II. Abdülhamid dönemi; Sultanın Kızılbaşları
Remzi BUDANCİR
ARTI GERÇEK- Türkiye’de Alevilere yönelik nefret söylemleri sürüyor. Hemen hemen her yıl özellikle batı kentlerinde Alevilerin yaşadığı mahallerde duvarlara, ya da evlerinin kapılarına nefret söylemi içeren yazılarla ilgili haberler çıkıyor. En son İzmir’de bir ailenin evinin duvarına ‘defol Alevi’ yazı tartışma yarattı. Bu söylemler ile ilgili tartışmalar devam ederken Yalçın Çakmak'ın İletişim Yayınları'ndan çıkan yeni kitabı "Sultanın Kızılbaşları" okuyucular ile buluştu. Kitap özellikle Kızılbaş-Aleviler'e yönelik önyargı ve ayrımcı söylemlerin kökenini irdeliyor.
Tarih Vakfı Mütevelli Kurulu Üyesi Tarihçi Dr. Yalçın Çakmak imzası ile çıkan kitapta, II. Abdülhamid Dönemi Alevi Algısı ve Siyaseti irdeleniyor. Çakmak, Sultanın Kızılbaşları’nda, II. Abdülhamid döneminin kendi siyaset anlayışı ve araçları ile devletin genel Alevi politikası arasındaki paralelliklere, değişimlere yoğunlaşıyor. Kızılbaş-Alevilere yönelik devlet politikasının Osmanlı’dan günümüze yansımasına ışık tutacak nitelikte olan Sultanın Kızılbaşları kitabında oldukça önemli bilgilere yer veriliyor. Kitapta devletin politikası, Kızılbaşlara yönelik üretilen nefret söyleminin kaynağı, katliamlar ve oluşturulan negatif algıların politik kökenine ilişkin önemli tespitler var. Tarihçi Dr. Yalçın Çakmak, Sultanın Kızılbaşları kitabının içeriği hakkında Artı Gerçek’in sorularını yanıtladı:
KIZILBAŞLARA YÖNELİK ŞÜPHE VE ÖN YARGILAR GÜNÜMÜZE KADAR DEVAM ETTİ
- "Sultanın Kızılbaşları" kitabınız çıktı. Osmanlı’nın Kızılbaş-Alevi politikasını irdeleyen bu kitapta okuyucuyu ne bekliyor? Hangi konuları ele aldınız?
Osmanlı Devleti ile Kızılbaşlar arasındaki ilişkide 16. yüzyıl önemli bir dönem. Osmanlı açısından Kızılbaşlık iki anlama sahipti: Safeviler ve Anadolu’daki takipçileri. Mesele Anadolu’daki Kızılbaşlar olunca, doğrudan Osmanlının tebaası durumundaydılar. Bu nedenle Safevi taraftarı Kızılbaşların Anadolu’da bir karışıklık ve nizam karşıtı hareketlilik içerisine girmemeleri için Osmanlı Devleti çok sert tedbirlere başvurdu. Bu da 16. yüzyılın Kızılbaşlık açısından doğrudan devlet şiddetinin tavan yaptığı bir dönem olduğunu gösteriyor.
Devlet meseleyi bu yönüyle Safeviler ile birlikte okuduğu için, ilerleyen yıllarda Safevilerin gücünü yitirmeleriyle Anadolu’daki Kızılbaşlara yönelik organize takibatlarda eskisine nazaran bir "durulma" yaşandı. Tabi bu hiçbir zaman Osmanlı’nın Kızılbaşları tamamen unuttuğu anlamına gelmiyordu. Zira Kızılbaşlara yönelik şüpheler her daim devam etti. Bu da devlet katında beslenen şüphe ve ön yargıların Sünni toplum nazarında da sürdürülmesi ve Kızılbaş-Alevilere yönelik olumsuz bakış açısının günümüze değin devamının nedenidir.
