Erdoğan’ın tutumu, 1961 anayasasında tanımlanan ‘partisiz ve tarafsız cumhurbaşkanı modeline uymuyor; 1982’den 2014’e gördüğümüz -siyasetten gelen- örneklere de benzemiyor.
7 Ocak 1947’de ’dürüst seçim, tarafsız yönetim ve demokratik hukuk düzeni’ taleplerini içeren bir ‘Hürriyet Misakı’ ile yola çıkan DP, üç yıl sonra, ‘tek parti’ yönetimini sonlandırdı.
27 Mayıs’tan sonraki üç yılda, üç yeni darbe girişimi, Hükümetin ve Silahlı Kuvvetler komuta kademesinin dirayetli tutumuyla, hemen kimsenin burnu kanamadan önlenmişti.
'Darbe girişiminin yaşandığı gün veya öncesinde devletin herhangi bir birimine veya üst düzey yöneticisine bir ihbarın gelip gelmediğine bile netlik kazandırılamamıştır.'
Dünyada hükümetler devleti yönetirlerken, Türkiye’de devlet hükümetleri yönetiyor
Gerçeğin üstü örtülemez, 100 yıl unutulması sağlansa bile. Pandora’nın kutusu mutlak açılır.
Oysa, Türkiye’nin en büyük iç sorunu olan Kürt meselesini halletmek için yerel yönetimleri bütün Türkiye sathında güçlendirmek yeter.
Cumhurbaşkanı'nın parti başkanı olması geleneği 1950’de, DP ile terk edilmişti. Şimdi Sn. Erdoğan 1950 öncesine giderek, tek parti döneminin ‘CHP zihniyetini’ kendisine örnek almış görünüyor
Bugünkü 'muktedir'in HDP'yi kapatmak ve cumhurbaşkanlığı süresini uzatmak için sahnelediği oyuna karşı muhalefet tek siper olmalı, gerekirse sine-i millete dönmelidir.
Bugünkü Meclis’te kimsenin anayasa değiştirebilecek yeterli oyu yok; muhalefet mevcut sistemi güçlendirecek, gündemi değiştirecek tartışmalardan uzak kalmalı, kendi gündemini konuşmalıdır.
Anayasa, cumhurbaşkanının parti üyesi olmasına imkan veriyor. Ancak, bu imkan sınırsız ve kuralsız değil. Ettiği yemin parti başkanı olmasına ve taraflı davranmasına yasak getiriyor.
Alaattin Çakıcı, Abdullah Çatlı, Mehmet Gül, Muhsin Yazıcıoğlu, Haluk Kırcı, Mehmet Ali Ağca, Mustafa Destici, Sami Bal, Ökkeş Kenger, Veli Can Oduncu…
27 Mayıs’ta Celal Bayar’ı gözaltına alan Madanoğlu ile Eskişehir’de Adnan Menderes’i gözaltına alan Batur, 9 Mart 1971 darbe girişiminde buluşurlar.
1940’ların ikinci yarısında, 50’lerin ikinci yarısında benzer gelişmeleri yaşadık, sistem daha da otoriterleşti, “polis devleti” olma özelliği öne çıktı.
İlla benzetmek gerekirse, onu Bayar’a benzetirim. Bayar’ın yanlışlarını daha aşırı düzeyde tekrarlama yolunda inatla yürüyor.
DP’nin tamamlayamadığı, Demirel’in kısmen başarılı olduğu otoriterleşmeyi yapısal ve İslam-Türk sentezine dayanan bir temel üzerine oturtmaya girişti.
“Adnan Menderes, Celal Bayar ve AP'yi oluşturan kadrolar zaten o dönemin CHP’lileridir. Bir sorumluluk varsa bu hepimizin ortak bir sorumluluğudur” deme cesaretini kim gösterecek?
Giysilerini büyük markaların mağazalarından değil, yerel esnaftan alırdı. Bir röportajında giydiği kazağı annesinin ördüğünü söylemişti. Arabası yok, işine bisikletle gidiyor.
6-7 Eylül olayları Kıbrıs’ın statükosunu ve geleceğini belirleyecek konferansta Türkiye’nin konumunu güçlendirmek amacıyla planlanmış ve uygulanmış bir provokasyondu.
AKP’nin muhafazakar zihniyeti de kalkışmayı hep soldan, CHP’den, ordudan, sokak hareketlerinden, Kürt muhalefetinden bekledi ama her ne hikmetse bir başka muhafazakar sağ kanattan geldi.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır. Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz.