Sultanların gözyaşları
Gözyaşının duygusal olanı insan ruhuna özgü bir deneyimdir ve faydalıdır. Sultanlar da her fani kul gibi duygulandıklarında gözyaşı dökmüşlerdir. Buraya kadar normal. İşin normal olmayan yanı ise; Allah korkusundan veya beşeriyetin sıkıntılarını dert edinmekten değil de sırf insanî hislerinden dolayı sık sık gözyaşı döken sultanların tezat bir şekilde nice zorbalıklara yeltenmiş olmalarıdır. Bunu daha da ilginç kılan ise; halkların parasıyla sarayda keyf süren sultanların döktükleri bu gözyaşlarını, onların fazlaca dindarlıklarına yoran fakir milletin safderûnluğudur.
Önce tarihe kısa bir yolculuk yapıp Abbasî Devleti'nin şanlı sultanı Harun Reşid’e bakıyoruz. Bir gün alimleri etrafında toplamış ve susuzluğunu gidermek için de bir tas su istemişti. Etrafındaki alimlerden Semmak;
"Bir dakika! Kolayca ulaştığın bu sudan mahrum olduğunu var sayalım. Bu tas suyu kaça alırdın?" deyince Sultan;
"Malımın yarısını verirdim." deyip suyu içtikten sonra aynı alim;
"Pekiyi! Bu bir tas suyu vücudundan dışarı atman gerekecek. Bundan mahrum olduğunu varsayalım. İçtiğin suyu rahatlıkla atabilmen için ne kadar malını verirdin?" deyince bu defa da Harun Reşid;
"Sağlığım için malımın geriye kalan yarısını verirdim." dedi. Alim Semmak: "İşte senin beğendiğin saltanatın değeri, bir tas içimlik su kadardır." deyince bunu duyan Harun Reşid duygulanıp hüngür hüngür ağlamaya başladı. (İbn'ul-Esir; el-Kâmil)
Bide bakıyorsun bu aynı Harun Reşid; Abbasi Devleti’ne büyük emekleri olan Bermeki ailesini kılıçtan geçirip kadeh arkadaşı olan Caferi öldürtüyor. Sonra da onun cariyesini çağırıp şarkı söylemesini emrediyor. Şarkısını beğenmeyince de cariyenin elindeki udu alıp kafasında parçalıyor. Zavallı cariye kanlar içinde kalıp birkaç gün sonra ölüyor... (İbn-i Kesir; el-Bidaye)
Sonuçta böyle istikametsiz yaşantısıyla Harun Reşid; 23 sene gibi uzun bir saltanat hayatında nice zulümlere imza attıktan sonra o da her fani gibi ölümle tanışmaktan kurtulamadı ve 46 gibi genç diyebileceğimiz bir yaşta öldü. (Yakubî; Tarîh)
Tabii; taban tabana birbirine zıt olan bu gibi tavırlar, zahit ve sofu dediğimiz sultan-halife Harun Reşid’e mahsus değil! Emevi, Abbasi ve Osmanlı'nın nice sultanlarında bu çarpık karakteri görmek mümkündür.
Mesela; Emevilerin sevilmeyen sultanı Yezid; Müslim bin Ukbe komutasındaki ordusunu Medine’ye göndermişti. Ordu içerisindeki askerlerden Yahya el-Ğassan, Hz Peygamber (a.s.m)’ın Mescidi’ne girmiş ve orada Medine’nin dört fakih ve aliminden biri olan A. Melik'ten şöyle bir fırça yemişti;
"Anan seni doğurmayası! Sen, Mekke'ye kiminle savaşmaya gideceğini biliyor musun? Sen, hicretten sonra Medine’de ilk doğan Müslümana karşı savaşa gidiyorsun. O, Hz. Resul’ün havarisi Zübeyr'in oğludur. Vallahi ona gündüz gitsen oruçlu gece gitsen namazda görürsün. Şayet yeryüzünün insanları onu öldürürse, Allah hepsini cehenneme atar..."
