Kıbrıs şiiri - Kıbrıslıtürk şiiri odağında Fikret Demirağ şiiri

Kıbrıs şiiri - Kıbrıslıtürk şiiri odağında Fikret Demirağ şiiri
Öncülünün Sappho ( da ) olduğu Kıbrıs şiirindeki erotizm ve cinsellik, bu şiirin yapıtaşlarındandır ki bir ucu Kavafis’e kadar uzanır.

Nusret GÜRGÖZ


Doğu Akdeniz’de yer alan, üç milyon yıl önce oluşan, M.Ö 8. Yüzyıl öncesinden bu yana insan yerleşimin olduğu Kıbrıs, tarihsel süreç içinde tam bir halklar coğrafyası / armonisi olmuştur. Bu nedenle çok fazla dilin konuşulduğu ve bu dillerde ürünlerin verildiği bitek bir coğrafyadır. 

 

Böyle bir girişten sonra, Niyazi Kızılyürek’in ‘ Bir Hınç ve Şiddet Tarihi’ diye nitelediği Kıbrıs tarihine kısaca değinmekte yarar var. Niyazi Kızılyürek’in nitelemesi;  Bilgi Üniversitesince yayımlanan ‘Kıbrıs’ta Statü Kavgası ve Etnik Çatışma’ kitabının üst başlığıdır. 

 

Bu yazı bağlamında, Fikret Demirağ’ın şiirinin oturduğu zeminin anlaşılması açısından şiddetin tarihine kısaca değinilecektir.

 

Osmanlı'nın Kıbrıs’ı işgalinden sonra en yaygın şiddet 1821’de Rumlara uygulanmıştır. ‘’ … Küçük Mehmet Paşa, Kıbrıs Rum toplumunun önderlerini ortadan kaldırmaya kararlıydı ve Yunan Ayaklanması’nı bulunmaz bir fırsat olarak görüyordu. Sonunda padişahı ikna ederek istediği fermanı aldı ve o güne kadar görülmemiş bir katliama girişti. Kıbrıs Rum resmî tarihinde 480 kişinin katledildiği iddia edilse de, gerçek rakamın bunun altında olduğu söylenebilir. Bazı kaynaklarda katledilenlerin sayısının 100’ü geçmediği ileri sürülüyor’’ 1

 

1878’de Kıbrıs’ın İngiliz yönetimine girdikten sonra, Yunanistan’ın bağımsızlığı, yeryüzündeki milliyetçi dalga vb… nedenlerle 1830’larda başlayan Enosis ( Yunanistan’la birleşme )  düşüncesi geniş taraftar kitlesi bulmuş, bu süreç 1950’lerde Faşist EOKA’nın kuruluşuna kadar uzanmıştır. EOKA 1955’ten itibaren yaygın şiddete başvurmuş,  önce İngilizleri, Rumları, Türkleri… katletmiş; sonra namlularını farklı etnik gruplardan Kıbrıslı solculara yöneltmiştir. Bu dönemde yüzlerce insan katledilmiş, şiddet atmosferi yer yer etnik çatışmalara dönüşmüştür.

 

EOKA’nın etkin olmaya başladığı günlerde, VOLKAN adlı, tepkisel / Milliyetçi bir Türk örgütü kurulmuş, bu örgütü yetersiz bulanlar tarafından, 1957’de, ‘Taksim’i savunan,  ırkçı / faşist ‘Türk Mukavemet Teşkilatı’ kurulmuştur. Bu örgüt, kısa süre sonra, yapılan görüşmeler sonucunda, Özel Harp Dairesi’nin denetimine girmiş, bu dairenin Kıbrıs’taki kolu olmuştur.   ‘’ Taksim, iki toplumun bir arada yaşayamayacağından ortaya çıkan ‘zaruri bir sonuç değil’, iki toplumun bir arada yaşamasına son vermeyi hedefleyen, planlanmış ve projelendirilmiş, örgütlü bir politikanın ürünüydü. Başka türlü söylersek; Taksim, yaygın biçimde iddia edildiği gibi, yaşanan gerilim ve çatışmaların ‘sonucu’ değil, tıpkı silahlı Enosis mücadelesi gibi iki toplumun ilişkilerinin gerilmesine yol açan başlıca nedenler arasında yer alıyordu.’’2

 

EOKA da TMT de şiddeti yöntem olarak uygulayan ‘antikomünist’ örgütlerdir. Kıbrıs’ta ortak yaşamayı savunan solcu Rumları yaygın bir şiddetle EOKA katleder. Etnik yapıları değişse faşizmin karakteri / uygulaması değişmez. Birlikte yaşamayı savunan solcu Türkleri ise TMT katleder. TMT, 24 Mayıs 1958’de Inkılapçı gazetesinin yazı işleri müdürü Fazıl Önder’i, bir süre sonra da solcu berberler Ahmet Yahya ile Ahmet İbrahim’i, kısa zaman aralığıyla katleder. Bunların her biri gözdağıdır. Şiddet artarak devam eder.