"SALDIRLAR, KENTLEŞME İLE GÖRÜNÜR OLUNCA BAŞLADI"
Devletin takibinden kaçan Kızılbaşların kırsalda kendileri için müsait alanlara yerleşme çabaları ya da oldukları yerde içe kapanmaları kendileri açısından topluluk içi geleneksel bir inancın oluşturulmasına vesile oldu. Bahse konu geleneksellik genel olduğu kadar, yerelliğe dair unsurları da barındırmıştır. Böylece geleneksellikle örülü bu yaşam, 16. yüzyıldan 1950’lere kadar köyden kente göçlerle devam etti. Bu yönüyle Kızılbaşlık ya da Aleviliğin, Sünniliğe nazaran daha kırsal bir yerleşmeye sahip olduğunu söylenebiliriz. İşte Cumhuriyet döneminde meydana gelen saldırı, fişleme, ev işaretleme ve ayrımcı muamelelerin başlangıcı da, daha çok Alevilerin kentleşme ve bu kentleşmenin beraberinde getirdiği görünürlüklerine yönelik tepkiyle alakalıdır.
- Bu çalışmayı yaparken nasıl bir yol izlediniz, hangi kaynaklardan yararlandınız?
Çalışmamda karşılaştırmalı bir yöntem kullandığımı söyleyebilirim. Bunun için de II. Abdülhamid dönemi Kızılbaş-Alevi siyasetini anlayabilmek için öncesine, yani bu işin başlangıcına odaklanmam gerekti. Öncelikle Osmanlı resmi ideolojisinde Sünniliğin inşası ve 16. yüzyıldaki gelişmelerin bu siyaset üzerindeki etkilerine odaklandım. Bu bakımdan devlet tarafından 14. ve ekseriyetle de 15. yüzyıldan itibaren araçsallaştırılmaya başlanan Sünniliğin, Safeviler ve Kızılbaşlık nedeniyle hız kazandığını söyleyebiliriz. Yaşananlar da zaten 16. yüzyıl ve Kızılbaşlığın, Sünniliğin kurumsallaşması açısından önemli bir katalizör olduğunu gösteriyor.
- Özellikle II. Abdülhamid Dönemi'ni baz aldığnız için soruyorum. Osmanlı devlet sisteminin Kızılbaş-Aleviler ile ilgili politikası II. Abdülhamid'le değişikliğe mi uğradı?
Bir öncesinde de ifade ettiğim gibi 16. yüzyılın sonundan itibaren Osmanlı’nın Kızılbaşlara yönelik takibatında bir esneme yaşandı. Bu durum üç aşağı beş yukarı II. Abdülhamid dönemine değin aynı tempoyla devam etti diyebiliriz. İşte bu da çalışmamın ikinci sacayağını, yani Sultan Abdülhamid’in hükümranlık döneminin önemini ortaya koyan bir giriş mahiyetinde. Çünkü Kızılbaş ya da Alevilerin aradan geçen yüzyıllar sonrasında yeniden devletin odağına oturmaları Abdülhamid dönemine tekabül ediyor. Tabi burada da ikinci bir karşılaştırmalı yöneteme başvurdum ve bu kez sorum şuydu: Acaba bu dönem sadece Kızılbaş-Aleviler mi devletin radarına girdi? Girdiyse de nasıl girdi? Bunu anlamak için öncelikle Abdülhamid döneminin siyasi atmosferine ve sultanın siyaset yapma tarzına odaklanmam gerekiyordu. Çünkü bu resmi bütünlüklü görebilmek için Abdülhamid’in kişiliği ve döneminin koşullarını göz önünde bulundurmak zorunluydu.
- Dönemin sadece Kızılbaş-Alevi politikasını mı incelediniz yoksa genel din politkasını mı?
Sultan Abdülhamid döneminin siyasal paradigmalarını serimledikten sonra bu kez diğer gayri Sünni topluluklara yönelik siyasetinin temel yönlerine eğildim diyebilirim. Çünkü mesele Sünnilik ve gayri Sünni bir yol olarak Kızılbaşlık-Alevilik ise bunu yapmak elzemdi. Bu vesile ile Kızılbaşların da arasında bulunduğu gayri Sünni bloktaki bir takım topluluklara dair devlet siyasetinin temel araçsallarını ortaya koymaya çalıştım. Bu örgünün hemen akabinde ise asıl odağım yani Kızılbaş-Alevi siyasetine geçtim.
