Yazar Doğan Akhanlı: Ölüm tehditleri alıyorum
Köln’de mütevazı bir hayat sürüyordu. İnterpol kararı sonrası İspanya’da gözaltına alınmasıyla hayatı değişti. Birden çok tanınan bir yazar oldu. Türkiyeli yazar Doğan Akhanlı ile konuştuk.
![Yazar Doğan Akhanlı: Ölüm tehditleri alıyorum](https://i.artigercek.com/2/1280/720/storage/old/news/21658.jpg)
Burhan EKİNCİ
HABER MERKEZİ - Türkiye’nin İnterpol aracılığıyla hakkında yakalama kararı çıkarılmasının ardından İspanya’da gözaltına alınan ancak Almanya’nın devreye girmesiyle sadece iki ay ülke dışına çıkması yasaklanan yazar Doğan Akhanlı yaşadığı Köln’e döndü. Almanya dönüşünde havaalanında sözlü saldırıya uğrayan yazar Akhanlı, Almanya tarafından polis korumasına alındı. Doğan Akhanlı, özellikle sosyal medyadan ölüm tehditleri alıyor. Tehdit edenlerin Almanya’da yaşadığını, birçoğunun açık kimlikleriyle yazdığını söyleyen Akhanlı "Hepsini polise bildirdik" hatırlatmasında bulunuyor.
Doğan Akhanlı, Türkiye’nin kendisini tutuklayarak zayıflatmak istediğini ancak İspanya’da gözaltına alınmasından çok güçlü ve "sözü geçen bir yazar" olarak çıktığını söylüyor. Türkiye’nin demokrasiden çok uzaklara giden bir ülke haline geldiğine dikkat çeken Akhanlı, "Çözüm sürecinde Erdoğan’ı destekledim ama şimdi Erdoğan’ın politikalarını korkunç görüyorum. Erdoğan şuan kendi reform politikalarını ayaklar altına alan birisi. Erdoğan herkese savaş açtı ve bunda ısrar ediyor" diyor.
Almanya vatandaşı Türkiyeli yazar Doğan Akhanlı, İspanya'da kaldığı iki ay içinde yıllardır yazmayı düşünüp yazamadığı kitabını bitirmiş. "Siyasi otobiyografi" dediği kitabı Almanya'nın en büyük yayınevinden önümüzdeki aylarda çıkacak. Yazar Doğan Akhanlı ile Köln’de buluştuk, gözaltına alınma sürecini, sonrasında yaşananları, Erdoğan politikalarını ve Türkiye’yi konuştuk.
- Köln’de yaşıyordunuz, edebiyat ve sanatla uğraşıyordunuz. İspanya’da gözaltına alındınız ve birden isminiz duyuldu. Öncelikle gözaltı gününü merak ediyorum. Ne yaşandı?
Kız arkadaşımla Granada’da tatil yapmaya gitmiştik. Bir hafta tatil yapacaktık. 16 Ağustos’ta otele yerleştik. 19 Ağustos’ta sabah otelde gözaltına alındım. Polis sabahın erken saatlerinde bütün oteli boşaltıyor. Çalışanlar sorguya çekiyor. Kim olduğumuzu soruyor. Ardından kapıyı çaldılar. Uyandım. Kapıyı açtım. Yedi sekiz polis vardı. Kimliğimi sordular. Aradıkları adamın ben olup olmadığım konusunda kuşkulandılar. Birkaç yere telefon açtılar. Sonunda aradıkları adamın ben olduğuma ikna oldular. Granada Emniyet Müdürlüğü’ne götürdüler. Ben hücredeyken kız arkadaşım avukatımı aradı. Avukatım da Alman Dışişleri Bakanlığı ve Alman basınına haber verdi. Alman basını çok hızla tepki gösterdi. Bu sayede Alman Dışişleri Bakanlığı da alarma geçti. Beni aynı gün Madrid’e götürdüler.
- Türkiye’ye hemen iade edilmeyi mi bekliyordunuz?