 

TMT, diğer yandan, psikolojik savaşı da sürdürür.  Aydınları, sendikacıları tehdit eder, işçiler;  Rumların ve Türklerin ortak üye oldukları sendikalardan istifaya ve istifalarını gazete ilanlarıyla duyurmaya zorlanırlar. Psikolojik savaş öyle bir noktaya varır ki, EOKA tarafından öldürülen polislerin sorumluluğu dahi solculara yüklenir. ‘’ Dr. Küçük, Türkiye’de 6-7 Eylül Olaylarından sonra Türk hükümet yetkililerinin yaptığı gibi, olaylardan solcu Kıbrıslı Türklerin sorumlu olduğunu ileri sürüyor ve asılsız iddialarda bulunuyordu. Oysa bu olayların başını ’heyecanlı Türk gençlerin’ çektiğini koloni idaresi gibi Dr. Küçük de biliyordu. Solcu Kıbrıslıtürklerin etnik gerilimde hiçbir sorumluluğu olmadığı gibi, aslında iki toplumun barış içinde bir arada yaşamasını savunuyor ve adanın bölünmesine karşı çıkıyorlardı.’’3

 

Kıbrıs, faşistlerin karşılıklı eylemleriyle ‘hınç ve şiddet’ bataklığına gömülür. Bu bataklık meyvelerini 1974’te verir, birlikte yaşamayı savunanlar yenilir, ada işgalle fiilen ikiye bölünür. Tecavüzler, kayıplar, kürtajlar, intiharlar, yağmalar, el koymalar; insanı insanlığından çıkaran pek çok şey yaşanır.  Tarih burada bitmez elbet, faşistlerin cinayetleri de… Birlikte yaşamayı savunan Gazeteci Kutlu Adalı, yıllar sonra, 1996’da,  Lefkoşa’da evinin önünde Kontrgerilla tarafından katledilir.

 

Kıbrıs tarihi, çok can yakıcıdır.  Tarihi burada noktalayıp edebiyata dönelim artık bence. Bu coğrafyada da en çok şiir söylenmiştir / yazılmıştır. ’’ Kıbrıs Edebiyatı, özellikle Kıbrıslıtürk Edebiyatı, şiir ağırlıklıdır. Şiirsel kurumsallaşma ve birikim açısından tüm Kıbrıslılar, yaklaşık 3000 yıllık bir tarihe, özel olarak Kıbrıslıtürkler ise 350 yıllık bir tarihe sahip. Buna karşılık, roman, öykü ve daha başka düzyazı türlerinin bu ölçüde bir birikimi yok…’’ 4

 

Doğu Akdeniz’deki pek çok halkın / dinin / inançsızlığın… etkilerini taşıyan Kıbrıs şiirini ve Kıbrıslıtürk şiirini doğru anlayabilmek için Kıbrıs’ın 3000 yıllık tarihine yolculuk yapmak gerek. ’’ Kıbrıs’ın eski şiiriyle bir ruh birliği kurabilmek amacıyla ulusçuluk çağından önceki tarihin izini sürmekte yarar var. Heredotos, kendi adıyla anılan tarih kitabında, Eski Doğu Akdeniz dünyasında düzenlenen şiir şölenlerinden söz eder. Katılan müzisyen – şairler, yani ozanlar arasında Kıbrıslıları da vurgular. Heredotos, Elen uygarlığı diye bilinen şeylerin Eski Mısır’dan, Mezopotamya’dan, Fenike’den geldiğini söyler./…/ Black Athena kitabında Martin Bernal’in işaret ettiği gibi, esasen Mısır, Önasya, Anadolu, Elen yarımadası ve Doğu Akdeniz adalarını kapsayan Levant kültür bölgesi, hemen hemen 5000 yıllık bir olgudur…’’5

 

Ortak olgudur, söz önce; yazı sonra gelir. Bu Kıbrıs için de böyledir. ‘’… her zaman kozmopolit bir kültüre sahip olan Kıbrıs’ın eski şiirini, herhangi bir tarih uydurabilecek ölçüde bilemiyoruz. MÖ 2000’lerden başlayarak, Adada sırasıyla Mısır, Hitit ve çeşitli Mezopotamya uygarlıklarının etkisi oldu. Ne var ki, mevcut bilgilere göre, Asurlulardan kalan ‘Kartihidast Anıt Yazıtı’ dışında, edebiyat tarihine dahil edilebilecek pek bir yazılı kaynak bulunmuyor./…/ Kıbrıs’taki çeşitli dil, kültür ve toplumlar, birbiri arkasına ilişkisizce eklenmekten çok, aynı zaman diliminde bir arada yaşamışlardı. Yaşamaya da devam ediyorlar. Adada karşılıklı etkileşim içinde kaynaşan kozmopolit bir edebiyat geleneği yaratılmıştı. Gerçi, bilinen ilk Elence şiirler, Fenikece yazılanlardan birkaç yüzyıl sonrasına aittir, ama Elence şiirin ortaya çıkmasından dört yüz yıl sonra yazılmış Fenike şiirleri de var. Üstelik de, Roma döneminde yazıldıkları halde, çok daha eski Asur ve Mısır kültüne göndermeler var’’6

 

