Lisa Ridzen, Turnalar Güneye Uçarken
Turnalar Güneye Uçar, her şeyden geçmişe, geçmişin güzel günlerine ve insanın dönüp geriye, arkada bıraktıklarına bakmaya çabaladığı bir roman olarak değerlendirilebilir.

Lisa Ridzén’in 2024 yılında İsveç’te yılın kitabı seçilen romanı Turnalar Güneye Uçarken, Yonca Mete Soy çevirisiyle geçtiğimiz günlerde Timaş tarafından yayımlandı.
Turnalar Güneye Uçar, her şeyden geçmişe, geçmişin güzel günlerine ve insanın dönüp geriye, arkada bıraktıklarına bakmaya çabaladığı bir roman olarak değerlendirilebilir. Bir yandan Alzheimer hastası eşi Frederika, diğer yandan oğlu Hans, öte yandan Ingrid, Sixten ve ötekiler… Yaşamını kendi sınırları içerisinde olageldiği gibi yaşamak isteyen, Turnalar Güneye Uçarken’in ana kahramanı Bo için her şey bu isimler ve onlarla kurduğu ilişkiler/diyaloglar üzerinden şekillenir. Roman da temelinde Bo’nun kendisine, yakın çevresine ve tüm bu insanlara bakışı üzerinden geçmişe dönük bir sorgulamaya, içerisinde bulunulan ânı anlamaya yönelik bir girişime dönüşür.
Romanın ana kahramanı Bo, artık takatten kesilmiş, hayatına yaşlılığın getirdiği binbir zorlukla devam etmeye çalışan bir ihtiyardır. Bo için yaşam, büyük oranda yakın çevresi ve özellikle sadık dostu, köpeği Sixten ile kuşatılmış gibidir. Özellikle Sixten, Bo için hayatını kolaylaştıran ve ona enerji, anlam, güven veren bir unsurdur. Zamanla giderek güçten düşmesiyle birlikte Hans ile çatışmaya başlayan Bo için her şey, oğluyla çatışmaya başlamasıyla değişir. Sixten’i Bo’dan almaya karar veren Hans, bu davranışıyla babasını bambaşka şeyler düşünmeye, hayata dair yeni sorgulara girişmeye zorlar. Hikâye de tam bu noktadan başlayarak zamanla babalık, aile, sevgi, güven, dostluk gibi bambaşka çeperler etrafında gelişmeye, okuru da tüm bu kavramlar üzerine sorgulamaya iter.
Turnalar Güneye Uçar, bir monolog ve hayıflanma ânıyla başlar: “Onu mirastan mahrum edip hiçbir şey bırakmamayı hayal ediyordum. Sixten’i, hem benim hem de onun iyiliği için benden almak istediğini söylüyordu; benim gibi ihtiyarların ormanda yürümemesi gerekiyormuş, Sixten gibi köpeklerin de köy yolunda bir ileri bir geri yürümektense daha uzun yürüyüşlere ihtiyacı varmış.” (Ridzén, 2025: 9) Bu uzun hayıflanmanın ardından başta oğlu Hans’ı, ardından kendisine güven veren tek dost olarak Sixten’i düşünmeye başlayan Bo, zamanla her şeyin kendisi için ne kadar güç bir hâl almaya başladığını fark eder. Hans’ın bu girişimi aslında ona ne derece yaşlandığını ve başkalarına ne derece “muhtaç” bir hâle geldiğini hatırlatır. Böylelikle öncelikle yaşlılığa, zamana ve geçmişe yönelik bir sorgulama başlar.
Bo, öncelikle yaşlılık meselesini ve yaş aldıkça insanın ne derece yalnızlaştığı konusu üzerine düşünür/düşündürtür. Bir zamanlar çevresinde onca insan varken zaman herkesi birbirinden uzaklaştırmış, onlara başka türlü bir gelecek sunmuştur. Nihayetinde dostlarla, arkadaşlarla yollar türlü nedenlerle ayrılırken bir süre sonra aileler dahi farklı yollara savrulmuştur. Oğlu Hans’ın tercihleri, Alzheimer hastası eşi Frederika’nın artık giderek daha da fazla yardıma ihtiyaç duyması, Ingrid’in davranışları onu yeni yeni çıkmazlara, çözümsüz ve çaresiz düşüncelere iter. Böylelikle okur öncelikle yaşlılığa dair bir sorgulamanın içine girer.
Yaşlılık, nihayetinde zamanın ve zaman meselesinin/sorunsalının bir çıktısı, sonucudur. Zamanın süregiderliği ve insan, toplum, dünya üzerindeki etkisi de bu anlamda tartışmaya açılır. Bo, giderek alışık olduğu dünya ve zamandan uzaklaşırken kaybettiklerinin yerine hiçbir şey koyamadığını fark eder. Her şey onu daha da yalnızlaştırmak üzerine var olmuş gibidir. Bu durum onu ve kararlarını derinden etkilerken dönüp baktığında geride çok az şey kaldığını da fark etmesine yardımcı olur.
Özellikle de baba-oğul ilişkisi, roman boyunca tartışılan temel başlıklardan biri olarak belirir. Turgenyev’in Babalar ve Oğulları’ndan, yahut Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’inden sonra Ridzén’in Turnalar Güneye Uçar’ının da bir baba-oğul sorgusu olduğu ifade edilebilir. Yazar, roman boyunca Bo ile oğlu arasındaki ilişkiye ve bu ilişkinin zamanla nasıl değiştiğine dikkat çekerken baba-oğul ilişkilerinin her bir kuşakta farklı tezahürleri olduğunu da gözler önüne serer. Sözgelimi Bo ile Hans arasındaki ilişkiyle Bo’nun kendi babasıyla kurduğu ilişki birbirinden alabildiğine farklıdır. Bu farklılık da yine zaman meselesinin nasıl her şeyi giderek dönüştürdüğünü açıkça ortaya koyar. Babalar ve oğulları üzerine girişilen sorgulama roman boyunca farklı şekillerde gelişip hikâyeyi şekillendirmeye devam eder.
Babalar ve oğulları, sevgi, dostluk, hayatın anlamı gibi birçok meseleye kapı aralayan Turnalar Güneye Uçar, Lisa Ridzén’in ilk romanı olmasına karşın kendisine önemli bir yer edinir.