Yok. Normal koşullarda İspanya’nın bunu yapma şansları yoktu. Ama tutuklayabilirlerdi. İsveç vatandaşı Hamza Yalçın’ın tutuklanması gibi beni de tutuklayabilirlerdi. Alman hükümetinin tepkisi beni tutuklamaktan kurtardı.
- Sonra ne oldu?
Madrid’de yargıç karşısına çıkarıldım. Almanya kamuoyunun tepkisi, Alman Dışişleri Bakanlığı’nın protestosu sayesinde ertesi gün İspanya’ya terk etmemek koşuluyla serbest bırakıldım. Madrid’de kaldım. Madrid’deki Goethe Enstitüsü bana misafir odasını verdi. Ayrıca yazarlık bursu verdi. Böylece orada kalma koşullarım çok hafiflemiş oldu. Hızla normal bir hayata geçme şansım oldu.
- Kaç yıl sonra polis baskını yaşadınız?
Yıllardan sonra oldu. Türkiye’de alışkındım ama Avrupa’da alışkın değildim. Türkiye’den ayrılalı çok olmuştu. 2010 yılında Türkiye’ye geri döndüğümde İstanbul Havaalanı’nda gözaltına alındım ama bunlar normal olarak algıladığım süreçti.
- Gözaltına alındığınızda ne hissettiniz?
İspanya’da gözaltına alınmak gerçekten şok etkisi yarattı. Gerçekten gözaltına alınmayı beklemiyordum. Avrupa Birliği’nde herhangi bir ülkenin beni gözaltına almayacağını düşünüyordum. Türk vatandaşlığından atılmıştım, Alman vatandaşıydım. Sürpriz oldu. Hele hele bir otel odasında baskına uğramak ise abartılı bir şeydi. Normal bir kontrol değildi. Resmen bilinçliydi. Adeta ‘bir terörist’i almak için gelmişlerdi.
- Polisler terör timleri miydi?
Ne tam terör timleri ne de normal polislerdi. Ağır silahları yoktu. Ama çelik yelek giymişlerdi. Hangi birimden oldukları, hangi bilgilerle geldiklerini bilmiyorum. Eğer, sabaha karşı otelde çalışanları sorguya çekmişlerse, tüm oteli boşaltmışlarsa benim gerçekten tehlikeli birisi olduğumu düşünerek, bunu yapmışlar. ‘Terör suçlusu’ olarak beni almaya geldikleri belliydi. Zaten Türkiye, hakkımda İnterpol’e bildirdiği yakalama kararında, beni son derece tehlikeli, silahlı bir kişi olarak tanımlamıştı.
- İnterpol kararı olduğundan haberiniz var mıydı?
Aslında hem vardı hem yoktu diyebilirim. Türkiye 2010 yılında gittiğimde tutuklandım, sonra beraat ettim. 2013 yılında bilinmedik bir nedenle oy birliğiyle beraat etmeme rağmen, Yargıtay savcısının beraatimi onaylama isteğine rağmen Yargıtay aleyhime karar verdi, dosyayı esastan bozdu. Yeniden yargılama kararı verdi. Ben buradaydım (Almanya), Türkiye de tutuklama kararı çıkardı. Hakkımda Türkiye’de yakalama kararı çıkarıldığından haberim vardı ama gerçekten uluslar arası arama için İnterpol’e bildirdiklerinden haberim yoktu.
- Türkiye’de hakkınızda açılan dava siyasi miydi?
Aslında siyasileştirilmiş kriminal bir dava diyebiliriz. İddiaya göre, bir soygunu organize eden biriydim. Katılmamış olsam da bir örgütün başı olmakla beni suçluyorlardı. Böyle bir örgüt var mı onu bile bilmiyorum. Bana isnat edilen o örgütten dolayı yargılandım ve beraat ettim. Bozulan dava da aynısıydı. Aynı davadan beraat etmiştim zaten.
- Peki beraat kararı neden bozuldu?