Mısır, Önasya, Anadolu, Elen yarımadası ve Doğu Akdeniz adalarını kapsayan Levant kültür bölgesi, hemen hemen 5000 yıllık kültür, İslam Kültürü’yle Osmanlılardan çok önce tanışır:’’ Kıbrıs’ın İslam Mistisizm’yle tanışması Osmanlılardan çok öncesine dayanır. 7. Yüzyıl başlarından itibaren Arap hilafet ordusu Müslümanlığı yaymak amacıyla, Doğu’daki en güçlü Hıristiyan kalesi Kıbrıs’a seferler düzenleyecekti. 647 – 649 yıllarında Larnaka’yı ele geçiren Muaviye ordusuyla Adaya çıkan Muhammed’in halası ve süt annesi Ümmü Haram (Hala Sultan), attan düşüp ölünce, onun etrafında hâlâ süregelen bir çeşit ana tanrıça miti yaratıldı. Astarte (Fenike), Aphrodite (Elen), Meryem (Bizans ve Hıristiyan, ) Melusine ( Lüziyan) söylenceleriyle koşut bir Hala Sultan kültü haline geldi. ‘’7

 

Akdeniz’in doğusunda ticaret yollarının ortasında olan Kıbrıs pek çok saldırıya, işgale maruz kalır. Haçlı seferleri de bunlardan biridir. ‘’ Haçlı seferlerinin başlamasıyla, Kıbrıs, edebiyat ve sanat alanında yoğun bir Levanten, yani Latin – Katolik etkisine girdi. Lüzinyan  döneminde ( 1192 – 1489 ) Fransız, Venedik, döneminde ise ( 1489 – 1571 ) İtalyan dili ve gelenekleri şiirde yansımasını buldu. /… / Levanten asıllı başka bir yazar olan rahip Stephen ( Jacgues) de Lusignan ise, Lüzinyan döneminde Adada, Fransızca dışındaki en yaygın dilleri şöyle sıralar: Latince, İtalyanca, Kıbrıslırumcası (Bozuk Elence), Ermenice, Kıptice, Yakubice, Maaronitçe, Süryanice, Arnavutça / Makedonca, İberya Dilleri ( İspanyolca, Portekizce, Katalonca), Mısır dilleri, (Arap, İbrani dileri, Hint dilleri. /…/ Bu dillere, Adada Hollanda ve Belçika kökenli soylular da yaşadığına göre, Flemenkçe ile Belçika – Fransızcası da eklenebilir. Öte yandan, Türkçe, ilk kez 15. Yüzyıl başlarında Kıbrıs’ta işitilmeye başlayan diller arasındadır…’’ 8

 

Öncülünün Sappho ( da ) olduğu Kıbrıs şiirindeki erotizm ve cinsellik, bu şiirin yapıtaşlarındandır ki bir ucu Kavafis’e kadar uzanır. Bu iki tem,  bugünkü Kıbrıs şiirinin kaynaklarındandır. ‘’ Kıbrıs şiiri hakkında çalışan hemen hemen herkesin görüş birliğine vardığı üzere, en önemli ortaçağ şiiri, Kıbrıslı Erotik Aşk Şiirleri’dir. İtalyan ( Venedik ) tarzı Petrark sone biçemiyle yazılmış olup, erotik aşka ilişkindir. Kıbrıs’ın doğası, yaşam biçimi ve konuşma dili, söz konusu erotik izleği sağlamlaştırır.’’9  

 

Osmanlı'nın 1571’de Kıbrıs’ı işgaline kadar, çok dilli / çok kimlikli Kıbrıs, Avrupa Edebiyatı içinde de bu çoğulluğuyla var olur / buna kaynaklık eder. ‘’ Osmanlı dönemine kadar Kıbrıs, Avrupa edebiyatı içinde kendince rol oynamaya devam edecekti. Dante’den Machaut’ye ve Shakespeare’e kadar, özellikle İtalyan, Fransız, İngiliz, dillerinde birçok şaire yazınsal kaynaklar sundu. Söz gelimi, Mağusa’da geçen Shakspeare’in Othello tregadyası, kaynağını Venedik kökenli Kıbrıs masallarından alır. Hatta, Giraldo Cinthio’nun, sonradan Venedik’te yayımlanan Yüz Masal adlı kitabında Othello ve Desdemona’yı önceleyen bir söylenceye yer verilir.’’10

 

Osmanlıların 1571’de Kıbrıs’ı işgali ile Kıbrıs, aslında daha önce tanıştığı İslam ve Mısır’da kurulu Memluk Türk devleti üzerinden tanıdığı Türklük  (Osmanlılık)  ile yakıcı bir biçimde yüzleşir. Osmanlı idari ve askeri yapılanması kurulur. Kiliseler, tapınaklar camiye dönüştürülür. ‘’ Osmanlılar, İslam’a ayrıcalık veren bir şeriat ve ‘millet’ düzeni getirince, kimi Hıristiyanlar, özellikle Levanten – Katolik kökenliler kendini gizlemek zorunda kalacaktı. O dönemde, gerek dünyada, gerekse Kıbrıs’ta iktidar sahibi olduklarından Osmanlıların esas rakibi, Fransız ve İtalyan kökenli Latinlerdi. /… / Kıbrıslıtürk nüfus yapısı kadar, kültüründe de bir diğer anlamlı etki Araplardan gelir. Araplar ve Mısır, Sudan Habeşistan kökenli siyahi nüfus çoğunlukla Müslüman olduğundan Türklerle bütünleşti. Kıbrıslıtürk kostüm ve mutfağının, Kıbrıslırumlarınkine göre kimi ayrılıklar taşımasının bir nedeni, Anadolu – Türk kültürü ise, diğer bir nedeni de Lüblan, Filistin, Mısır bölgelerinden gelen etkilerdir. Kıbrıslıtürkçesi, gerek Osmanlı, gerekse Avrupalılara ait eski seyahatnâmelerde, ‘İstanbul Türkçesinden sonra en seçkin Türkçe’ diye anılır.’ Adanın Türkiye Cumhuriyet’nden farklı tarihi nedeniyle, Osmanlıcanın izi uzun sürdüğünden, Arapçanın dil izleri ayrı bir unsur olarak pek işitilmeyebilir. Yakınçağda Osmanlı – İslam folklorik şiir kaynaklarının bir bölümü, ya Kıbrıslırumcası ve Latince ya da Arapça ve Osmanlıca etkisindeydi. Nitekim Mustafa Gökçeoğlu, halk edebiyatı derleme çalışması yaparken, anonim Kıbrıslıtürk şiirleri içinde çok sayıda Elence, Fransızca, İtalyanca, Arapça sözcükler bulduğunu belirtir.’’  11

