Ya Ayasofya'nın en derinlerindeki el sürülemeyen harcındaki parmak izleri, alın terleri…
Kemal BOZKURT
'Ayasofya, camiye çevirilirse yurt dışındaki camilere ne olur?' deniyor. İyi ama karşılık olarak yurt dışındaki hiçbir cami kiliseye çevirilmese de yapılan doğru olur mu? 'Sen yapma, ben de yapmayayım!' diye bir kural esas olarak pazarlık ve güç ilişkisini tanımlar ama olması gerekeni tanımlar mı? Ki bu durum dijital bir buton değildir mousela basınca her şeyi değiştirecek. Ekonomik kriz yüzünden artık hepimizin bildiği değiş-tokuş olan ‘swap’ diye çevirilebilecek bir şey de değildir. ‘Maneviyatçı’ olduğu iddiasında olan iktidarın para ile her şeyi ölçmesi gerçeği bir kez daha iyice görülür oluyor. Sağ ne derse onun tersini yapacağını artık sağcılar da solcuların çok önceden bildiği gibi iyi biliyor. X kuşağı bilir çizgi filmdeki gibi ’Değiş Tonton!’’ deyince gerçek değişmez. Çünkü özellikle Ayasofya’da şekil kadar içerik de vardır. Ve belki de hatta öyle; ibadetlerde içerik şekilden daha da güçlüdür. İçerik değişir mi şekil değişince? Meryem Ana’nın yüzüne lazerle ya da perdeyle örtünce altındaki gerçek ortadan kalkar mı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan da daha geçen sene dar bir bakış açısıyla olsa da Ayasofya’nın cami yapılmasını reddederken, yurt dışındaki camiler ne olacak diye eleştiriyordu…
Geçen seneden bu seneye cami sayısı azalmadığı, arttığına göre, cami açığı ortaya çıkmadığına göre… Hele bir de anketler Deistlerin daha çok arttığını söylediğine göre… Ama doğanın talanlarla azaldığını, doğadan intikamın arttığını kesinlikle söyleyebiliriz değil mi? Son örnek Bodrum’da yanan ormanın yerine hızla verilen imar izni. Doğaya inananların ibadethaneleri azalıyor böylece. O halde ibadethaneler esas olarak azalıyor. Hani dinde hoş görü?
Dışarıdan bakan birisi, Zirve Yayınevi katliamını, Rahip Santoro cinayetini biliyorsa, Haçların günlük rutin olarak söküldüğünü, kilislerin duvarlarına hakaret yazmanın sıradanlaştığını, Ermenilerin mezar taşları kırılmasın diye ‘Ruhuna Fatiha’ yazdığını biliyorsa, Kiliselerin etrafının bilinçli olarak yüksek binalarla kapatıldığını görüyorsa ve son olarak Ayasofya’nın camiye çevrilmesi kararı ne anlama gelebilir onun için? Üstelik bir caminin kiliseden çevirilmeye ihtiyacı var mıdır? Caminin kendi varoluşu meselesi ne olacaktır? Siz binaların da kendi ruhu olmadığını düşünüyor musunuz? Nakış nakış yapılmış hangi yapı için bunu söyleyebilirsiniz?
Fakat ne kadar eleştirilse de bu toprakların inandığım kadim bir kültürü var. Ne hor görülüyorsa, ne saldırıya uğruyorsa onu yaşatma, sahiplenme o kadar güçlü oluyor. Yoksa mesela Şaman geleneklerin hala yaşamasını nasıl anlamlandırabiliriz? Güneşe durmak, onun doğuşuyla kalkmak sadece bir iş midir yani? Yerdeki bir ekmeği, üç kere öperek yükseğe kaldırmak mesela. Darısı başına demek gibi evlenenlerin başına darı atmak mesela. Tüm kırımlara rağmen Alevilerin yok olmayıp daha da var olmasını mesela nasıl anlamlandırabiliriz aksi halde.
Ayasofya ile karşı propaganda yapılması sadece bufgübn başlmadı elbette. Küçüklüğümden bu yana ‘Misyonerlik yapılıyor!’’ diye hristiyanlara her saldırıldığında bunun kötü bir şey olduğu hissettirilmişti bana. Google translate ve Mission Impossible seri filmi henüz yoktu. Kelime anlamı ‘görev’ olan ve kötü olarak söylenen şey yani bir dini duyurma, yayma, bildirme görevi mesela Müslümanlar için de geçerli değil mi?
İnsanın fikrini inancını yapması, yaymak istemesi doğal ama bunu dayatması elbette doğal değil.
Şimdi en temel soru 'cami mi yok ibadet yok edecek, ki Ayasfya camiye çeviriliyor?' sorusunun cevabını herkes biliyor. Çevirilme onun aslında başka bir şey olduğunu da anatıyor bir yandan. Asıl olandan başka bir şey... Mesele cami meselesi değil yani. Ne meselesi? 'Egemenlik' meselesi. Ben egemenim ve istediğimi yaparım? Öyle mi gerçekten istediğinizi yapar mısınız?
Ülkede bir hristiyan olsa bile onun kilisesini kapatır mısınız? Cemaati yok diye yok sayar mısınız? Bir kişi olunca inan o inanç hiç olur mu?
Mesela ABD, Rusya istediğini sonsuz, sınırsız yapabilir mi?
Elbette bunun bir güç gösterisi olduğunu biliyoruz.
Hem içeride hem dışarıda ‘bu dinsizler, Batıcılar bize saldırıyor, öyleyse birlik olalım!' diyebilmek için. Nasıl olalım? 83 milyonla bir olalım! Yani her dinden, her kültürden her ulustan ile mi? Neye olalım? 83 milyonun, mesela yarısının yok sayılmasında birlik olalım!
Kendinin yok sayılmasına razı olanlara ise şöyle derler: Sen kendi kültürünü, dilini bile savunmadın yok olması gayet doğal!
Devlet Bahçeli’nin Ayasofya için yapılmış özel yüzüğü haber oldu dün. Adı Türkçeleştirilse de Ermeni, Bizans, Rum mimarların yaptığı eserler o kadar güzel ki yüzüklere nakşediliyor, parmaklara takılıyor. Adı Türkçeleştirilse de, bir kilise camileştirilse de bu hakikat değişmiyor. Ya Ayasofya'nın en derinlerindeki el sürülemeyen harçlarındaki parmak izleri, alın terleri… Hiç bir ses uzay boşluğunda yok olmuyor. Uzayda yol alıp duruyor. Ya Ayasofya’da bin yıl boyunca edilmiş dualar, dilekler, kederler…
Binası, kültürü bir yüzüğe dahi ince ince işlenirken ondan neden ‘nefret’ etsin insan? Neden yok sayar onu insan, ki o olmasa yüzüğe nakşedilemez değil mi? İnsan yok saydığının en ince ayrıntısına bile bakmak, her insandan daha fazla dikkatli bakmak, görmek zorunda değil mi?
İç sağ siyasette nefret söylemleri artarken yurt dışına, turistlere; Yunanların, Ermenilerin, Rumların tarihi eserlerini inşa ettiği şehirleri göstererek geçinmeye çalıştığımızda, reklamlarada o eserleri kullandığımızda, o kültürlerin ekmeğini bin yıllar sonra dahi yediğimizde kültürlerlerle ilişkimiz nasıl olur?
Nefret edildiği kadar her gün medyaya düşmüyor mu ‘’defineciler Rum, Ermeni mezarlarını talan etti’’ vs. haberleri. Bin yıllar sonra dahi karnını doyuranlardan nefret mi edilir yoksa teşekkür mü?