Yalçın Ergündoğan
“İşkenceyle tehdit ederlerse, elini ateşe sok da konuş…”
Sabahları daktilonun tıkırtı sesiyle uyanmaya alışkındı. Babası, günlük yazısını yazdığı için sabahları evdekilerle fısıltıyla konuşmaya da… Daha sonraları ise, yıllar boyu aklından çıkmayacak hikayeleri yatmadan önce, bazen sabahlara kadar babasından dinlemeye de…
"Yazı kutsaldır", "yazıya ihanet etmeyin" ilkeleri de o yıllardan aklına perçinlenmişti.
"…Babam geceleri çok geç uyurdu, evde olduğum zamanlar ben de genellikle uyumazdım, ben on dört, on beş yaşlarındayken sabaha kadar konuşurduk, bana Hegel’i, Marks’ı, Engels’i, Lenin’i, Feuerbach’ı anlatırdı, Marksizmle Leninizm arasındaki farkı, emperyalizmin yorumlarını, bütün görüşlerin açılarını ayrı ayrı değerlendirerek anlatmaktan yorulmazdı.
Bu konuşmaların arasına, daha sonra benim yazılarımda da kullandığım, bütün hayatımı etkileyen hikayeler girerdi. ‘Kartaca elçisi Roma imparatoruna bir mesaj getirmiş, şöminenin başında konuşurken imparator elçiyi işkence yaptırmakla tehdit etmiş, elçi elini şöminedeki ateşin içine soktuktan sonra "özür dilerim majesteleri, ne diyordunuz," diye söze devam etmiş…’
Bu hikayeleri anlattıktan sonra onları yorumlamazdı ama benim aklıma çakılırdı o sözler.
Seni işkenceyle tehdit ederlerse, elini ateşe sok da konuş…"
* * *
Belli ki, babasının anlattığı hikayelerden gereken hayat dersini almıştı. Düşündüğünü yazıya dökerkenki hesapsızlığını ve şeffaflığını da…
"Babam hesapsız ve şeffaf bir adamdı. Bir keresinde, ‘Ben en gizli lafımı Taksim’de söylerim,’ demişti.
Gerçekten düşündüğü her şeyi yazardı, bu düşündüğünün kendisine neye patlayacağına hiç aldırmazdı. Düşünüp de yazmadığı hiçbir şey görmedim.
Kendi taraftarını kaybetmeyi göze alacak kadar büyük bir cesareti vardı, bu bizim gibi ülkelerde çok az rastlanır bir özelliktir, karşı kampla dövüşecek cesur adamlar her zaman bulunur, ama kendi taraftarlarını kaybetmeyi göze alacak adamlar çok az çıkar…" (Yabani Manolyalar, Everest Yayınları, Ocak 2017)
‘O’ ŞİMDİ TUTUKLU…
Kutuplaştırılmış, birbiriyle düşmanlaştırılmış toplumumuzda, bir kesimce ısrarla yok sayılmaya, görülmemeye çalışılsa da, siz kimden söz ettiğimi anladınız tabii.
O şimdi tutuklu. Kendisi gibi tutuklu olan kardeşi dahil kimseyle görüştürülmüyor. Belli ki, zindanların karanlığında, çürütülmek isteniyor. Tıpkı yüzlerce gazeteci ve kanıtsız, sorgusuz, sualsiz aylardır içerde tutulan tüm muhalifler gibi.
Şimdi, ilk gençlik yıllarında babasının anlattığı hikayedeki durumla karşı karşıya. Aklından hiç çıkartmadığı o hikayedeki gibi, boyun eğmezse "işkence"ye, zindanda tutulmaya devam edileceği tehdidi altında…
Belli ki, babasının anlattığı hikayeden ‘aklına çakılan’ o sözler şimdi davranışlarını belirliyor: "Seni işkenceyle tehdit ederlerse, elini ateşe sok da konuş…"
Belki de bundandır, tarihe not düşen onurlu ‘savunma’sı, bir hesap sormaya dönüşüveriyor…
"CİDDİ BİR SAVUNMAYI HAK ETMEYEN İDDİANAME"
"İddianame olduğu ileri sürülen, zekâdan ve hukuktan yoksun, ağırlaştırılmış müebbet gibi heybetli bir cezayı taşımaya mecali yetmeyen bu cılız metin ciddi bir savunmayı asla hak etmiyor."
"…Bu nedenle, iddianame olduğu söylenen bu köksüz ve temelsiz metni parça parça ederek, baskının biteceği, hukukun geri geleceği güne şimdiden bir belge bırakmak, bu iddianameye cevaben bir karşı iddianame yazmak için anlatacağım anlatacaklarımı."