 

Var olan kaynaklar, Kıbrıslıtürk şiirinin son 350 yıllık birikimi olduğunu işaret eder. ‘’ 1571’de Osmanlılar tarafından fethedilen Kıbrıs’ta, günümüze ulaşabilen ilk Türkçe şiir ürünleri 17. Yüzyıl başlarına aittir. Bununla birlikte, bir olgu olarak Kıbrıslıtürk Şiiri 19. Yüzyılda kurumsallaştı. Bir yanıyla Türk Şiiri’nin, öbür yanıyla Kıbrıslı Şiiri’nin parçası sayılan Kıbrıslıtürk Şiiri, miras aldığı gelenekler üstüne gelişti. /…/ Uzun yıllar Adada az bir Türk nüfusu bulunuyordu. Kıbrıs’taki Rum, ama özellikle Latin (İtalyan ve Fransız), ayrıca Arap ve Afrika kökenlilerle karışarak büyüyen Kıbrıslıtürk toplumunun ortak bir dil ve şiir geleneği yaratması zaman aldı. ’’12

 

Önceleri geleneksel halk şiiri ürünleri, destanlar, istihraçlar, büyü duaları, ölü kahraman türküleri… ; sonraki yıllarda ise Osmanlı etkisiyle Tasavvuf şiirleri, Divan şiiri … vücut bulur. 1914’ten sonra Namık Kemal ve Ziya Paşa etkisinde bir şair kuşağı  ( Larnakalı Mehmet Nazım, Müsevvidzâde Osman Cemal, Mehmet Derviş Efendi…vb) yetişir. 

 

Çağdaş Kıbrıslıtürk şiirinin başladığı tarih olarak 1943 yılı kabul edilir. ‘’ … 1943’ü anlamlı bir dönemeç kılan birçok neden var: Bu tarih, Kıbrıslıtürk toplumunun ekonomik, siyasal, kültürel bakımdan yeniden örgütlenip, kendini, Kemalist Türkiye Cumhuriyeti ve Türk ulusu ile özdeşleştirdiği dönemin başlangıcıdır. /…/ şiirdeki yeni kuşak da Türklük bilinciyle yükselir ve 1943’te, Ergenekon Kitap Kulübü tarafından Lefkoşe’de yayımlanan ilk Kıbrıslıtürk şiir seçkisi Çığ’la birlikte ‘Türk kimliğinin’ sözcülüğünü üstlenir.  /… /  Ne var ki, bu Türk kimliğinin dayandığı Atatürkçü altı ilkeden ‘Yavru Vatan Kıbrıs’a’ en fazla milliyetçilik ithal edilir. Gerek Kıbrıslıların bir ‘Dış Türk’ azınlığı olma durumu, gerekse İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaygınlaşan Alman (Nazi) milliyetçiliğinin izleri, Kıbrıs tipi Kemalizm’de kendini gösterir.’’13

 

Bu dönemin şairleri hececi şiirden etkilenerek uyaklı, romantik şiirler yazarlar. Bu akımın en önemli temsilcisi Nazif Süleyman Ebeoğlu’dur. Hececi şairler içinde epeyce bir kadın şair yer alır, bunlardan Pembe Marmara, daha sonra Garip şiirinin etkisiyle şiirler yazar. 

 

İzleyen yıllarda, Özker Yaşın, Kıbrıs’ta oluşan milliyetçiliği / Kıbrıs’a özgü Kemalizm’i… takip ederek kahramanlık ve efsanelerle bezeli milliyetçi şiirler yazar.  Şiirleriyle, ‘Anavatan’a selam uçurur.  Çatışmaların sürdüğü 1960’larda pek çok şair, milliyetçi şiire dahil olur.

 

‘Anavatan’daki İkinci Yeni’ etkisini Kıbrıs’ta da gösterir. ‘’ 1960- 1969 yıllarında İkinci Yeni’yi izleyen, ama Kıbrıs’ta adına ‘Soyut Şiir’ denen yeni bir hareket başlar. Türkiye’deki benzerlerinden daha uçlara varan, dadacı vurgular taşıyan bu şiir, ‘Anavatan’ın izinden gidiş ötesinde, Adadaki savaşlara alttan alta bir tepkiyi açığa vurur. Kıbrıs’ta kan banyosu sürerken, şairler, sanki yağmur altında gitar çalınan uzak bir Latin limanında otururlar. Savaşı yok saymakla, savaşın yok olması isteğini sessizce dile getirirler. Yine de dikkatli bir göz, bu şiirlerin bir kanlı kargaşada yazıldığını fark edecektir.’Soyut Şiir’in öncüsü sayılan Mehmet Kansu, Zeki Ali ve Kaya Çanca’da, ama özellikle Fikret Demirağ’da görüldüğü üzere, aşktan söz ederken bile aykırı, yabansı sözcükler kurşun gibi patlayarak okuru irkiltir.’’  14 