ALEVİLER ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE DEVLETİN ODAĞINA OTURDU
- II. Abdülhamid'in Kızılbaşlarla ilgili en dikkat çekici politikası neydi?
Benim öncelikli sorum şuydu: Kızılbaşlar uzun bir aradan sonra neden yeniden Osmanlı ve II. Abdülhamid’in radarına girdi? Araştırmalarım panislamizm, merkezileşme, Ermeni tehlikesi ve en nihayetinde de misyonerlik endişelerinin sultanın siyaset yapma tarzını şekillendirdiğini gösterdi. Abdülhamid nezdinde Osmanlının Kızılbaşları keşfinde bu etkenlerin büyük bir rolü oldu. Bilhassa Ermeniler ve misyonerlerin Kızılbaş topluluklarla geliştirdikleri ilişkiler bir takım taşra bürokratlarınca merkeze büyük bir tehlike olarak sunulduğu için Abdülhamid’in paranoyalarını daha da depreştirdi. Tabi bir Tanzimat çocuğu olarak merkezileşmeye önem veren Abdülhamid’in bunları ıskalaması mümkün de değildi. Bunun için demin de bahsettiğim gibi diğer gayri Sünni topluluklara yönelik siyasette araçsallaştırılan ve tashih-i akaid, yani inançların düzeltilmesi olarak adlandırılan yöntemlerle Kızılbaşların Sünnileştirilmesine başvuruldu. Tabi gün sonunda bu siyasetin başarılı olmadığı anlaşılsa da aslında bütün bu süreç boyunca ortaya çıkan malzeme çalışmam açısından ilgi çekici bir görüntü ve içerik sundu. Söz konusu tashih-i akaid yöntemleri arasında okul, cami ve mescidlerin açılması, nasihat ve vaazlarda bulunmaları için Sünni ulemanın gönderilmesi, sorun çıkaranların sürgün edilmesi gibi yöntemler geliyordu. Bunlarda aslında diğer gayri Sünni topluluklara yönelik yöntemlerle birçok yönden uyuşmaktaydı. Ama Kızılbaşlar açısından farklı bir husus vardı ki o da devletin bütün bunları icra ederken Kızılbaşlığa yönelik 16. yüzyıldan devraldığı bakiyenin refleks ve algısıyla hareket ettiğiydi. Bu bakımdan yöntemler diğer gayri Sünni siyasetle benzeşmesine rağmen Kızılbaşlara yönelik söz konusu algı ve önyargılar onları diğerlerinden farklı kılacaktı.
- Araştırmanızda hangi kaynakları kullandınız? Osmanlı arşivi dışında da kaynak mevcut muydu?
Osmanlı arşiv belgelerinin yanı sıra çalışmamı zenginleştiren Batılı literatür ve bilhassa Kızılbaşlara önemli oranda yer verilmiş olan Amerikalı misyonerlerin geride bıraktıkları yazınlar oldu. Bunu elimden geldiğince kitabımda tüm ayrıntılarıyla okurun bilgisine sunmaya çalıştım. Bununla da "16. yüzyıldan 2. Abdülhamid dönemine gelinceye değin devlet ve Sünni toplum nezdinde Kızılbaşlara dair nasıl bir söylem üretildiğinin" resmini üç aşağı beş yukarı çizdiğimi düşünüyorum. Tabi diğer türlü bir okumayla Kızılbaşların içerden gözlemlenmesiyle inanç ve pratiklerine dair de önemli oranda bir malumat söz konusu.
"DUMUKLU HADİSESİ ALEVİLERE HAKSIZ BİR KATLİAM YAPILDIĞININ RESMİ İTİRAFIDIR!"
- Kitapta Osmanlı döneminde yaşanan katliamalara ilişkin örnekler veya veriler var mı?