Bence bu politik bir karardı. Ben yeniden yargılansaydım hukuki olarak değil ancak politik bir kararla beni cezalandırabilirlerdi. Hukuki olarak bütün belgeler, ifadeler sonuçta benim lehimeydi. Yargıç beni beraat ettirmek zorundaydı. Başka çaresi yoktu. Yeniden yargılansam, yeniden beraat edeceğimi biliyorum. Çünkü gene şansları yok. Yargıtay’ın söylediği şey şu; ‘Bu tehlikeli bir örgütün başıydı, sanıklar örgütten korktukları için doğru ifade vermemişlerdi.’ Bu bir spekülasyon. Sonuçta o insanlar mahkemeye geldi, ifade verdiler. Diyelim ki bir telefon konuşması var, tehdit var, polis bunu yeni saptamış, dosya yeniden açılır. Ama böyle bir durum yok.
- Kanıt yoksa niye yeniden yargılanmanız istendi?
Bu keyfi ve son derece üstten verilmiş bir karar.
- Üstten verilmiş karar derken neyi kastediyorsunuz?
Yargıtay’daki ilişkiler, devlet içindeki ilişkiler politikanın hukuka olan etkisi ve baskısı… Yargıtay üyeleri niçin oy birliğiyle beraat etmiş, savcılığının beraat kararını onaylamasını istediği bir davayı tersine çevirebilme motivasyonu taşıyorlar bunu anlamıyorum. Küçük bir şeyden değil, her anlamda bozuyor. Savcılığın ilk iddianamesini tekrarlayarak yeniden yargılamamı istiyor. Bence bu politiktir. Enteresan olan başka bir şey daha var. Dosyama bakan Yargıtay üyeleri şimdi Fetö’den tutuklular. Benim hakkımda bozulma kararı isteyen İstanbul Savcısı Celal Kara da Almanya’da şuanda kaçak durumda. Diğer tutuklanmayan üyeler de yargıçlıktan atılmış durumdalar.
- Savcı Celal Kara ile (Almanya) karşılaşma ihtimaliniz olursa tepkiniz ne olurdu? O’na neyi sorardınız?
Neden hakkımda yeniden yargılama istediğinin sebebini öğrenmek isterdim. Aslında Celal Karar bana göre devlet içindeki çatışmanın bir parçasıydı. Mahkeme salonunda savcı olarak oturmuyordu. Siyasi olarak cepheleşmiş gruplardan birinin insanı olarak oradaydı. Edindiğim izlenim bu. Çünkü daha sonra kaçmak zorunda kaldı. Erdoğan kliniğine karşı girişimlerine bakıldığında ortada ciddi bir politik çatışmanın olduğu esasında bir hukukçu olarak adamın bir işlevi olmadığı ortaya çıkıyor. O’na şunu sormak isterdim. Sizin bütün bu çatışmalarınız içinde benim rolüm neydi. Sizin için niye beni bir ömür boyu hapse atmak önemliydi…
Ben çok dar çevrede okunan biriydim. İkide bir Türkiye’deki politik gelişmeler hakkında söz söyleyen biri de değilim. Tamam Türkiye’nin temel sorunlarına ilişkin belli düşüncelerim var. Ermeni soykırımı, Kürt ulusal hakları konusunda yüzleşmek gerektiğini savunuyorum. Bunlar Türkiye’nin iki temel sorunu. Başıma gelenlere baktığımda Türkiye’nin abartılı tepkisi gördüm.
- İspanya’daki gözaltının hayatınıza etkisi ne oldu?
İspanya’daki gözaltı beni tanıyan yazar haline getirdi. 2017 yılına kadar çok tanınan bir yazar değildim. Bu gözaltıyla birlikte Almanya ve Türkiye’de tanınan yazarlardan biri haline geldim. Aslında bana çok zarar vermek isterlerken, benim söz etme gücümü artırdılar. Bunu fark etmiyorlar. Sadece Almanya’nın değil, İspanya dilinde yayınlanan tüm önemli gazetelerde de röportajlar verdim. Politik olarak kendimi ifade etme şansım oldu. Marjinal önemsiz bir durumum varken, birden bire sözü dikkate alınmak zorunda kalan, saldırıyla uğramış bir yazar durumuna geldim. Politik olarak yaptıkları akıllıca değil. Bu süreçte beni zayıflatarak değil, tam tersine güçlendirerek çıkardılar…Sadece bana karşı da yapmıyorlar. Yazar Aslı Erdoğan’a karşı da yaptılar. Bunun politik anlamı var. Biz Türkiye’yi doğrudan tehdit etmeyen ama muhalif kimlikli sivil toplumun insanlarız. Bize saldırarak, aydın kesimi korkutuyorlar.