 

Kıbrıs’ın çeperde olması nedeniyle tüm akımlar Kıbrıs’a geç ulaşır. Bu Toplumcu şiir için de geçerlidir. Şener Levent, Barış Burcu, İlkay Adalı, Tözer Karafistan… gibi pek çok isim toplumcu şiire emek verir. Bunların arasındaki en dikkati çeken ad, Cumhur Deliceırmak’tır. Toplumcu şiirin en önemli temsilcisi Fikret Demirağ’dır ki bu yazı çerçevesinde şiirini ayrıntıyla irdeleyeceğiz. 

 

1974, Kıbrıs’ta derin bir kırılma yaratır.  Dağınık yaşayan Kıbrıslıtürkler bu tarihten sonra adanın kuzeyine yerleşirler.  Kıbrıslıtürklerin kuzeye yerleşmeleri, bir arada yaşamaları, edebiyata da yansır,  Kıbrıs  ‘çevre’  olmaktan çıkar ve azınlık ruh halinden sıyrılır. Savaşın bedelini ağır bir biçimde ödeyen hem Kıbrıslıtürkler hem de Kıbrıslırumlar, ortasından bölünmüş adayı ortak vatan görmeye başlarlar. ‘’ Hakkı Yücel, Neşe Yaşın ve M.c. Azizioğlu gibi şairlerin öncülük ettiği 1974 kuşağı, geçmiş dönemlerden birçok yönleriyle ayrılır. Bu dönemin genç şairleri, kendilerini Kemalist ideoloji ve Türk ulusal kimliğinin söylemleri içinde ifade etmekten vazgeçerler. Türkiye yerine, Kıbrıs’a ‘anavatan’ derler. Şiir kaynakları da değişime uğrar. Türkiye’den farklılıklar gösteren, Adanın Fenike, Elen, Latin(Levanten) kültür ve edebiyatına yönelirler. Yeni bir yorumla, yerel Osmanlı – Türk ve İngiliz kültürleri şiire girer. Eski izleklerle beraber, yıpranmış birçok sözcük, simge ve söylem şiirden atılır. Adeta, savaş, otoriterlik ve milliyetçilikten intikam alır gibidirler. Ama, burada söz konusu olan Türk Milliyetçiliğidir. Yoksa ‘Kıbrıslılık’, ‘Kıbrıslı kimlik’, adlarıyla ne sürülen ve ‘biz’ (Kıbrıslılar) ile ‘onlar’ (Türkler) arasındaki ayrılıkları irdeleyen tutum, Kıbrıslı ulusçuluğuna açıktır.’’15

 

Bir üstteki paragraf çerçevesinde, Kıbrıs’ta bir ‘Kıbrıslı Ret Şiiri’ oluşur. Pek çoğu Türkiye’de eğitim görmüş olan bu şiirin temsilcilerinin ürünleri ‘Tarihsel Türkiye Komünist Partisi’nin sanat – edebiyat alanındaki yayın organı olan Sanat Emeği’nde yayımlanır. 

 

Kıbrıs Ret Şiiri’nin en önemli adı kuşkusuz Neşe Yaşın’dır. ‘’ Yurdunu sevmeliymiş insan / Öyle diyor hep babam / Benim yurdum ikiye bölünmüş ortasından / Hangi yarısı sevmeli insan’’ dizeleri adanın her iki yakasında yankı uyandırır,  bestelenir,  gayrı - resmi ‘Kıbrıslı Ulusal Marşı’na dönüşür. 

 

İlginçtir, ilginç olduğu kadar da şaşırtıcıdır. Acılardan ders çıkarılmıştır. ‘’Kıbrıslırum şairlerle ilk temaslar ve karşılıklı şiir çevirileri yine bu yıllarda, Ada, ikiye bölündükten sonra başlar. Marksizmden etkilenen ve belli bir marjinalliği temsil eden 1974 kuşağına, hem şiirdeki egemen anlayışla, hem toplumsal ve ahlaksal önyargılarla çatışmaya girdiklerinden hem de ’Kıbrıs konusundaki resmi, hatta yarı-resmi Türk tezini reddettiklerinden’ dolayı, Bekir Azgın, ‘Ret Cephesi’ adını verir.  ‘Ret Cephesi’ tanımlamasını da reddederek , ‘Her şeyi yıkıcı bir şekilde inkâr etmediklerini, tersine Kıbrıslı şiir geleneğine sahip çıktıklarını’ söylerler. Ne var ki bu kuşakla gelen ‘Kıbrıslılık’ izleğini, onlardan çok daha uçlara götüren Fikret Demirağ olur.’’  16

 

Kıbrıslırum şiirinde de benzer bir yönseme olur, merkez artık Atina olmaktan çıkar ve Lefkoşa olur. Kıbrıslılık, Kıbrıslı kimlik, Kıbrıs yurtseverliği gibi ana temlerle Kıbrıslıtürk şiiriyle buluşur.  

 

Böyle bir tarihsel arka plandan sonra, artık Fikret Demirağ’ın şirine geçebiliriz.

