Yarımlardan bütün oluşmaz ama...
Cemal ÇAĞLI
Italo Calvino, "Görünmez Kentler" adlı eserinde şöyle diyor:
"…Bir bütündüm ben ve her şey doğal, karmakarışık ve anlamsızdı gözümde; her şeyi gördüğümü sanıyordum, oysa gördüğüm bir kabuktu yalnızca. Eğer bir gün kendinin yarısı olabilirsen, ki bunu bütün gölümle dilerim, bütünlüğü olan beyinlerin sıradan zekâsını aşan şeyleri anlayacaksın. Kendi yarını ve dünyanın yarısını yitirmiş olacaksın, ama geride kalan o yarı, bin kez daha derin, daha değerli olacak. Hatta her şeyin sana benzer şekilde bölünüp parçalanmasını isteyeceksin, çünkü güzellik, bilgelik ve adalet parçalardan oluşan şeyde vardır."
Doğruyla yanlış, güzelle çirkin, yandaşla karşıt arasına sıkıştırılmış ve üçüncü bir yolun olmayacağı algısını yaratmış bir toplumda kişinin içiyle dışının aynı olması mümkün değildir. Öz benliğimizle bize dayatılan benlik arasında bir çatışmanın olmaması da mümkün değildir. Okulla birlikte başlayan bu kişilik bölünmesi parçalı bir bakış açısını getirmesi de kaçınılmazdır. Bize ait olanla bizden istenen arasındaki büyük çelişki yaralayıcıdır. Hayatta bir yerlere gelebilmek için, o bir yerleri bize sunan sistemin bizden beklediği tutum ve davranışlarını yerine getirmek zorunda bırakılıyoruz. Bu ise maskeli bir baloya dönüştürüyor yaşamı. Gerçek yüzümüzü gizlemek ve maskeli yüzümüzle sosyal hayata katılmak zorunluluğu dayatılıyor hepimize.
Yine Calvino’nun dediği gibi: "Üretim –tüketim ideolojisi, özgürlük ve yaratıcılık olanaklarını tümüyle almıştı bireyin elinden. Kültürel veya politik köktenci yanıtlar, en tümel karşı çıkışlar düzenin bir parçası oluyor, ‘düşüncelerimizi yayan araçlar… düşünmemizi engellemeye çalışıyordu.’"
Ne kadar net konulmuş ortaya, kapitalist ekonomi politiğinin gerçek yüzü, tüketim toplumunun birer kobayı olmaktan kurtulamamanın çaresizliği. Oysaki çare, üretenlerin elinde yani bizde…
Kafamızın bir yarısı sisteme hizmet ederken, diğer yarısıyla da sistemi değiştirmeye çalışıyoruz. Tıpkı insan merkezli bir eğitimden yana olan bizim gibi eğitimcilerin bilgi merkezli, piyasacı eğitim sistemi içinde eğitimcilik faaliyetini sürdürmek zorunda oluşumuz gibi… Ütopyalarımızla yola çıkıp, yolun daha çeyreğine gelmeden ütopyasız kalmak gibi… Üniversite yıllarda keskin solcu olup, üniversite bittikten sonra bir holdingde iş bulunca çok hızlı liberal oluşumuz gibi… Ve kendi bütünlüğümüzü oluşturup koruyamamanın yol açtığı iç çatışmaların gölgesinde cesareti değil korkuyu beslememiz gibi…
Bütün bu çelişkilere rağmen geriye kalan yolu, geriye kalan yarımızla yürümeye çalışıyor ve yarım kalan ütopyamızı hayata geçirme mücadelesini sürdürüyoruz. Tarih hep böyle yazıldı, sistemler hep böyle değişti. Zaman geldi faşizmin kitle tabanı oldu halk, meydanlara döküldü, sonra koşullar değişince aynı kitle, faşizme karşı mücadelede aynı meydanları doldurdu.
Yarımlardan oluşan milyonlarca, milyarlarca emekçinin hikâyesidir bu. Yazılan da, yazılmayan da, inkâr edilen de onun hikâyesi.
Yarım kalan ve öteki yarısını arayan sadece insan değildir; yarılan, yarım bırakılan aynı zamanda gezegenin kendisidir. Milyarlarca yıl önce kendi kendini yaratan, yenileyen ve tüm canlılara yetecek toprağa, suya, bitkiye, enerji kaynaklarına sahip olan dünyamız da arıyor diğer yarısını. Yetinmesini bilmeyen, sürekli tüketerek büyümek isteyen, insanlık tarihinin bu son sömürücü düzeni olan kapitalizm tarafından delik-deşik edildi dünyamızın her yanı. Metalaştırılmayan hiçbir şey bırakılmadı. Tüm canlıların ortak yaşam kaynakları olan hava, su, toprak kirletildi, metalaştırıldı; sağlıktan eğitime, tarımdan hayvancılığa, sudan elektriğe, elektrikten madenlere, nehirlerden ormanlara… hemen hemen her şey.
Yetmedi, kişiliğimiz parçalandı ve algımız yarıldı. Parça parça bakıyoruz yaşadıklarımıza. Nedenler üzerinden değil sonuçlar üzerinden anlamaya çalışıyoruz sistemi ve bir türlü fotoğrafın tümünü göremiyoruz. Tek tek olaylara çevirmişiz gözlerimizi ve hayatı yaşanmaz hale getiren, ırkçılık ve dinciliği vitrininde hiç eksik etmeyen neoliberal düzeni bir türlü göremiyoruz; siyaseti, politik mücadeleyi sisteme değil kişilere, guruplara yöneltiyoruz; dolayısıyla sınıfsal, toplumsal, tarihsel olan bir olguyu dönemsel olaylara indirgiyoruz ve bir türlü kendi gündemimizi oluşturamıyoruz.
Evet! Yarımlardan bütün oluşmaz; ama yarımların birliğinden yaşanır bir "yarım dünya" oluşabilir.