Elinde üç mürekkep, üç balık, üç dize

Elinde üç mürekkep, üç balık, üç dize
Dizdize üç dize, üç kardeş gibi, üç şiir, üç şair.

Şiirini ve anılarını göç ve yalnızlık üzerine oturtan Şair Esat Şenyuva, Bingöl (Çewlîg) Adaklı (Azarpêrt) doğumlu. Bingöl, şairin bereketli toprağı gibidir…

Buradan çıkan şairler sözü kendisiyle birlikte sürgün ediyorlar, kimi Şenyuva gibi gurbete, kimi de, mesela İlhan Çomak gibi, gencecik yaşta çeyrek asırlık hapishane hayatına götürüyor Çewlîg’i ve sözcükleri…

Fakat Şenyuva, Bingöllü olmaktan çok Bingöl’den getirdiği sözcüklerle birlikte sürükleyip getirdiği Bingöl’ü de yazıyor.

Hangi felsefe tedavi edebilir şairi, bilmiyorum! Toprağından kopmuş ama toprağı ve acıyı dizelerine sarıp kendisine sürgün eden şairin "mendili kan kokar", ne yaparsan yapsın.

Öksüz kelimelerden kurtulmaz şair, heybesinde göç, toprak, anı ve yurt taşıyorsa. İç odalarında bebek beşiği hüzünler eski bir teyp kasetine kaydedilmişse ve çocukluğun ve geçmişin tek kaydı ise şiir, şair ağır yaralı demektir penceresinde sabah olsa bile…

"Öksüz Kelimeler" ve "Hangi Felsefe Tedavi Eder Yaralarımı" kitapları Artshop Yayınlarından çıkan Esat Şenyuva’nın son kitabı "Hiçlik Yokuşu" ise Peron Yayınlarından çıktı.

"Irmak Boyunda
ırmak boyunda bir ev dururdu
hangi yaş günü sonrasıydı bilmiyorum
suyuna batırıp çıkardım kalbimi

peşimde arkası kesilmeyen sis
kendi üzerime koşup durdum
ırmak boyunca rüzgara karışan
çan sesi gibi dağılıp gitti hayat

bir çift ayak yürüyor şimdi
kendini yıkamaktan yorulmuş
bir kalbi taşıyor mezarlığa"

(Hiçlik Yokuşu/ Peronkitap Yayınları)

Şefkat ezgileriyle yoğrulmuş dizeler gibi Esat Şenyuva’nın şiirlerindeki ses. Zihnindeki turna sürüsünden kopmuş buruk bir gurbetin ağzıyla yazılmış gibi. Yaralı bir sevince ortak olmayan kardeşliğe sesleniyor, barış derken de, aşk derken de Mem û Zin’siz olabilir mi?
"…
aşk dinine giriyorum Mem ile Zin’in
ya yaşat ya da öldür beni
gamlı felsefene gömsünler
razı gelemem artık takdirdeki yazılarına"


Esat onarılmış bir durak gibi ve bir kâğıt üzerinde onarılmış bir aşk gibi, dostluğu da şiiri de bıraktığı her durakta söz ettirecek kendinden sonra gelenlere…

Bir tartışmanın fitilini koymuş gibi şiirine Şenyuva, seviyor ve sonra yazıyor…



ŞAİR TURGUT KIZILDAĞ BABASINDAN SONRA İSTASYONA GİDENLERDEN...

Akasyalar ve istasyonların uğultusunda amelelerin terli sözleriyle yazan genç bir şair Turgut Kızıldağ.  "Kuş Yüzü Öpüş" şairin ilk kitabı. Kitabını hayatın armağanı dediği kızı İdil’e ve babasına adamış Kızıldağ. Şair Malatyalı (Meletî) ve orada yaşıyor bir kuş yüzü ile istasyonlara eğilip…

İnsan bazen eğiliyor istemediği bir kapıda, istemediği bir kentte, istemediği bir acıyla… Hayat böyle olunca da şair büklüm büklüm oluyor ağzında sözcüklerle, kuş yüzü öpen sözcüklerle…

Ömrümün büyük kısmını yaşadığım Malatya, şiirden ve şairden, istasyondan ve gurbetten nasibini almış bir kent.