 

Fikret Demirağ, 1940 Lefke doğumludur. 2010’da, arkasında onlarca yapıt bırakarak,  İstanbul’da hayata gözlerini yumar. 

 

Demirağ ailesi, Baf’tan Lefke’ye yerleşmiştir. Romantik, muhalif, hüzünlü bir babanın oğludur Demirağ. Üç kız kardeşi var.  Babası gençlik yıllarında, daha çok, sıla özlemini / Baf’a özlemini dile getirdiği, şiirler yazıyor. Babası, eve kitap, dergi, gazete getiriyor. Demirağ’ın deyimiyle ‘apla’sı Kerime Nadir okuyor. Romantik kız.

 

Aslında ressam olmak istiyor; ancak hayatın garip cilvesi ‘şair’ oluyor. İlk şiirleri lise yıllarında yayımlanıyor. Gazi Eğitim Enstitüsü – Türkçe Bölümüne giriyor. Burada Mustafa Nihat Özön, Vasfi Mahir Kocatürk ve Emin Özdemir’in öğrencisi oluyor. Özellikle Emin Özdemir’den çok şey öğreniyor. Yine burada Özdemir İnce ile tanışıyor. Bu tanışma da Demirağ’a yeni kapılar açıyor.

 

Okulu bitirip Kıbrıs’a dönünce kanın, kinin, savaşın, ölümün… kutsandığı, başını Özker Yaşın’ın çektiği, ‘Milliyetçi şiir’le karşılaşıyor. Yine kendi deyimiyle ‘şoven’ olmayı reddediyor. Ancak, şiirin henüz başındadır, bekliyor, okuyor, gözlüyor ve ‘politik ve poetik’ olarak bilinçleniyor. Bu dönemde Attila İlhan’a özenip ‘bohem’ şiirler yazıyor. Çıldırmamak için soyut şiir yazdım, der bir söyleşide bu dönemi anlatırken. Bu nedenle Özker Yaşın ve çevresi tarafından ‘hain’ ilan ediliyor. Ama Demirağ bir biçimde / inatla yoluna devam eder, Necatigil’e ulaşır. Necatil’in beğenisini kazanır. Bu da Demirağ’ın şiirde ısrar etmesinin önemli duraklarından biri olur. 

 

‘Savaş’ta kan revan içindeki Kıbrıs’ta hiçbir dergiye, kitaba ulaşamaz. Üç yıl hiçbir şey okuyamadım,  der aynı söyleşide. Tam bu sırada Özdemir İnce’den bir mektup alır. Özdemir İnce,  Demirağ’ın yaşamından endişe etmektedir. Demirağ, mektubu yanıtlar, bir süre sonra da ‘Ötme Keklik Ölürüm’ dosyasını İnce’ye yollar, kitap bu zor yıllarda basılır. 

 

’anam bile bilmez kaç ışık söndü içimde!

gitme keklik, ölürüm.

dağ söneceğine, gül söneceğine ben öleyim,

nasıl olsa kendimi yaşamıyorum!

ötme keklik, kanım akar ötersen

beni ötüşünün ortasına atarsan

birgün ‘bağlama’nın öbür gün ağlamanın

ikizkardeşini ararsan

benim keklik! Ötme keklik, ölürüm.

şimdi kırlar, kentler birbirine karıştıysa 

benim yolum kırlara, kentleredir,

tutma keklik, ölürüm.

anam bile bilmez kaç ışık söndü içimde!

ben, yüzde yüz bir şeylere yenildim

anlayana kadar bunca yaprağım döküldü

içimdeki papatyanın yüzü geceye döndü,

ötme keklik, ölürüm

Beni artık susmuş tuşlar açıklasın

ötsün kuşlar açıklasın,

ötme keklik, ölürüm

anam bile bilmez kaç ışık söndü içimde! ‘’17

 

Kitap karşılığını bulur ve çok sayıda  / nitelikli okura ulaşır.

 

Demirağ, bir süre sonra içsel yolculuğunu, muhasebesini tamamlar, Dayan Yüreğim’le Türkiye Şiiri’nden kopar. ‘’Sorgulayan, soran, suçlayan, suçların kendi (insanın) payına düşeni de üstlenen bir şairin; yanıtlar da arayan, boşluğa ya da belli – belirsiz izlere sorular da yönelten, gayrı-resmi bir tarih sorgulamasıdır bu. Tersinden yazılmış, özel yorumlar ve mesajlar içeren, özlemler barındıran, odağına insanın yerleştirildiği bir tarih sorgulaması… (Kendi deyimiyle ‘Kıbrıslının vicdanı ve belleği’nin ürünleri) ‘’18

 

Bu yolculuktan sonra özellikle ‘Umut ve Dehşet Çağından Şiirler / Dinle Şarkımı’ kitabında, savaş, atom bombası, açlık, yoksulluk… gibi evrensel – toplumsal konulara değinir. Ama asıl muhasebesi ve içsel yolculuğunu ‘Limnidi Ateşinden BugüneHüzün Ana, Sırı Dökülmüş Kök Ayna ve Yalnızlık, Gece Müziği’ ile tamamlar. Kıbrıs Şiirini 1571 tarihinden başlatmayı reddeder ve Sümer, Eski, Mısır, Arap, Ermeni, Türk, Rum… gibi Kıbrıs’ta yaşamış / yaşamakta olan tüm halkları / kültürleri / dinleri  /  birikimi… Kıbrıs Şiiri’nin yapıtaşları olarak görüp işe koyulur. ‘’Kıbrıs Edebiyat Derneği Dış İlişkiler Sekreteri ve Lirik Şiir Grubu üyesi Cemay Onalt Müezzin, Fikret Demirağ’ı şu sözlerle anlattı:’Hüzün Ana’nın Oğlu benzetmesi var ya, işte ben Fikret Demirağ’ı Kıbrıs kokusuyla çok özleştiririm. O bizim trajedimizin sesidir. Şiirlerinde en öz olarak, Kıbrıs’ın o acılı geçmişine tutunur ve bizi köklerimize tutunmaya davet eder.’’19