- Türkiye’de birçok yazar ve gazeteci cezaevinde. Muhaliflere yönelik baskılar giderek artıyor. iktidar Türkiye ile sınırlı kalmayıp Avrupa’daki muhaliflere de mi yönelmeye başladı?
Benim İspanya’da saldırıya uğramam Aslı Erdoğan’ın tutuklanması, Ahmet Şık’ın içeriye alınması, gazeteci Deniz Yücel’in rehin alınması… Amaç aynı. Muhalif, ilerici aydınları tamamen susturmak ve korkutmak. Bizim üzerimizden Avrupa’daki Türkiyeli muhalifleri korkutuyorlar.
- İnterpol’ün AKP/Erdoğan iktidarının siyasi aracı haline geldiği iddiaları var. Sizce de böyle mi?
İnterpol’ün şansı çok fazla yok. O bir kurum. Suçlularla mücadele etme kurumu. Belli bir fonksiyonu var. Öte yandan bu kurumu politik amaçlar için istismar eden tek ülke Türkiye’dir. Suçluları aramanın bir uluslar arası planda kovuşturmanın kurumu olan İnterpol politik tatbikatın bir kurumu haline getiriliyor. Bugüne kadar açığa çıkmamıştı. 1980’den beri birçok Kürt sığınmacılar benim yaşadıklarımı yaşamıştır. Ama kamuoyu bunu tartışmak istemiyordu. Avrupa ülkeleri bu istismarı bildikleri halde tartışmak istemediler. Şimdi ise tartışmak zorunda kaldılar. Benim olayın politik olarak en büyük yararı bana göre Türkiye’nin 1980’den beri yaptığı istismarı, yani politik sürgünleri İnterpol aracılığıyla takip etme tutumu açığı çıkarmasıdır. Avrupa düzeyinde ciddi bir tartışma konusu oldu. Büyük ihtimalle Avrupa ülkeleri artık çok kolay tutuklamayacaklar. Daha dikkatli olacaklar.
- Alman hükümeti devreye girmeseydi Türkiye’ye teslim edileceğinizi düşündünüz mü?
Yok düşünmüyordum. İspanya eğer böyle bir şey yapmış olsaydı suç işlemiş olacaktı. Ben Alman vatandaşıyım. Bir Alman vatandaşını üçüncü bir ülkeyi yollamak için en azından Almanya’dan bir görüş almak zorunda. Bu görüşü almaksınız karga tulum paketleyip Türkiye’ye yollaması siyasal bir skandal olurdu. İspanya bunu yapamazdı. Ama Hamza Yalçın gibi hapishaneye atardı. Bu mümkündü. Almanya’nın tepkisinin en büyük yararı beni hapisten kurtardı. İkinci olarak da sorunu politik olarak tartıştı. Bu tartışma çerçevesinde Hamza Yalçın da kurtulmuş oldu. Almanya diplomatik olarak müdahalede bulundu. Almanya’nın tutumu önemliydi.
- Türkiyelisiniz ama Almanya vatandaşısınız. Ülkeniz Türkiye sizin tutuklanmanızı istiyor, vatandaşı olduğunuz ülke Almaya ise sizi buna karşı koruyor. Bu durum sizde nasıl bir duygusal etki yaratıyor?