"O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar" diyor ya büyük şair E. Cansever.

Şimdilerde istasyonlar, özelleşen istasyonlar oldu, kapıları kilitli sarı lojmanlar, gece olunca titreyen yalnızlığın rengi oldu. Artık buralarda insan yok, insan taşıyacak trenler de… Burada trenler maden taşıyor hızlı hızlı, kömür taşıyor, araç taşıyor, yalnızlık taşıyor.

Her yer gurbet olmuş gibi şairin sözcüklerinde Etiyopyalı bir çocuğun yüzünü öpüyor sanki mor etekli bir sabah.
Her şairin bir ayrılığı vardır kendisine dair kendisini işlediği bir ayrılığı… Bunu Turgut Kızıldağ şöyle tarif etmiş

"toprakta, hicranı dökülmüş korkak yenilgim
kaya kartalları kadar dervişe döndüm, omzumda hançerli"

 (Kuş Yüzü Öpüş/  Yılmaz Yayıncılık Syf.12)

Sonra şair, "Şövalye oluyorum Donkişot’u da takıyorum ardıma" diyor. Kendisiyle hayatın küfran yüzünü "kakışlıyor" bir Akşehirlinin diliyle. Şehirler ak bir virüsle boğuştukları şu günlerde ahvalimize not düşüyoruz, ahh adalet diye, kuş yüzü bir anneyi hatırlıyorum görüş günü bir kapıda düşünce suç olurken,

"benim yüreğimde çırpınan kuşun kanadı çocuk
anamın ellerinin sıcaklığı kafamda" derken şair…

Sonra uyanmalıyız, hiç bir şair anasına su taşırken bir kıyıda vurulmamalı toprak damlar susunca…

Yollar karmaşası: ana bana sesinle ula, ceninken nasıldım ana anlat, yüzünü kanatmadan
(Kuş Yüzü Öpüş / Syf.37)



GENETİĞİN AĞZINA DOKUNAN GENÇ BİR ŞAİR CEM ONUR SEÇKİN: DÜŞÜNDÜKTEN SONRA HENÇLİĞİNE KIRILANLARDAN

Şair Cem Onur Seçkin de Bingöl Yedisu’dan (Çerme) göç etmiş bir ailenin çocuğu, 1995’li yıllarda ailesi İstanbul’a göçtükten sonra, 1997 yılında dünyaya gelen Şair Seçkin, İstanbul Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik öğrencisi aynı zamanda.

İlk kitabı "Bir Karamsar" Puslu Yayıncılıktan yayımlanmış. "Mutlak Karanlığın Zirvesinde"  Kavim Yayınları’nda,  Sinek Balesi ise yeraltı edebiyatı tarzı E kitap olarak Upas Yayın’da yayımlandı. Bu kadar genç yaşta bu kadar şiir üretmesi, çaresizlik tohumunda bir umut yeşertme çabası gibi…

kudretini yitirmiş bir tanrının kendisiydim…
(Mutlak Karanlığın Zirvesinde - Sayfa 9)

derken kalabalıkların içinden sıyrılan şair, yalnızlıklarını şiirine sararken, topuklarıyla eziyor hayatı sanki.

"başlamadan bitmesi kader miydi, diye sordu Lynda.
kaderim, okuma yazma bilmeyen
Kader adında bir kız çocuğuydu." dedim.

(Mutlak Karanlığın Zirvesinde- Sayfa 48)

Ölümü ve aşkı tarif ederken şair, başarısız bir doktordur en acil durumda hayatları kaybettiren aşk, dünyanın en garip aşığıdır. Beni bahtiyar kıl ve ihtiyar bir adam gibi ağlatma. Ben daha doğmamış bir çocuğum diyor, Mutlak Karanlığın Zirvesinde.

Sinek Balesi- kitabındaki "Fıstıklı Şahapla Papa"  şiirine kulak verelim

kendi içimden biri gibiydim
kendimi içtiğimde biriydim
kendi içimdekiydim
kendi içimdeydim
kendimdim


işte herkes biraz oynar böyle kendisiyle diyor, Şair Cem Onur Seçkin.
 

Öne Çıkanlar