Yargı erki ve yürütme erki arasında kılıçlar çekildi

Yargı erki ve yürütme erki arasında kılıçlar çekildi
Kısa zaman önce Türkiye’de yargı erki ve yürütme erki arasında kılıçlar çekildi ve gazetecilerin hayatları üzerinden amansız bir iktidar savaşı başladı.

Oktay Cansın EMİRAL


Gazeteciler hakkındaki yargısal uygulamaların adil olmadığı ve bu konuda ters giden bir şeylerin olduğu düşüncesi yine kendi göbeğini kendi kesmeye alışmış olan gazeteciler tarafından dile getiriliyor; çünkü ideolojik bir kapışmanın ortasında kendi özgürlük felsefeleri haricinde kullanacakları savunma mekanizmalarından yoksunlar.  Bazı gazeteciler her ne kadar bir ideolojiyi benimsemeye çalışsalar da görevleri gerçekleri iletmek olduğu için bu ideolojiler ile tam anlamıyla bağdaşamazlar. 21. yüzyıl koşullarında  gazetecilerin yazılarını ölümsüz kılan şey de bu uyumsuzluk yeteneğidir. Michel Foucault’nun postmodern çağda yazar da, metin de, okuyucu da ölüdür saptaması ideolojilerin yakın bir zamana kadar düşünce dünyasında sürdürdüğü hükümdarlıktan dolayı ortaya çıkmıştır; fakat artık ideolojilerin yerine metodolojiler geçti ve canlı metinlerin ilk örnekleri gazete yazıları oldu. Onun için birçok ülkede düşünce dünyasının yeni hükümdarları  gazeteciler olarak kabul ediliyor. Türkiye’de ise iktidarın ağız sulandıran nimetlerini ele geçirmeye çalışan demokrasi düşmanları kutsal bir görev eda edercesine gazeteci avına çıkmışlar. Ava giden avlanır misali gerçekleştirilen bu saçmalıkları yapanlar gazete yazılarındaki alışık olunmayan canlılığa rastlayınca kutsal olarak kabul edilmiş olsalar bile bir anda değişerek canavara dönüşüyorlar. Kısa zaman önce Türkiye’de yargı erki ve yürütme erki arasında kılıçlar çekildi ve gazetecilerin hayatları üzerinden amansız bir iktidar savaşı başladı. Bir taraf iktidarını korumaya çalışırken diğer taraf iktidar elde etmeye çalışıyor ve arada yitip giden gazeteciler oluyor. Filler tepişir çimenler ezilir misali süren bu savaş çok yeni sayılır ve ilerleyen zamanlarda topluma çok zararlı olacakmış hissi uyandırıyor.

Libya’da yaşamını yitiren MİT ajanının cenaze görüntülerini 3 Mart 2020 tarihinde yayınlayan gazeteciler Erk Acarer, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç, Ferhat Çelik, Aydın Keser, Murat Ağırel, ve CHP Akhisar Belediyesi Basın Birimi görevlisi E.E. hakkında MİT Kanunu’nu ihlal ettikleri gerekçesiyle  düzenlenen iddianame haberi Türkiye siyasi gündeminde bomba etkisi yarattı. Kamuoyu vicdanını hat safhada rahatsız eden aykırı nitelikteki birçok yargı kararına, içerisinde bulunduğumuz  endişe verici korona virüs salgın döneminde eklenerek dikkatleri üzerine çeken  bu adli olay birçok yönden ele alınması gereken çok önemli bir olgudur. Öncelikle, son dönemde sıkça görmeye alıştığımız, medya ve düşünce özgürlüğü üzerine gerçekleştirilen aykırı nitelikteki yayın yasağı, para cezası, yargılama ve cezalandırma uygulamalarının ideolojik bir çerçeveden değerlendirilmesi konunun öneminin vurgulanmasında tek başına yetersiz kalmaktadır. MİT Kanunu’nun ihlal edildiği iddiasıyla açılan  dava ile son dönemde RTÜK tarafından Tele1 yayın kuruluşuna verilen ağır para cezası ile Fox TV’ye verilen idari yaptırım ve 3 kez program durdurma kararı arasında   siyasi bakımdan çok farklı anlamlar bulunmaktadır. 

