Ruhları yaralayan sarsıntı: '7.6'
Rıfat MERTOĞLU
Sanat, genel olarak insanlık tarihindeki büyük kırılmaları konu edinerek, gelecek kuşaklara yansıtır. Bundandır, “Sanat, toplumun aynasıdır,” derler. Sinema, tiyatro, resim, edebiyat hep bu kırılmaları işler, çoğunlukla toplumsal trajedilerden beslenir.
Sinemada İtalyan yönetmen Roberto Benigni’nin “Hayat Güzeldir” filmini bilirsiniz, İkinci Dünya Savaşı sırasında karısı ve oğluyla Yahudi kampına götürülen bir babanın çocuğu için verdiği mücadeleyi anlatır. 2. Dünya Savaşı insanlık tarihinin kırılma noktalarından biridir. Steven Spielberg’in yürekleri burkan filmi “Schindler’in Listesi” de öyle. Tiyatroda, “Romeo ve Juilet” sıradan bir aşkı anlatmaz, oyun, düşmanlığın ve trajedinin klasikleşmiş güzel bir örneğidir. Yine “Hamlet” oyunu da ihanet, intikam ve trajedinin karmaşık örgüsüdür. Edebiyatta da büyük eserler hep kırılma noktalarından çıkmıştır. Tolstoy’un ölümsüz eseri “Savaş ve Barış”, Rusya’nın Fransa tarafından istila edildiği dönemde yaşanmış olayları konu edinir. Steinbeck’in “Gazap Üzümleri” isimli romanı Amerika'da 1930'lu yılların ekonomik kriz dönemlerini, insanlığın dramını etkileyici bir dille anlatmaktadır. Şiirde, resimde, heykelde de insanların yaşadığı büyük trajediler, travmalar işlenir.
Ülkemizde de edebiyat çoğunlukla kırılma noktalarından, toplumu ilgilendiren büyük olaylardan etkilenmiştir. Kurtuluş Savaşı döneminde ve sonrasında yazılan romanlar savaşı konu edinir. Yaşar Kemal romanlarında Çukurova’ya tarım makinelerinin girmesini ve sonrasındaki toplumsal dönüşümü işler. Doğal afetler de romanlara, öykülere, şiirlere çokça konu olmuştur. “Türkiye’de deprem”, “İstanbul Depremi”, “Kör Bir Geceydi”, “Göcük Altında”, “Deprem Olmasın”, depremi işleyen kitaplardan sadece birkaçıdır.
Yazar Mazlum Çetinkaya’nın 2024 yılında SRC KİTAP etiketiyle çıkan “7,6” isimli kitabı da içimizi yakan deprem gerçeğinden esinlenen bir metin. Türkiye, deprem kuşağında bulunan ve sık sık irili ufaklı depremler yaşayan bir ülkedir. Depremler fiziksel, ekonomik ve sosyal açıdan ağır sonuçlar ortaya koyan, kişilerin normal yaşantılarını bozan, onları yardıma muhtaç bırakan, can ve mal kayıplarına neden olan doğa kaynaklı felaketlerdir.
Türkiye, 6 Şubat 2023 sabahında büyük bir acıyla uyandı. Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde meydana gelen iki büyük deprem 11 ilimizde yıkıntılara neden oldu. 7.6 şiddetindeki deprem birçok insanı birbirinden kopardı. Depremin yakıcı, yıkıcı etkileri halen devam ediyor. Ruhları yaralayan bir sarsıntı oldu bu deprem.
Çetinkaya’nın kitabı 130 sayfa, iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm 7.6, ikinci bölüm ise Kent, Mekan ve İnsan adını taşıyor. Yazarın kısa anlatıları duygu yüklü. Şiirsel imgelerden, metaforlardan çokça yararlanmış. Akıcı, duru, anlaşılır bir dili var. Yazar, anlatısında depremle birlikte aslında yaşamın kendisini de sorguluyor. Depremde yitirilen her canın ardından sözcüklerle yas tutuyor.
“Ben ona bir aşireti anlatıyorum, o ellerimi tutuyor, bir halkın ellerini tutar gibi.” Uzatılan el, bir halkın eli oluyor, çekilen acılar evrenselleşiyor bu müthiş anlatımda. Acıyla birlikte mücadele de metinde yerini alıyor. Ayrılık, ölüm, özlem anlatılsa da dik durmayı, geleceğe umutla bakmayı ihmal etmiyor yazar; “Yenilmek büyük bir gidiştir, direnmek yeni bir bahar,” sözleriyle nasıl da aydınlık bakıyor okura. Yazar, Mazlum Çetinkaya, depremde yitirilenlerin acısını yaşıyor her satırda, yasını tutuyor. “Ben her şarkıya ağladım sizden sonra,” ve “Şimdi anlıyorum seni, her şarkı ölümden sonra dinlenirmiş,” cümlesi nasıl da acıtıyor geride kalanların yüreğini.
Depremin vurduğu coğrafya o kadar geniş ki, farklı halkların, kültürlerin, dillerin coğrafyası, bir yanda Maraş, Adıyaman, Malatya, diğer yanda Antep, Kilis, Hatay. Bu yelpazeyi şöyle aktarıyor yazar; “Bekle, halkların kırmızı acısı, bekle bizi geleceğiz elbet, bir Kürt acısı bir Arap acısında büyüyecek.”
Depremde yerle bir olmuş evler, apartmanlar, betonlara gömülen anılar, özlemler, sevgiler sonra kırık, yaralı, kederli yürekler…
“Hatay’da bir apartman, Veda apartmanı, içinde telleri kopmuş bir gitar.” İşte böyle bir kırık ezgi geride kalan, kanayan…
Çetinkaya’nın metinlerinde edebi bir tat var. Şiirsel bir tat. Akan duru nehirler gibi ışıldayan. Şiirsel imgelerin, metaforların, duygulu, dokunaklı sözcüklerin ustası bir yazar. Okuyucu, güçlü şiirlerin ırmağına dalıp gidiyor, serinliyor kadim sözcüklerin esintisiyle. Sözcükleri tam da “Taş avludaki sabah serinliği, akşam gölgesinin yalnızlığı gibi…”
Yazar, imgesel anlatımı tüm metnine yayıyor, okunan her dize okurun yüreğine dokunsun istiyor; “Bak üstümüzde rüzgârın gölgesi duruyor,” “Zaman bir makas almış ağzına bizi, durmadan biçiyor.” Cümleleri bir şiir sanki…
Çetinkaya, kitabın ilk bölümünde depremle ilgili yaraları, özlemleri, acıları yazarken, ikinci bölümde ise kent, mekan ve insanla ilgili gözlemlerine değiniyor. Malatya’nın renkli simalarından Mercedes Kadir’i anlatan yazısı beni çok duygulandırdı. Kadir’in bindiği sopayla caddelerde koşuşturmasını hatırladım. Her iki bölümde de duygusal, şiirsel, sade bir anlatım var.
Yazar’ın daha önce Zevebân, Taşta Uyuyan Zaman, Hecesini Onaran Çocuk, Repesa, Dağ Suskunluğu, Gidenleri Beklerken adlı şiir kitapları yayınlandı. Kanun Hükmünde Yalnızlıklar adlı deneme kitabı 2022 yılı Vedat Günyol Deneme Ödülü’nü aldı. Ayrıca altı çocuk kitabı olan Çetinkaya, 2016 yılında KHK ile öğretmenlik mesleğinden ihraç edildi. Bir dönem Artı Gerçek Gazetesi’nde köşe yazıları yazan Çetinkaya, edebiyat çalışmalarına başarılı bir şekilde devam ediyor.