Çalışmamda olgu ile olay, genelleme ile spesifik örnekler arasındaki dengeyi gözetmeye de gayret gösterdim. Çünkü meseleye tek başına devlet ve genel siyaset odaklı bakmak Kızılbaşları pasifleştirmek olurdu. Bunun için de kullandığım belgeleri göz ardı etmeden ve tersi bir okumayla söyledikleri kadar söylemediklerini de göz önünde bulundurarak Kızılbaşların kendi içlerindeki bir takım hadiselere de odaklandım. Aslında bu da yine bir yanıyla genel ile parçanın ilişkisi sonucu şekillenmiş olaylardan meydana gelen bir sürecin okumasıdır. Bunlardan ilkini Hubyar Ocağı içindeki bir kırılmanın meydana getirdiği Veli Baba ve sonrasında eşi Anşa Bacı odaklı gelişen olaylar, ikincisini ise 1896 yılında Malatya’nın Akçadağ Kazası Dumuklu Köyü’nde meydana gelen büyük bir facia oluşturuyordu. Her iki hadise de gerek Osmanlı, gerekse Kızılbaş-Alevi tarihi açısından bir ilktir. Şöyle ki: Anşa Bacı merkezli yaşanan hadiseler Kızılbaş-Alevilik içi tartışmalarda ilk defa meydana gelen bir yarılma ve ayrı bir ocak yapılanmasına gidilmesini, Dumuklu Hadisesi ise Osmanlı söyleminde hiç de görülmeyen, Alevilere haksız bir katliam yapıldığının resmi itirafıdır!
DERSİM’E YÖNLİK ALGI VE SÖYLEMLER ABDÜLHAMİD DÖNEMİNE UZANIYOR
- Dersim ile ilgili ne tür bilgilere ulaştınız? Cumhuriyet öncesinde de devletin 'Dersim politikası' var mıydı?
Kitabımın sonunda, Anşa Bacı ve Dumuklu Hadisesi gibi örnek çalışmaların yanı sıra, Dersim örneği üzerinde bilhassa durdum. Çünkü Dersim başından itibaren Osmanlı ile özel bir gündemi olan yapısıyla farklılıklar sergilese de bu dönemin Kızılbaş-Alevi siyasetinin doğrudan somutluk kazandığı pilot bir bölgeydi. Yani devletin Kızılbaş-Alevi inancına mensup topluluklara dair siyaset ve algısını bir bütün olarak Dersim’de görebilmek mümkündü. Buna Dersim aşiretlerinin kendilerine has otorite tanımaz davranış ve tutumları da eklenince ortaya apayrı bir resim çıktı. Bu da özellikle Abdülhamid’in okullarında yetişen Cumhuriyet’in kurucu kadrosunun Dersim’e yönelik ilerdeki tavrının şekillenmesinde etkili oldu. Çünkü Mustafa Kemal ve Cumhuriyetçilerin Dersim’e yönelik algı ve söyleminin kökleri bizzat Sultan Abdülhamid dönemine uzanmaktaydı ve çalışmamda buna da temas etmeye çalıştım.
- Alevi ifadesi ile Kızılbaş Alevi ifadesi arasında bir fark var mı?
Son olarak kitapta, bugün topluluk mensupları için kullanılan "Alevi" tabirinin köklerini irdelemek de problematiklerim arasındaydı. Yakın bir zamana değin kabul edilen yaygın kanaat Alevi ifadesinin "Osmanlı Devleti tarafından 19. yüzyılın sonlarında Kızılbaşlara" verildiği şeklindeydi. Ama benim çalışmadaki iddiam, bu tabirin bizzat topluluk mensuplarınca geçmişte kullanılan mahallî bir adlandırma olup, II. Abdülhamid döneminde giderek yaygınlaştığı ve devletin de buna eklemlendiği yönünde. Yani siz artık Kızılbaşlara Alevi dediğiniz için onlar bunu kabullenmedi. Çünkü "Alevi" ifadesi zaten kendilerini tarifte geçmişten beri kullandıkları yerel adlandırmalardan biri olup, diğerleri arasından sivrilerek bu yüzyılda ön plana geldi. Böylece Kızılbaşların artık bu tabirin yanı sıra Alevi olarak adlandırılmalarına da başlanmış oldu. Tabi bu söylemsel farklılaşmanın konu Kızılbaşlar olunca devlet nezdinde ilk defa bir müphemlik algısına tekabül ettiğini de belirtmek isterim.