Esasında Almanya’nın yaptığı normal bir şey. Almanya ile vatandaşlık ilişkim var. Vatandaşıyım. Türkiye ise beni vatandaşlıktan atmış bir ülke. Ama yine de tüm duygusal ilişkilerim de Türkiye ile kurulmuş durumda. Türkiye’nin kendi vatandaşlarıyla ilişkisi ile Almanya’nın kendi vatandaşlarıyla olan ilişkisi çok farklı. Türkiye, kendi vatandaşlarını katletme, öldürme, hapse tıkma işkence etme gibi bir hakkı kendinde buluyor. 100 seneden bu yana Türk devleti esasında bundan başka bir şey yapmış değil. Türk devleti vatandaşını kime karşı savundu ki? Türkiye’nin bütün yaptığı Hıristiyanları katletmek, Mürtlerin kimliğini inkar edip katletmek, Alevilere ikide bir katliam uygulamak, işine gelmeyince kendi başbakanını bile asmak oldu. Türkiye’de bütün gruplar devletin saldırısına mazur kaldı. Müslüman çevreciler de devletin zulmüne uğradı. Türkiye’de o kadar çok zulme maruz kalmış insanlardan oluşan bir mağdurlar topluluğu ki herkes sadece kendi mağduriyetini algılıyor. Bugünkü Erdoğan hükümeti… Abdullah Gül’den tutun Erdoğan’ın kendisi de devletin haksızlığına uğramış insanlar. Şimdi Erdoğan’ın yaptığı ‘istediğimi asarım, keserim, bunu içeri alırım’. Devletin kibir mekanizması hala sürüyor. Tamam Erdoğan ilk defa Kürtlerle masaya oturmaya cesaret edenlerden biriydi.
- Yani Erdoğan’ı çözüm sürecinde desteklediniz, öyle mi?
Evet destekledim. Erdoğan’ın o dönemdeki tutumunu destekledim. Tek yol barıştı. O süreçte yaptıklarını destekledim. Bundan dolayı da, ulusalcı, Kemalistler dediğimiz grupların da saldırısına maruz kaldık. Barışı savunma gibi ahlaki bir tutumum var. Laik hayatı savunanlar tabi ki bana daha yakınlar. Ama uzak olduğum yanlar da var. Türkiye’nin üniter devlet olduğu, Türklerden oluştuğu, Türkçenin tek dil olması gerektiğiyle ilgili görüleri bana uzak olan şeyler. Erdoğan’ın sunduğu toplum projesi hayat tarzı bana daha uzak ama öte yandan da barışa hazırsa tutucu da olsa onu destekleme gibi bir tutumum olabilir. Ama şimdi Erdoğan kendi taraftarları dışında herkesi düşman ilan etti. Erdoğan aslında Türkiye’nin klasik politikasına geri döndü. ‘Biz Türk devletiyiz, burada Türkçe konuşuruz, Müslüman toplumuz’ diyor. Erdoğan bir takım adımlar attı, ‘savaşı sürdürmek istemiyoruz, barışa oturmak istiyoruz’ dedi. Bu büyük bir fırsattı. Türkiye’nin Kürtlerle barış olmadan demokratikleşmesi mümkün değil. Kürt barışı olmaksınız Türkiye sorunlarından kurtulamaz. O dönemde pek çok aydın gibi ben de barış sürecini destekledim.
- Erdoğan’ın politikalarını şimdi nasıl görüyorsunuz?
Korkunç görüyorum. Erdoğan şuan kendi reform politikalarına ayaklar altına alan birisi. Şimdi adam (Erdoğan) politikasını her alanda değiştirdi. Aslında bir demokrat olmadığı ortaya çıktı. Erdoğan için önemli olan güçtü. O güç için bizim gibi liberal hatta radikal sol aydınlarla, Avrupa birliği üyeleriyle ittifak yapmak zorundaydı. Yoksa orduyu geriye itemezdi. Erdoğan’ın Türk ordusunu geriletecek bir gücü yoktu. Aydınlarla ittifak yapmak zorundaydı. 2013 yılından sonra büyük ihtimalle gücünü kaybettiği, iktidarının düşeceği ve hapse gireceği korkusuyla acımasızca tüm muhaliflere saldırdı.
- Barışçı Erdoğan, savaş isteyen Erdoğan’a mı dönüştü?
Kesinlikle. Siyasi olarak kendi kendini yok eden bir sürece girmiş durumda. Fark etmediği nokta da bu. Erdoğan herkese sadece savaş ilan etmekle kalmadı, bu savaşta ısrar da ediyor.
