Halkının sevdalısı bir şair: Ahmed Arif

Halkının sevdalısı bir şair: Ahmed Arif
Çünkü şair, tek şiirle de şair olur, yarına kalır. Aslolan karşılık bulmaktır.

Tacim ÇİÇEK*


Fikret Otyam'ın, asıl mesleği vatanseverliktir dediği Ahmed Arif’i dilimin döndüğünce anlatacağım. Fakat dolaylı bir biçimde benim de tanığı olduğum bir olayı anlatmak istiyorum önce.

Onun, Anadolu isimli şiirini Türkçe dersinde okur bir öğretmen arkadaşın oğlu:

Beşikler vermişim Nuh'a / Salıncaklar, hamaklar

Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,/ Anadoluyum ben,/ Tanıyor musun?

dizeleriyle başlar ve, 

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,/ Namuslu, genç ellerinle.

Kızlarım, / Oğullarım var gelecekte,

Her biri vazgeçilmez cihan parçası. 

Kaç bin yıllık hasretimin koncası, 

Gözlerinden / Gözlerinden öperim.

Bir umudum sende, / Anlıyor musun?

ile de bitirir. Öğretmenin içi içine sığmaz. Yanına gider öğrencinin. Övgü yağdırır. "Şiir yaşama dair olunca böyle olur işte," der. "Bu kimin şiiri?" diye sorar. O da bir çırpı da "Ahmed Arif’in," der. Öğretmenin nevri döner, yüzü kararır. Gözleri iri iri açılır. Küfretmek Çukurovalı’ya mahsustur dizesinin sahibi… Öyle mi? dedikten sonra olumsuz pek çok şey söyler. Sekizinci sınıf öğrencisi de karşı çıkar. O, Çukurovalılara küfürbaz demiyor, onlara haksızlık yapmıyor. Onun söylediğiniz gibi bir dizesi yok, ayrıca ona haksız ithamlarda bulunmanız da büyük haksızlık, diyerek.

İşte, bu olay ilköğretimin dört artı dörde dönüştürülmesinden birkaç yıl önce çalıştığım bir okulda olmuştu. Sonunda ara düzeltildi ama öğretmenin Ahmed Arif’e bakışı değişmedi. Önyargı, nesnellik, duygudaşlık her neyse iyi olan ortada kaldı; 'Türkçe memuru' olunca böyle olabiliyor demek ki… 

Neyse, Ahmed Arif’e döneyim.

2 Haziran 1991’de yitirdiğimiz ve Cebeci Mezarlığında toprağa verilen şair 23 Nisan 1927’de Diyarbakır’da doğar. Şiir yazmaya ortaokulda başlar. Afyon Lisesi’ndeyken de edebiyata ilgisi artar.

Şiir kitabı Hasretinden Prangalar Eskittim 1968’de yayımlanır. Kitabın Bilgi Yayınevi’nce yapılan ilk basımından sonra, çoğu Cem Yayınevi’nce olmak üzere, yetmişten fazla yeni basımı yapılır. Türkiye’de en çok basılan ve okunan birkaç kitaptan biri olur böylece. 

İlk şiiri, Cemal Süreya’nın dediği gibi (1948-1951 yılları arasında değil;) 1940 yılında "Seçme Şiirler Demeti"nde, ikincisi de 1942’de "Millet dergisi"nde yayımlanır. Bir Akşamüstü adlı şiiri de, tek sayı çıkan Meydan dergisinde çıkar. Sonraki yıllarda İnkılapçı Gençlik, Yeryüzü, Seçilmiş Hikâyeler, Soyut, Militan, Yeni Ufuklar, Türk Solu, Kaynak, Papirüs vb. dergilerde de şiirleri yayımlanır. Daha kitabı çıkmadan şiirleri elden ele dolaşır. 1950’li yılların sonları ile 1960’lı yılların başlarında, Fikret Otyam’ın röportajlarına şiirlerinden parçalar almasıyla, ünü daha da yaygınlaşmış demek bir abartı olmasa gerek. O, 1940 kuşağının toplumcu gerçekçi şairlerinden biridir. Yani acılı bir kuşağın aykırı sesidir. 

