Marc Pierini: Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı kararlı durmalı

Marc Pierini: Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı kararlı durmalı
'AB liderleri için, Türkiye'nin AİHS kuralları kapsamındaki yükümlülüklerini hatırlatmak, hiçbir şekilde içişlerine müdahale durumu değildir.'

ARTI GERÇEK - Eski Türkiye Avrupa Birliği Büyükelçisi ve Carnegie Europe’ta ziyaretçi araştırmacı olan Marc Pierini, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinde bloğun zaaflarını eleştiren bir makale kaleme aldı

Pierini'nin kaleme aldığı makale şöyle:

Türkiye'nin insan hakları üzerindeki baskıları iyi biliniyor. Bu gerçek, 19 Ekim 2021'de yayınlanan en son rapor da dahil olmak üzere, Avrupa Komisyonu'nun birbirini takip eden ilerleme raporları aracılığıyla fazlasıyla belgelenmiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde, yargıdan medyaya, sivil toplumdan kadın haklarına kadar ilgili tüm alanlarda hukuk devleti mimarisinde önemli bir bozulma yaşanıyor.

Hukukun üstünlüğünün bozulması, Türkiye'nin bazı uluslararası taahhütlerini de etkiledi. Bir örnek, Ankara'nın şimdiye kadar desteklediği Kadına Yönelik Şiddete İlişkin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesidir.

Bir başka örnek de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) iş adamı ve hayırsever Osman Kavala davasına ilişkin Aralık 2019 tarihli kararına, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne bağlı taahhütlere girmiş olmasına rağmen uymayı reddetmesidir.

Diğer alanlarda Türkiye'nin davranışı, Avrupa Konseyi, AİHM ve NATO üyesi bir üyeden beklenenlerle uyumlu olmadı.

Bunun bir örneği, Belarus hava kuvvetlerinin Ryanair'in 4978 sefer sayılı uçuşunu 23 Mayıs 2021'de bir muhalif eylemciyi tutuklamak için zorla indirmesini kınayan bir NATO bildirisini sulandırmak için Türkiye'nin diplomatik eylemidir.

Hukukun üstünlüğü mimarisinin bu şekilde aşınması, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılma niyetiyle açıkça çelişmektedir: Düzenli olarak üye olma arzusu hakkında açıklamalar yaparken, aldığı kararların çoğu AB'nin ilke ve değerlerine aykırıdır. 

Türkiye elbette AB ile işbirliği yapma niyetindedir ve Birlik, net koşullar altında olumlu bir gündem geliştirme niyetini ifade etmiştir: "Türkiye ile aşamalı, orantılı ve geri dönüşümlü bir şekilde ilişki kurulmalıdır." 

Türkiye'nin yakın zamanda ERASMUS+, araştırma ve yenilik programı ve Avrupa Dayanışma Birlikleri gibi çeşitli AB programlarına yeniden katılımı, kendi içinde memnuniyetle karşılanan bir gelişmedir.

Ancak, Ankara'nın son derece seçici bir gündem dayatmasıyla birlikte bu olumlu gelişmelerin önünde büyük bir bedel de var: Türkiye'nin liderleri son birkaç yılda, önceliklerinin "terörle mücadele" olduğu gerekçesiyle AB ile açık bir hukuk devleti diyaloğunu sürdürmeyi defalarca reddetti. Ve bunun konunun sadece Türkiye’ye bırakılması gerektiğini savundu.

AB açısından bakıldığında, Türkiye'nin hukukun üstünlüğü alanında birliğe yönelik tutumunun oldukça açık bir gerekçesi var: İç siyasi nedenlerle Türkiye, hukuk devleti meselelerini Avrupa için "uygun olmayan bir alan" haline getiriyor. Ankara ilişkileri çoğunlukla ticaret, yatırım, terörle mücadele ve göçle sınırlamayı planlıyor.

AB liderleri için bu son derece önemli bir konu çünkü Ankara'nın seçici gündemini kabul etmek AB'nin temel değer ve ilkelerini etkin bir şekilde baltalıyor. Dolayısıyla birliğin Türkiye ile olan ilişkisinden çok daha yüksek bir çıkarı vardır ve bu değer ve ilkeleri savunmak gibi bir görevi vardır. Bu üç şekilde yapılabilir.

Birincisi, AB, hukukun üstünlüğünün kendi iç ve dış politikalarının ayrılmaz bir parçası olduğunu mümkün olan en güçlü şekilde yeniden teyit etmelidir. Türkiye örneğinde, bu politika ilkesi siyasi diyalog, ekonomik ilişkiler (AB-Türkiye Gümrük Birliği'ndeki herhangi bir ilerleme dahil) ve üst düzey diyaloglar için geçerlidir.

Başka bir deyişle, blok, AB-Türkiye ilişkilerinin Ankara'nın iç siyasi rahatlığına uyacak şekilde bölümlere ayrılmasının kabul edilemez olduğunu açıkça belirtmelidir. Temel AB değer ve ilkelerini bir müttefik hükümetin siyasi tercihlerine göre değiştirmek, bu değer ve ilkelerin AB içinden ve Rusya ve Beyaz Rusya gibi üçüncü ülkelerden de sistematik saldırılara maruz kaldığı bir zamanda kabul edilemez olmalıdır.

İkincisi, AB, Osman Kavala davası ve Türkiye'nin AİHM'nin Aralık 2019 tarihli kararına uyma zorunluluğu konusunda son derece ilkeli bir tutum sergilemelidir.

Osman Kavala'nın davasının bir sonraki duruşması 26 Kasım 2021'de yapılacak ve bu da ilke olarak Türk yargısının AİHM kararına uymayı seçmesi halinde onu tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakmasına olanak tanıyor. 

AB liderleri için, Türkiye'nin AİHS kuralları kapsamındaki yükümlülüklerini hatırlatmak, hiçbir şekilde içişlerine müdahale durumu değildir, sadece Türkiye'nin hem Sözleşme'de hem de Mahkeme'de özgürce kabul ettiği kurallardan kaynaklanan yükümlülüğünü yansıtmaktadır.

Üçüncüsü, Kavala tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmazsa, AB üye devletleri, Türkiye'nin karara uymamasının AİHM kurallarına göre ele alınmasını sağlamak için 30 Kasım'da başlayacak olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantısı bağlamında hareket etmelidir.

Burada yine AB'nin çıkarları Türkiye ile olan ilişkisinden daha yüksek. Avrupa Konseyi'nin AB üyelerinin harekete geçmemesi, Türkiye'nin bu davaya yönelik siyasi muamelesini kabul etmekle kalmayacak, aynı zamanda Avrupa'nın hukuk devleti mimarisinin merkezinde yer alan bir kurum için zarar verici bir emsal teşkil edecektir.

Saf ve ilkeli akıl yürütmenin reel politikle karşılaştığı yer burasıdır. AB değerlerini yukarıda önerilen şekilde savunmak, AB üye devletlerinin ikili çıkarlarına kolaylıkla ters düşebilir. İspanyol Hükümeti Başkanı Pedro Sánchez'in yakın zamanda Ankara'ya yaptığı ziyaret buna bir örnektir: Uzun bir ortak bildiri iki hükümet (Türk tarafına göre askeri teçhizat dahil) arasındaki akla gelebilecek tüm yakınlaşma noktalarını vurguladı, ancak insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda yine sessiz kaldı. 

Açıkçası, AB içindeki tutarlılık küçük bir zorluk değil...

Öne Çıkanlar