- İspanya’dan Almanya’ya dönerken havaalanında saldırıya uğradınız. Almanya tarafından korunmaya alındığınız doğru mu?
Evet koruma söz konusu. Polislerin kendilerine göre bir araştırmaları vardır. Ne kadar tehlikedeyim, ne kadar tehlikede değilim. Şöyle bir durum var. Beni tehlikeye sokan yüzümün biraz fazla tanınması oldu. Birileri organize etmese bile, kendini bilmez tipler de oluyor ve kendiliğinden saldırıya uğramam ihtimali var. Hayatımı zorlaştıran biraz bu oldu.
- Tehditler alıyor musunuz?
Özellikle Facebook aracılığıyla doğrudan tehdit edenler oldu. Onların tümü polis tarafından kovuşturuluyor.
- Sizi tehdit edenler Türkiye’den mi yazıyor?
Hayır. Bunlar Almanya’da olanlar. Bazıları resmen kendi kimlikleriyle açık açık tehdit ediyor. Enteresan. Tehdit ederken yaptıklarının normal olduğunu düşünüyorlar herhalde. Oysa yaptıkları bir suç. Herkesi tehdit etmeye alıştıkları ve polis de kapılarına gitmediği için belli ki tehdit ediyorlar. Tehdit edenlerin hepsini polise bildirdim.
- Türkiye’yi güvenli bir yer olarak görüyor musunuz?
Görmüyorum. Sadece başıma gelenlerden dolayı değil. Diğer Almanların başına gelenlerden dolayı. Özellikle Almanlar ve büyük ihtimalle Kürt kökenli vatandaşlar için Türkiye’yi güvenli görmüyorum.
- Bu konuda Alman dostlarınıza tavsiyeniz oluyor mu?
Her zaman Türkiye’ye gitmelerini söylerdim. Deniz Yücel’in hala rehin tutulmasının sürmesi ve Af Örgütü çalışanlarının tutuklanmasından sonra ilk kez Alman vatandaşlarına Türkiye’ye gitmelerini tavsiye etmiyorum. Çünkü kimseye güvence veremiyoruz. Sadece Alman olduğu için tutuklanma ihtimalleri var. Almanya ile Türkiye arasında ilişkiler iyi değil. Türkiye hukuku hiçe sayarak Almanları rehin alıyor. Türkiye çok çok uzaklara giden bir ülke haline geldi.
- Almanya’nın Türkiye’ye yönelik gerekli adımları attığına inanıyor musunuz?
Hayır inanmıyorum…
- Almanya’nın Türkiye ile ilişkilerinin kesilmesinden yana mısınız?
Hayır değilim. Diplomatik ilişkileri kesersen yarı savaş açmış gibi oluyorsunuz. Diplomatik ilişkilerin sürmesi gerekiyor. Ama Almanya’nın da kendi baskı gücünü tam olarak kullanmadığı şeklinde bir duyguya sahibim. Almanya daha fazla olanağa sahip, bunu yapıyor mu yapmıyor mu emin değilim. Yapmıyor gibi bir izlenimim var. Almanya’yı tavır almaya zorlayan Türkiye oldu. Alman düşmanlığının Türkiye’ye bir yararı yok ki. Niye yaptıklarını da anlamıyorum.
- Yazar kimliğinize dönersek. Şuanda üzerinde çalıştığınız bir kitap var mı?
Kitabımı Madrid’de gözetim altındayken bitirdim. Politik bir biyografi çalışması. Almanya’nın büyük bir yayınevinden Şubat’ta yayınlanıyor. Kitap doğrudan bir hesaplaşma, yüzleşme. Kişisel bir yüzleşme ama Türkiye’nin şiddet tarihi içinde bir örneği ele alarak toplumun resmini yazıyorum. Siyasi bir biyografi çalışması. Kendi kuşağımı anlatıyorum.
- Önce Almanca mı yayınlanacak?
Almanca. Mümkünse de paralel olarak da Türkiye’de Türkçe yayınlanacak.