Askerliğini yaptıktan sonra, 1947 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü'ne kaydolur. 1948’de, Merkez Bankası’nda memuriyete başlar. Hem çalışır hem okur. Türk Ceza Yasası’nın 141. maddesine aykırı bulunan sol siyasi görüş ve eylemleri yüzünden 1951’de tutuklanarak 38 ay hapis yatar. 7 Ekim 1954’te serbest bırakılır. Ancak, Urfa’da 8 ay kamu gözetimi altında kalması gerekir. Mahkemeye başvurarak, kararı, Urfa değil de Diyarbakır olarak değiştirtir. Çünkü orada ailesi vardır ve böylece rahat edecektir. Artık memurluk yapamaz. Bir tuğla ve kiremit fabrikasında çalışır. Birkaç yıl sonra tekrar Ankara’ya döner fakat öğrenimini tamamlayamaz. Birçok işte çalıştıktan sonra, Öncü ve Halkçı gibi gazetelerde düzeltmenlik, teknik sekreterlik ve gazetecilik yapıp emekli olur.  Remzi İnanç’ın Zafer Çarşısı’ndaki Toplum Kitabevi’nde bir kez görmüşlüğüm oldu onu. Ama şiire, edebiyata hevesli biri olarak cesaret edip ne onunla konuşabildim ne de bir tek şiirimi gösterebildim ona… O an heyecanım tavan yapmıştı çünkü bugün bile aklımda kalan şiirlerini, baştan sona ezberlediğim o insanı bir daha da göremedim. Bu içimde kalan acı bir anıdır şimdi.

O, şiirleri okurla buluşurken Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin Felsefe Bölümü öğrencisidir. Sonra tutuklanır. Fakat bilinci ve yüreği inancından yanadır. Hiç umutsuz olmaz. Bir söyleşiye verdiği yanıtta bunu şöyle açıklar: "Umutsuzluğa düşmek bir devrimciye yasaktır. Cellat elinde işkencede ölüme bir soluk kalmışken bile. Yalnız yasak değil ayıptır da. Çünkü bu görevdir, ilkedir. Kendisi insanlığın yarını ve umududur. Güzel ve onurlu bir dünya bu temel ilke üzerine kurulur."

1968’de Hasretinden Prangalar Eskittim yayımlanınca yer yerinden oynar. Tartışmalar başlar. Onu savunanlar, ona karşı olanlar olur. Fakat o yılmaz hiç. Hak bildiği yolda tek başına yürür, ölene kadar. Ahmed Arif, M. İlhan Erdost’un söylediği gibi "Mavzerine şiir doldurmuş" bir şairdir. Yine de eleştirilerden kurtulamamıştır. Onun üzerine toz kondurmadığı üç kişiden biri olan Cemal Süreya’nın Arif’in şiiri oral, yani ağza ilişkin bir şiirdir. Düşünceye yönelik ya da düşünceyi besleyen bir şiir değil, saptaması ona yönelik eleştirilerin en acısıdır. Ahmed Arif’in, Anadolu insanının acılarını tok bir ses, lirik ve duygulu bir anlatımla yansıtan şiirleri kendine haklı bir ün kazandırır. İkinci şiir kitabını "Kalbim Dinamit Kuyusu" adıyla yayımlayacağını duyurmasına karşın bu gerçekleşmez sağlığında. Fakat Refik Durbaş’ın kendisiyle yaptığı uzun söyleşi kitabına ad olur. İkinci kitabı ise, şiirleri ölümünden sonra oğlu Filinta tarafından derlenerek Yurdum Benim Şahdamarım (2003) adıyla basılır. Divan şiiri ile Halk şiiri geleneklerini sentezleyen bir şair olduğunu söylemek yanlış olmaz. Nâzım Hikmet’i, Niyazi Akıncıoğlu ve Enver Gökçe gibi şairleri besleyen bu kaynaklar, Ahmed Arif’i de, beslemiştir. Çok sevilerek yaygın bir üne kavuşan şair olmasının temelinde, halkının sevdalısı olması yanında halkın da anlayacağı bir söylemi yakalayıp ustaca kullanması da yatar bana göre.