 

Limnidi Ateşinden Bugüne’nin girişinde Melih Cevdet Anday’ın 1 Temmuz 1988’de Cumhuriyet’te yayımlanan ‘Kıbrıs Şiiri’ yazısı var. Ben de bu yazıdan bir bölümü aktarıyorum:’’ …’Sadece Kıbrıslı Türkler’ dememizi yeterli bulamıyordum. Bu ırksal anlayış beni doyurmuyordu. Bir ada kültürünün gerçekten de kendine özgü bir kimliği olmak gerekmez miydi? // İşte Fikret Demirağ, bu çok ilginç konuyu işliyordu yazısında. Sürdürelim okumayı: ‘Türkler Kıbrıs sahnesinde 1570’li yıllarla birlikte görünmeye başlamışlar ve bugüne kadar geçen 400 küsur yıllık süre içinde, getirdikleri kültürü bu ülkenin 8000 yıllık kültürüne eklerken, kendileri de bu kültüre eklenmişlerdir. Yeni bir hamur, yeni bir kimlik çıkmıştır ortaya çıkmıştır böylece: Kıbrıs Türk kimliği.’’20

 

Bu dört kitabın ‘politika ve poetika’sı en iyi yansıtan Limnidi Ateşinden Bugüne’deki kitabının başındaki,  şu şiiri, biraz uzun olsa da, Fikret Demirağ’ın şiir evrimini / tarihini / yolculuğunu… yansıtması açısından aktarmakta yarar görüyorum.

 

‘’Cyprı! Sezenler az değil, ki tohumuz sana ekildi;

toprağına bıraktı ‘bir rüzgâr’, ve vaki oldu ki

burda yeşerdik! Burda doldu başaklarımız, burda

üredi melezlenerek tanelerimiz!

Cyprı! Çekirdeğimiz ilk senin toprağına sokuldu;

burda budandık, aşılandık toprağın ilâhileriyle

                            üzüme, aşka, zeytine ve şiire!

Bizim ‘apokalips’imiz sensin: Dünyevi kıymetimiz;

yol soran yok değil başka bir ülkeye,

yol soran çoook

ama değil mi ki köklerimiz sende, ve nereye gitsek

kökümüzde bir tutam toprak götüreceğiz senden,

öyleyse başaklarından sorsunlar bizi,

yeşil ve kehribar tanelerinden-

Çürürsek kendi kabuğumuz içinde kıvrılarak çürürüz;

böyle olur ‘apokalips’imiz. Gerek yok İthaka’ya!

(Ey sen, ki güneşli bir buğday tanesi gibi

düştüğün bu toprakta

akıp giden zamanlarla, ince sularla

yeşerdin ve boy attın, başaklanıp tane tuttun,

ve gün gelip vakt erişince, yüreğinin de

bu tensel güzellikler, aşklar, ihanetler toprağına

kendi tanelerini dökeceğini bildin

ve ülkene ağıtçı ve türkücü yazıldın-

Öğren:İsa mesihten elli yaprak dökümü sonra

yani elli çiçekaçımı sonra

nasıl daldırmıştı o yasak düşünce 

bu toprağa ilk kılcal köklerini

ürkek ve belirsiz bir ışık gibi-

Düşün: Bu küçük anne toprak, dölyatağında

seni de besleyip – tane tut diye –

Büyütmedi mi?

 

Öyleyse öğren artık. Öğrenmelisin.

Yola çıkan söz

yolda kalmaz…

Ve dün kaldığın yerden sürdür şarkını-)21

 

Fikret Demirağ, bu kitabın bir yerinde:’’ Ey sen yurdum! Antik söylenceler, kalıntılar, acılar ve batıklar adası! / Üzümler, harnıplar, zeytinler, portakallar ülkesi! / Mitolojik çobanların, idollerin, buğdayın ve bakırın yurdu! Zeus il Okeanos’un kızı Dione’den doğma o cilveli, gönülçelen Aphrodite’nin, Eos’un kanat çırptığı bir tan vakti, antik ve bilge Akdeniz’in köpüklü dalgalarından senin kumsallarına çıktığı yazılı Heseidos’un Thegonia’sında / O  Aphrodite ki bir yönüyle aşklar, güzellikler tanrıçasıdır…’’  diyerek adanın erotizmle macerasına gönderme yapar. Bu dört kitaptan sonra yayımlanan Eros’un Oku’nda, adanın bu geçmişinin üzerine inşa ettiği şiirlerine ( 1979 – 1996 arasında yazdığı)  yer verir. Taa Sappho’ya uzanan Demirağ’ın ‘tensel / tinsel’ ‘Aşk ve Erotizm Şiirleri’ne değinmesek, Demirağ’ı eksik anlatmış oluruz. İşte bu kitaptan tadımlık bir şiir:

 

‘’Etin etimden ayrıldığında

‘etin’ ayrılır, aşk kokun kalır.

