Kendi olmanın derdinde, derdin arayışında
Adalet ÇAVDAR
“Çünkü unutmayalım, günahın bedeli ölümdür; yazılıdır bu, yok sayılamaz, kim ki günah işler, ölecektir. Günah içinde doğduğumuzu hep hatırlayalım, annelerimizin rahmine onlar günah içindeyken düştük – bedenimizin her yerinde günah hüküm sürer, günah kirli kalbin doğal sıvısıdır; günah gözlerden bakar, amin ve bizi şehvete götürür, günah kulakta duyulur ve budalalık yaptırır insana, günah dilimize yerleşir ve cinayeti işler. Evet! Günah insanın tek mirasıdır, günahı doğul (bu ne?) babamızın, o günahkâr Âdem’in bize bıraktığı mirastır, onun kalanı bizi hasta eder, yaşayıp kuşakları da hasta edecektir!”
Sayfa 99
Bazı kitaplar okurlarının kişisel hikâyelerinden beklenmedik titreşimleri çekip çıkartır hafızanın karanlığından. Baldwin’in "Dağlardan Duyur Onu" romanı dayatmalara elinden geldiğince pey akçesi vermeyip, bedeli ne olursa olsun kendini arayan herkeste benzer bir etki yaratabilecek bir kitap. Bu yönüyle tek başımıza olsak da yalnız olmadığımızı hatırlatan dost bir metin. Ailesiyle bağlarını sorgulayan, baskıcı otorite figürlerine karşı kendi kimliğini arayan John’un hikâyesi pek çoklarımızın kendi hayatlarından izler bulabileceği bir yolculuk. Bireyin hem ailesinin hem de toplumun ona dayattığı sınırlardan kurtulup kendi benliğini keşfetme yani büyüme uğraşı var bu yolculuğun merkezinde. Baldwin’in anlattığı mücadelenin evrenselliği ve onu zamanı aşan bir dille anlatma becerisi tek kelimeyle büyüleyici.
James Baldwin, 20’inci yüzyıl edebiyatına damgasını vurmuş cesur bir yazar. 1924 yılında New York'ta doğan Afro-Amerikalı Baldwin, cinsellik, kimlik ve ırkçılık gibi konuları ele aldığı eserleriyle dikkat çekti. Temizlikçi bir annenin oğlu olarak dünyaya geldi ve biyolojik babasını hiç tanımadı. Henüz üç yaşındayken annesinin evlendiği üvey babasının soyadını aldı. Lise yıllarında ufak tefek işlerde çalışırken yazma tutkusunu keşfetti ve kısa sürede edebiyat dünyasında kendine bir yer edindi.
Baldwin’in edebi tecrübesi, yalnız romanları değil, aynı zamanda denemeleri, oyunları ve aktivist kişiliği aracılığıyla da tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. 1956 yılında yayımlanan "Giovanni’s Room" (Giovanni'nin Odası) adlı romanı, eşcinsellik temasıyla hem döneminde cesur bir adım olarak kabul edildi, hem de Baldwin'i tabu konulara cesurca yaklaşan bir yazar olarak tanıttı. Baldwin sivil haklar hareketine olan desteğiyle de biliniyordu. Martin Luther King Jr. ve Malcolm X gibi önemli figürlerle yakın ilişki içindeydi. Denemelerinde siyahların maruz kaldığı sistematik baskıları açıkça ele alıyordu. 1963 yılında yayımlanan "The Fire Next Time" (Bundan Sonrası Ateş) eseri, bu konudaki en etkili seslerden biri olarak kabul ediliyor. Baldwin, sanatı toplumsal adaletsizliklere karşı bir direniş aracı olarak görüyor ve bu tavrı eserlerinde açıkça yansıtıyordu.
Baldwin’in edebiyat dünyasına damgasını vuran ilk romanı "Go Tell It on the Mountain" (Türkçesi: Dağlardan Duyur Onu), 1953 yılında yayımlandı. Yarı otobiyografik özellikler taşıyan bu roman, Afro-Amerikan toplumunun dinsel, toplumsal ve kişisel çatışmalarını derinlemesine işliyor. Temmuz ayında İlknur Özdemir’in çevirisiyle Yapı Kredi Kültür Sanat Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan bu eser, Baldwin’in kilise, aile ve kimlik temaları etrafında ördüğü güçlü bir kurguya ve sarsıcı bir anlatıma sahip.
"Dağlardan Duyur Onu", Baldwin’in Harlem'deki siyah kilise cemaatinde geçen çocukluğundan izler taşıyor ve ana karakteri John Grimes’ın hikâyesine odaklanıyor. Genç bir Afro-Amerikalı olan John’un 14’üncü doğum günü hayatının belki de en önemli kırılma noktasına dönüşüyor. John’un ailesiyle ve özellikle otoriter babası Gabriel’le olan karmaşık ilişkisini izlemeye başlıyoruz böylece. Gabriel, dindar bir vaiz ve kendi geçmişindeki günahlarını oğluna yansıtan bir baba figürü. Florence, Gabriel’in kız kardeşi olarak romanın önemli karakterlerinden biri ve ağabeyinin baskıcı yapısıyla mücadelesi, romanın güçlü dinamiklerinden biri olarak öne çıkıyor.
Roman, Afro-Amerikan topluluklarda dinin oynadığı merkezi rolü ele alırken, aynı zamanda bireysel özgürlük arayışını ve kilisenin bireyler üzerinde kurduğu baskıyı da sorguluyor. Baldwin, John’un Tanrı ile olan ilişkisini, cinselliğini ve kişisel özgürlük arayışını derinlemesine keşfettiği bir anlatı kuruyor. Kiliseyi sadece toplumsal baskının örgütlendiği bir zemin olarak değil, aynı zamanda bireysel ve kolektif gelişimi engelleyen bir unsur olarak eleştiriyor.
Romanın yayınlandığı 1953 yılı, Amerika’da sivil haklar hareketinin oldukça ivme kazandığı bir döneme tekabül ediyor. Baldwin bu romanı yazarken siyahlar eğitim, iş, barınma ve oy kullanma gibi temel hakları için yoğun bir mücadele veriyorlar ve önemler aşamalar katediyorlardı. Dolayısıyla roman, o mücadeleyi oluşturan dinamikleri ve mücadele hatlarının çoğulluğunu da tasvir ediyor.
Bu romanı, laiklik mücadelesinin tabana yayıldığı bir Türkiye’de okumanın ağızda buruk bir tat bıraktığını söylememe bilmem gerek var mı? John’un Gabriel’in temsil ettiği otoriter baba figürüne karşı verdiği mücadeleyi iliklerinizde hissedeceksiniz bu nedenle.
Dağlardan Duyur Onu sadece bir roman değil, bireylerin ve toplulukların büyüme ve kendilerini bulma uğraşlarına dikkat çeken, yoğun sembolik referansları olan bir anlatı. Baldwin, John’un hikayesi aracılığıyla bulduğuyla yetinmeyip kendini arayan insanların dünyaya ne büyük hediyeler verdiğini de hatırlatıyor. Böylesi yolculuklarda insanların karşısına aileleri, cemaatleri, inançları çıkıyor çoğu kez ve yalnızlık hem bir sığınak hem bir tuzak olarak deneyimleniyor. Ama özgürlüğü öğrenmenin başka yolu da yok... Bunu da en iyi bu türlü yolculuklara çıkanlar biliyor.
Künye:
Yazar: James Baldwin
Kitabın adı: Dağlardan Duyur Onu
Çeviren: İlknur Özdemir
Baskı: Temmuz 2024
Yayınevi: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayınları
Sayfa sayısı: 211