Tek kitapla şair olunmaz. Barutu bitti artık, gibi mantık kurallarına uymayan söylemler, kedinin ulaşamadığı ciğere pis demesiyle özdeş diye düşünüyorum. Çünkü şair, tek şiirle de şair olur, yarına kalır. Aslolan karşılık bulmaktır. Ahmed Arif de bu bağlamda (yetmişi aşan baskısıyla) karşılık buluyor. O, "Güzel şiirler vardır, ama güzel şiir kitapları yoktur" genellemesini çürüten şairlerdendir. Bu da az değil... Ahmed Arif, içinde yaşadığı dili bütün olanaklarıyla bazen bir şamar, bazen de bir sevgili gibi kullanmıştır. Bu yönüyle dile hizmet etmiştir. Yani bir yönüyle de kullandığı dilin şairidir. Sonra onu benzersiz bir şair yapan ögelerden en önemlisi halk şiir geleneğini çağdaş bir yorumla yeniden üretmiş olmasıdır. Hapishane atmosferi, özgürlük, dayanışma, özlem, umut, yiğitlik, sevda, direnç gibi konu ve izlekleri kuşağındaki şairlerden ayrı söyleyişle dillendirdiği için özgün bir şair olmuştur. Ahmed Arif’in lirik şiirini karikatüre benzetenler küçümsedikleri, dudak büktükleri karikatürlerden birini yapmaya soyunduklarında, "Sözde basitliğin bir ustalık gerektirdiğini" görünce, kocaman bir kayaya çarptıklarını ancak o vakit anladılar. Ve "sükût-u hayale" uğradılar. Ahmed Arif’teki açıklık ve anlaşılırlık sıradan bir mısra (dize) oluşturmak istemeyişinin sonucudur, sancısıdır. İşte bu yüzden ortaya şiir yükü bakımından yoğunluk, derinlik, çarpıcılık, akıcılık gibi özellikler taşıyan şiirler çıkmıştır. Cemal Süreya’nın bir saptamasını yinelemeliyim: "Ahmed Arif'in şiiri ile konuşması arasındaki özdeşlik" yalnızca ona özgü bir özelliktir. Bu yadsınamaz bir gerçekliktir. O aynı zamanda mütevazıdır. Sezar’ın hakkını Sezar’a verir. Şiirine dair düşüncesini anlatırken "hidrojen bombası"na benzettiği Nâzım Hikmet karşısında kendisini "Kürt bıçağı" olarak tanımlar ve "Nâzım gibi şiir yazmak" ile "Nâzım’dan sonra şiir yazmak" gerçeğini birbirine karıştırmaz. Bu yüzden Hasretinden Prangalar Eskittimin şiirleri bir dönem için -şimdi olduğu gibi- zulalarda değil belleklerde gizlenmiş ve yüksek sesle haykırılmıştır. "Yoksul ve namuslu halka" vurgunluğu, "Halkının dilini sevdiği, onun türküleriyle, ağıtlarıyla, masallarıyla beslendiği" ve "vatanseverliği", "devrimciliği" için... 29 yıl önce bir kalp krizi sonucu yaşama veda eden Ahmed Arif’in adı, bu ülkenin ve dünyanın şairler defterine özenle yazılmıştır. Onun, tek kitapla şair olunmaz eleştirisine ve Tek kitapla nasıl bu kadar ünlü oldunuz? sorusuna, soruyla verdiği yanıtı da yineleyeyim yeri gelmişken, "Hz. İsa, Musa ve Hz. Muhammed tek kitapla nasıl peygamber oldular?" 

Ahmed Arif (tek kitapla) en çok kitabı yayımlanan ve neredeyse tüm şiirleri, ünlü/ünsüz onlarca sanatçı tarafından bestelenip türküleşmiş olsa da olmasa da, dillere pelesenk olmuş has ve sahici bir şairdir. İyi ki doğmuş bu topraklara ve şiir yazmış. Onun sesiyle kavgaya soluklanır olmuşuz. Işık içinde olsun yazdıklarıyla ölümsüzlüğe doğan şair.

Öne Çıkanlar