 

Sevişmekten iki dünya güzeli kalkarız,

sessiz beyaz yelkenliler yüzerek kanımızda.

 

Uzuuun, dipsiiiz uykulara dalarız

birbirimizin dinginlik kumsalında.

 

Sevişirkenki içimizdeki ağaçkıran fırtına

artık yaprakların arasında bir esinti

 

Sevişirken içimizde fokurdayan şiir

artık usul usul ürperen bir güz gölü.

 

Kuşlar uçup gitmiş olur,

meyvelerimiz karşılıklı toplanmış.

 

Yalnızlık da kıyıda durmuş taşlar fırlatır,

suda halkalar yayılır kıyısız bir hüzne doğru…22

 

Yazının bu basamağında Kıbrıslırum Şiirine de kısaca değinmekte yarar var. Bilinen ilk Kıbrıslı şair, 8. Yüzyılda yaşamış olan Stasinos’tur. ‘’ Genel hatlarıyla Helenizm’in, Bizans’ın, mitolojik  figürlerin ve dinsel imgelerin ağırlıkta olduğu ( Doğu )  Akdenizli, lirik bir şiirdir bu. // Çağdaş Yunan Şiirinde olduğu gibi,  Çağdaş Kıbrıslırum Şiirinde de tarihsel miras milli bilinçle yoğrulmuştur…’’ 23

 

1950’de İngiliz yönetimine karşı başlatılan ve sonrasında Kıbrıs’ı hınç ve şiddetin bataklığına sürükleyen ‘mücadele’, Kıbrıslırum Şiirinde de milliyetçi bir şiirin yeşermesine yol açmıştır. Ancak 1974’ten sonra Kıbrıs’ın güneyinde de Kıbrıslılık odağında barışçı bir şiir gelişir. ‘’ 74 kuşağı şairlerinin en önemli özelliği anti – militarist olmasıdır. Sloganlardan bir tanesi, ‘ Bütün ordular, üsler ve özel eylem timleri dışarı; son çıkan kapıyı çeksin’dir. //  Düşüncenin ve yaratıcılığın özgürlüğünü savunan , ‘Kopuş Şairleri’ de denilen, 74 Kuşağı, kıbrıslırum Şiirinde yoğun olarak görülen gelenekten kopmaya, anavatandan bağımsızlaşmaya; yeni bir kimlik ve üslup oluşturmaya çalışır. 1974’ten sonra, Kıbrıs vatan olarak duyumsanmaya, yerel kültürel değerler öne çıkarılmaya başlanır. Ayrıca bunun yanında, işgal, göçmenlik, kayıplar, barış ve kuzeye duyulan özlem ( bunun simgesi haline gelmiş Beşparmak Dağları’yla) en başta gelen izleklerdir. ( Benzer çıkışlar eşzamanlı olarak adanın kuzeyinde de görülmektedir.) ‘’24

 

Aynen alıntılayamadığım için Mehmet Yaşın bağışlasın beni, bu yazı için araştırıken okuduğum; ancak nerede okuduğumu not almadığım / almayı ihmal ettiğim / sonra da bulamadığım metinlerin birinde, sözcük sözcük aynı olmasa da Mehmet Yaşın, Kıbrıs’ın bu yaralı hali nedeniyle ‘her iki yakadan’ şairlerin bilgilerini, becerilerini, birikimlerini… şiire (yeterince) yansıtamadıklarını, bu yaralı hal içinde boğulduklarını ve evrensel olana açılamadıklarını saptar / söyler. 

 

Ben de Sevgili Fikret Demirağ’ın sonsuzlukta rahat uyuması ve tez zamanda Kıbrıs’ın bu yaralı halinin son bulması ve şairlerin evrensel olanla buluşması dileği ile yazıyı noktalıyorum.

 

 

Dipnotlar :

1- Bir Hınç ve Şiddet Tarihi /  Kıbrıs’ta Statü Kavgası ve Etnik Çatışma -  Niyazi Kızılyürek,

İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları-2016

2-age

3-age

4-Kıbrıs Şiiri Antolojisi – Mehmet Yaşın – Adam Yayınları- 2005

5-age

6-age

7-age

8-age

9-age

10-age

11-age

12-age

13-age

14-age

15-age

16-age

17-Ötme Keklik Ölürüm- Fikret Demirağ

18-Tamer Öncül – Şiirden Dergisi,  Kasım – Aralık 2016

19-Serkan Soyalan – Kıbrıs Gazetesi - 04.09.2018

20-Limnidi Ateşinden Bugüne – Fikret Demirağ Galeri Kültür Yayınları -1992

21-age

22-Eros’un Oku – Fikret Demirağ- Hera Şiir -1997

23-Kıbrıslırumşiiri Antolojisi – Gürgenç Korkmazel-Paloma Yayınevi-2010 

24-age 

 

Metinde geçen söyleşi: Hakan Çakmak ve Ümit İnatçı tarafından Ocak – 2011’de çekilen Hüzün Ana’nın Şiir Oğlu Fikret Demirağ Belgeseli.

 

Mayıs – 2020 
Coranavirüs Günleri
Antalya

Öne Çıkanlar