"…Bu tür saçmalıklarla biz aylardır hapis yatıyoruz, üstelik bir de müebbet hapis isteniyor hakkımızda.
İşte, bu duruma hukuk deniyor bugün.
Bütün bunları böyle ayrıntılı bir şekilde anlatıyorum çünkü bu savcının ve benzerlerinin nasıl bir pervasızlıkla insanların hayatlarını kararttıklarını, görevlerini nasıl kötüye kullandıklarını herkes görsün ve hukuk bir gün uyandığında bütün bunlar belge olsun istiyorum."
"…Ben ilk defa yargılanmıyorum. 300’e yakın davadan geçtim. Yazılarım nedeniyle yargılandım.
O yazıları kimin emriyle yazmışım?
Kim bana bunca davadan geçmeme yol açacak yazıları yazdırmış?
Askerî vesayetle kimin emriyle mücadele etmişim? Benim AKP’yi eleştirmek için birisinin lafına mı ihtiyacım var? Son beş yıldır yanlış politikalarıyla koca ülkeyi çökertmiş bir partiyi eleştirmek için neden bir talimata gerek olsun?
Beni hapse atabilirsiniz, hukuku hiçe sayabilirsiniz ama böyle terbiyesiz, saygısız davranamazsınız. İzin de vermem zaten.
Benim kitaplarım milyonlarca okura ulaştı, 17 dile çevrildi, son romanım ben hapisteyken peş peşe İtalya’da ve Amerika’da yayımlandı.
Ben bunca kitabı, izansız bir savcının saygısızlıklarına muhatap olmak için yazmadım…"
"…Bizi hapse attırmak için kıvranıp duran savcı, biliyorsunuz bizi önce o konuşmada ‘subliminal mesaj’ verdiğimiz gerekçesiyle gözaltına aldırıp tutuklattı. ‘Subliminal mesaj’ gerekçesi sadece Türkiye’yi değil bütün dünyayı güldürüp alay konusu olunca bu ‘subliminal’ lafı hokkabaz topu gibi birden ortadan kayboluyor.
Sanki savcı hiç böyle bir iddia ileri sürmemiş, sanki biz 12 gün Terörle Mücadele Şubesinin nezarethanesinde bu iddiayla tutulmamışız gibi ‘subliminal’ lafı unutuluyor.
Onun yerine sahneye ‘siz darbeyi biliyordunuz’ iddiası çıkıyor. Savcının yazdığı saçmalıklar tiyatrosunun yeni aktörü bu iddia oluyor.
Bir savcı, kanaatine göre, hissiyatına göre bir iddianame yazabilir mi?
Savcı öyle hissetti diye insanlar hapislerde yatabilir mi?.." (Ahmet Altan’ın 22 Haziran 2017 tarihli savunmasından)
"DEVLET, EĞER DEVLETSE…"
"…İnsanları akıl dışı suçlamalarla tutuklamanın bazı zorlukları var Sayın Yargıç, ve şimdi siz o zorluklarla karşı karşıyasınız. Ya "somut kanıt yok" deyip bu saçmalığa son vereceksiniz, ya "somut kanıtları" göstereceksiniz ya da somut kanıtlar olmamasına rağmen "somut kanıtlar var" demekte ısrar ederek dürüstlüğünüzü ve yargıçlık vasfınızı kaybedeceksiniz."
"…Bir yıl önce Mehmet Altan’la birlikte "darbecilere subliminal mesaj verme" suçlamasıyla gözaltına alındık. Sonra bu gülünç iddia ortadan kayboldu ve biz 15 Temmuz’da darbe yapmak ve hükümeti silahla devirmeye kalkışma suçundan tutuklandık. Biz silahlı darbe yapmışız. İsnat edilen suç bu. İddianın saçmalığının, isnat edilen suçun büyüklüğünü bile aştığı bir dava bu."
"Devlet, devletse bir insanı yargılamak için kanıtlara ihtiyaç vardır. Sadece silahlı zorbalar insanları kanıtsız bir şekilde bir yerlere kapatırlar. Eğer kanıtsız bir şekilde bizi yargılamayı ve hapsetmeyi sürdürürseniz, yargıyı ve devleti yok edeceksiniz. Çok ciddi bir suç işleyeceksiniz." (Ahmet Altan’ın 19 Eylül 2017 tarihli savunmasından)
* * *
Ve tabii, mahkemenin kararı değişmedi. "Sanıkların tutukluluğunun devamına, dosyanın mütalaa için savcılığa gönderilmesine, duruşmanın 13 Kasım 2017’ye ertelenmesine…"