Gelin görün ki bu ikazlarda bulunan Medine fakihi-alimi Abdülmelik, yarın Emevi Devleti'nin başına geçip sultan-halife olacağını ve bizzat övdüğü Abdullah Bin Zübeyr'in üzerine yüz bin adamı öldüren ve Emevi’nin en zalim valisi olan Haccac‐ı Zalim'i göndereceğini bilmiyordu. Gerçekten yıllar sonra babası Mervan'ın ölümü üzerine Abdulmelik devletin başına geçti. Zalim Haccac’ı, Mekke’nin üzerine gönderdi. Kâbe'yi mancınıkladıktan sonra büyük bir çarpışmadan sonra Abdullah bin Zübeyr’i şehit edip cesedini çarmıha gerdi...(Suyutî; Tarihu’l Hulefa) Sultan A.Melik; Nice haksız icraatlarından sonra sarayında ölmeden önce, ömrünü sıradan bir insan gibi çalışıp ibadette geçiremediğine hayıflandığı rivayet edilir. (İbn-i Asakir)
İşte; bir insanın daha zıt kutuplarda iki farklı portresi. Osmanlı'da da durum farklı olmayıp özetle anlayacağımız; tarihte saltanatın bozmadığı adaletli ve ahlâklı idareciler tek-tüktür.
Hatırlarsınız; geçen ay Ankara’da 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde işçi bir kadın; "Allah’ım Cumhurbaşkanımıza hayırlı uzun ömür ver. Hizmetlerini tamamlamayı nasip et. Ülkemizin, insanlığın ve İslam âleminin ona ihtiyacı var. Şayet buna ömrü vefa etmeyecekse ve benim ömrüm var ise Rabbim lütfen benim ömrümü ona ver." demiş ve bunun üzerine C. Başkanı Erdoğan da duygulanıp gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Bir insanın gözyaşı dökmesi onun yufka yürekliliğine, şefkat ve merhamet yüklü olduğuna yorulabilir...
Tezat olan şu ki; AKPM’nin, BM, Af Örgütü, Dünya Müslüman Alimler Birliği, Avrupa Parlamentosu, Dünya İşkence Karşıtı Organizasyonu, İnsan Hakları İzleme Örgütü, basın örgütleri, sendikalar, STK'lar, 32 baro ve muhalefet partilerinin, dünyada koronavirüs tehdidi altındaki mahpusların tahliyesi için yaptıkları anlamlı çağrılarına o gözyaşların sahibi olan Erdoğan ilginç bir şekilde hepsine kulağını tıkayıp yeni infaz yasasını bir AKP-MHP paketi olarak meclisten geçirmeye çalışıyor. Hâlbuki; hukuk devleti kriterlerine göre büyük çoğunluğu masum olup sayıları 300 bine dayanan tutuklu aritmetiğine baktığımızda cezaevlerin nice trajik sahnelere gebe olduğunu anlayabiliriz; 0-6 ay arası 780 bebek, 6-18 yaş arası 2.500 çocuk, 1.333 hasta tutuklu, 457 ağır hasta, 115 gazeteci, 11 bin kadın, 50 bin siyasî tutuklu bulunmaktadır. Uzmanlara göre; bir korona virüsü salgınının cezaevlerini koca bir kabristana çevirmesi an meselesi...
Evet; sultanların bu tezat tavırları, bilinçli halkları tarafından elbette bir yâd-ı cemil olarak yorumlanmayacaktır. Belki; bu istikrarsız karakterler, sahiplerinin aleyhinde bir tanıklığa imkân sunup, onları sadece ötede mahcup etmekle kalmayacak, dünyada uluslararası toplum nezdinde güvenilirliklerini de kaybettirecektir!
Zaman; geçici bir saltanat uğruna halklara gözyaşı döktürüp yanlışta inat etmek zamanı değildir. Zaman; tarihten ibret alıp akl-ı selimle hareket etmek, hak ve hukuka geri dönmek zamanıdır.