MİT Kanunu’nun ihlal edildiği iddiasıyla açılan dava ile Ahmet Altan’ın tahliye edildikten sonra  tekrar tutuklanmasına yol açan yargı kararı birlikte ele alındığında yargı erkini temsil eden mahkemeler ile yürütme erkini temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamı arasında  Türk Tipi Başkanlık Sistemi’nin yapısal probleminden  dolayı kaynaklanan bir çatışmanın olduğu anlaşılmaktadır. 

Kamuoyu tarafından bilindiği üzere Türkiye yakın tarihte parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçti ve bu süreç içerisinde meclisin topluma karşı olan siyasi sorumluluğunun tamamına yakını Cumhurbaşkanlığı makamına aktarıldı. Yasama erkinin topluma karşı sorumluluğu kamusal problemlerin çözümüne dair yapılan yasaların gücünden türemektedir ve bu sorumluluk demokratik teorinin dayanak noktasını oluşturan güçler ayrılığı ilkesinin siyasi faktörleri içerisinde bulunan diğer üç erk olan yargı erki, yürütme erki ve medya arasında vuku bulacak çatışmalara tampon görevi gösterir. Yürütme erkinin başı olan cumhurbaşkanının parti başkanı sıfatını taşıması ve yasa yapma yetkisinin olması  demokratik sistem içerisinde tampon görevi gösteren yasama meclisinin tüm işlevini yüklenmesi gerektiği anlamına gelir. Cumhurbaşkanının yürütme erki temsilcisi olarak yargı erki, yasama erki ve medya arasında çıkacak çatışmalarda tampon olma görevini icra edememesi söz konusu erklere yetki devrinin gerçekleşmesi ile sonuçlanır: Yargı erkinin anayasayı değiştirme ve kanun yapma yetkisi gerçekleşebilir. Bu yetki devrinin cumhurbaşkanının rızası olmadan gerçekleşmeyeceği inancı ise gerçeklik ile bağdaşmaz. Bu süreç kontrol edilemez siyasi durumların etkisi ile gerçekleşebilir. Tarihsel süreç içerisinde böyle bir olgu ülkemizde Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanı olması meselesinde karşımıza çıktı: Toplum  olarak doğru düzgün ne olduğunu anlamadan  yüksek yargı mensubu  bir zatın cumhurbaşkanı olduğuna şahit olduk. 1998 yılının siyasi şartları ile günümüzün siyasi şartları arasında da sistem değişikliği haricinde önemli bir değişiklik görünmemektedir. Ahmet Necdet Sezer’in görevi devraldığı merhum Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı görevini icra ettiği 1993-2000 yılları arasında 18 gazeteci katledildi. Günümüz siyasi koşullarını önemli etkisiyle belirleyen ama tam anlamıyla kurumsallaşmamış  olan sistem değişikliği olgusu ise toplumun böyle hassas demokratik meselelerde daha bilinçli olmasını gerektirmektedir. 

Medya çalışanları ve gazetecilerin hayatları üzerinden sürdürülen kirli bir siyasi mücadelenin gerçekleştiği günümüz siyasi ortamında üzerinde önemle durulması gereken husus toplumun haber alma özgürlüğünün önemi ve değeridir. Yargı erkinin medya erki üzerinden dolaylı olarak yürütme erki üzerinde etki kurmaya çalışması adil değildir. Bu meselede aykırı nitelikteki yargı kararları ve acemice uygulanan tutuklamaların doğruluğu yada yanlışlığı kamuoyunun takdiri ile belirlenir. İdeolojik yanılsamalar üzerinden sürdürülen anti-demokratik siyasi mücadeleler geçen yüzyılda kalmıştır. Siyasal arenada faaliyet gösteren siyasi partilerin  hiçbir meseleye çözüm getirmeyen salt ideolojik bakış açısıyla değerlendirmeye alışık oldukları demokrasi meselelerinde doğru bir tutum takınarak medya çalışanlarının hak ve özgürlüklerine sahip çıkması kendi lehlerinedir. Aksi takdirde gazetecilerin yitip gittiği bir toplumda kendilerine ihtiyaç duyulmayacaktır.

Öne Çıkanlar