçon-Charlot’nun bir hayli medyatik olan çalışmalarının gösterdiği üzere büyük burjuvazi hareket halindeki bir sosyal sınıfın en güzel örneğini sergiliyor. Otuz seneden beri sosyoloji ile uğraşan bu çift les beaux quartiers – güzel semtler – (Seuil yayınları, 1989) isimli kitaplarında ekonomik ve kültürel «kesintilerin» mantığını ortaya koyduktan sonra Macron karşıtı bir söyleme yöneldiler ve le Président des ultra-riches – en zenginlerin Başkanı – (La Découverte yayınları, 2019) isimli polemiğe meyilli nitelikteki makaleyi kaleme aldılar. Her şeyden sonra bir zamanlar dünyanın en zengin adamı olan Warren Buffet en güzeli söylüyor olmasın sakın? 2005 yılında katıldığı bir CNN programında şunları dile getirmişti: «Sınıfların arasında bir çatışma olduğu kesinliği sabit bir olay. Ama savaşı yöneten ve kazanmakta olan sınıf benim sınıfım, yani zenginlerin sınıfı.» Amerikalı bir milyarder sınıf mücadelesinden dem vuruyor. Ne denli ilginç öyle değil mi? Üzerinde düşünmeye değer.
27 Nisan 2020 tarihli makalenin linki: