Trans ebeveynleri deneyimlerini anlattı
Aynur TEKİN
ARTI GERÇEK - Bu yıl 9'uncusu düzenlenen "Hangi İnsan Hakları Film Festivali"nde yer alan İki Ülke İki Anne programında, Türkiye ve İsveç’ten trans anneleri bir araya geldi.
Feride Ünal ve Camilla Gisslow, kendi çocukları üzerinden trans bireylerle ilgili deneyimlerini paylaştı. Tütün Deposu’nda düzenlenen program, Gayet Normal Biri (Just a Normal Person) belgeselinin gösterimiyle başladı. Programa katılmak için İsveç’ten gelen ve belgeseldeki ana karakter Sam’in annesi olan Gisslow, ülkesinde toplumsal cinsiyet ve cinsiyet kimliği eğitimleri veriyor. 6 yıldır LİSTAG (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks Bireylerin Aileleri ve Yakınları Grubu) ve CETAD (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) çalışmalarına katılan Feride Ünal'sa, LGBTİ+ bireylerin ebeveynlerine kendi deneyimlerini de aktarıyor.
Her iki anne de 100 dakikalık belgesel filmi izlerken gözyaşlarını tutamıyor. Gisslow: "Bu filmi her seyrettiğimde böyle ağlamıyorum. Ama bazen beni alıp o ana götüren bir şeyler oluyor. Ebeveynler olarak çok yalnızız, bundan dolayı Feride ile tanışmış olmak beni çok etkiledi. Bu sefer ki duyguları yüze çıkartan da bu oldu" diyor. Feride Ünal da aradaki mesafeye rağmen yaşanan sürecin ve hissedilen duyguların çok benzer olduğunu belirtiyor: "Dünyanın her tarafında eşcinsellerin ve transeksüellerin sorunları aynı. Ne bir fazla ne bir eksik, bu da bizi bir araya getiriyor."
GAYET NORMAL BİRİ
Festivalde, özellikle LGBTİ+ etkinliklerinin yasaklandığı bir dönemde, gösterilen Gayet Normal Biri, Gisslow’un oğlu Sam’in 5 yaşından bu güne geçirdiği süreci ve değişimini anlatıyor. Sam, down sendromlu bir çocuğun hayatıyla ilgili bir belgesel izleyip çok etkilenmiş ve "Neden biz de bir belgesel çekmiyoruz" demiş. Sam 15 yaşındayken profesyonel bir ekiple belgeselin çekimine başlanmış. Gisslow, tüm çekim süreçlerinde Sam’in fiziksel değişimlerin yanı sıra zihinsel ve duygusal değişimlere odaklanılmasını da istediğini söylüyor: "Çekimler başladığında en büyük zorluğumuz Sam’in mahremiyetine çok düşkün bir çocuk olmasıydı. Çünkü gördüğünüz üzere bazen film ekibinin orada olmasından sinirleniyordu, rahatsız oluyordu. Ben çektiğim zaman bana da sinirleniyordu, bu filme de yansıyan bir şey. O yüzden sürekli iletişim için çabalayan bir haldeydik."
Kendi çocuğunun Sam’le çok benzer durumlar yaşadığını ifade eden Feride Ünal, çocuğundaki değişimi daha erken yaşlarda fark edemediği için kendini kötü hissettiğini söylüyor: "Gisslow gibi çok küçük yaşlarda çocuğumu fark edemediğim için kendimi suçlu hissediyorum. Ben erkek gibi giyinmesini erkekliğe özenti gibi görüyordum. Lise çağlarına geldiğinde bir delikanlıya âşık olduğunda kız gibi giyinir diye düşünüyordum. Ta ki 19 yaşına gelinceye kadar, lisede öğretmenler bana evde problem mi yaşıyorsunuz, çocuğunuz başarılıyken birden başarısı düştü dediği zaman ben bunun sebebinin farklı bir şey olduğunu zannettim. Çocuğum bir maddeye mi bağımlı acaba diye düşünerek ceplerini yokladım ve cebinde bir kızdan hoşlandığına dair bir yazı buldum. Ben bunu alıp ona gittim ve 'çocuğum duyguların mı karıştı' diye sordum, bana çok sinirlendi ve 'kızları da sevemez miyim' dedi."
Ünal, çocuğunun kendisine açılmasından kısa bir süre sonra başka ailelerle dayanışmak için sahaya inmiş. Şu anda LİSTAG ve CETAD bünyesinde yer alıyor, düzenli olarak toplantılara katılıyor: "Bizim bir danışma hattımız var, bu hatta çocuğunu yeni öğrenen ebevynler bize ulaşıyorlar. Biz onları de onları yönlendiriyoruz. Düzenlediğimiz toplantılarda gönüllü psikiyatrlar, beyni başka bedeni başka çocukların var olduğunu anlatıyor ve biz de çocuklarımıza nasıl sahip çıktığımızı anlatıyoruz. Ayda bir de kaynaşmak için yemekli toplantı yapıyoruz."
Ünal, şu anda çocuğuyla iyi bir süreç geçirdiklerini ve oğlunun da mutlu olduğunu söylüyor; fakat Sam’in yaşadığı sorunlarını anlatan belgeseli izledikten sonra "onun da mutsuzlukları var da benimle paylaşamıyor mu gibi" bir endişeye kapıldığını da ekliyor. Çocuklara yardımcı olabilmek için ailelerin farkındalığının yüksek olması gerektiğini belirterek şöyle diyor: "Çocuğum, ‘Siz bana kız gibi davran diye baskı yaptıkça, ben orada kadın bedenine ama erkek beynine sahip olduğumu kavradım’ dedi.
Gisslow İsveç’te bir LGBTİ+ aileleri topluluğu olsa da LİSTAG kadar organize olmadıklarını söylüyor. Kendisi Sam’le beraber geçirdiği süreç hakkında konuşmalar yapınca basının ilgisini çekmiş. Bu konuşmalardan sonra İsveç’in birçok yerinden Gisslow ile iletişime geçen aileler olmuş. Ailelere danışmanlık yapmaya ve kendi deneyimini paylaşmaya başlamış. Ayrıca aynı bölgede yaşayan aileleri ve çocukları bir araya getirmiş: "Aileler de, çocuklar da kendilerini çok yalnız hissettikleri için onları buluşturuyordum."
'AİLENİZ SÜRECİN BAŞINDA'
Son dönemde özellikle ergenlik çağındaki trans çocuklarla çalışan Gisslow, ergenliğin zorlu geçtiğini belirtiyor: "Çocuklar ailelerine yeni açıldıklarında onların kabullenmeyişlerine, yeni isimlerine saygı göstermekte yaşadıkları zorluklara sinirli oluyorlar. Ben bu çocuklara şunu hatırlatıyorum: Bu kabullenişi yıllarca kendi başınıza yaşadınız ve buraya kadar geldiniz. Fakat aileniz daha yolun başında onlar için süreç çok yeni. Onların size yetişmesi lazım... Onlara, size yetişmeleri için süre tanıyın ve onların hislerini anlamak için soru sorun."
'BENİM ÇOCUĞUM’DAN ÇOK ETKİLENDİM'
İsveç’te de erkeklerin duygularını göstermesinin çok kabul edilebilir bir şey olmadığını belirten Gisslow, Sam’in babasının durumu reddettiğini söyledi: "Çok sert tepkiler verdi. ‘O kadar çok oğlun olsun istedin ki kızlarımızdan birini alıp oğlana çeviriyorsun’ diyordu. Babası, Sam’e kız kıyafetleri giymesi için baskı yapıyordu. Şu anda anladı ve duruma yetişti. İsveç’te erkeklerin soğuk ve sert olmaları bekleniyor, duygularını ifade etmiyorlar bu yüzden. Babaların desteklerini göstermeleri çok önemli. Can Candan’ın yönettiği Benim Çocuğum’u izlerken oradaki babaların sözlerinden çok etkilendim. Çünkü babaların kabul sürecinde sorunları var. Bu yüzden bunun örneklerini görmeye ihtiyacımız var."
Kendi eşinin de benzer bir tutum sergilediğini ifade eden Ünal, deneyimini şöyle anlattı: "Epey bir süre dışarıda birbirlerini görmezden gelerek yaşadılar. Niye böyle yapıyorsun dediğimde, ‘Benim kızım olduğunu biliyorlar, şu anda oğlum mu var diyeceğim’ dedi. Ben de dedim ki ‘diyeceksin tabii çocuğundan utanıyor musun? Önemli olan arkadaşların mı, çocuğunun psikolojisi mi?’ Eşimi de LİSTAG ve CETAD’a terapilere götürmeye çalıştım, ama gelmedi. Bir yıl boyunca kızım demekten vazgeçmedi, bir yıl sonra anca bırakabildi. Ben her yerde, ailemde, komşularımda benim kızım yok; artık kızım oğlum oldu demeye çalışıyorum. Halk arasında benim çocuğum da kabul görsün, böyle çocukların var olduğunu insanlar da öğrensin istiyorum."
TOPLUMSAL CİNSİYET BİR KURGU
Tahmin edilenin aksine İsveç’te de bilgi eksikliğinin olduğunu belirten Gisslow, sadece ailelerin desteklemesinin yeterli olmayacağını bunun yanı sıra toplum ve kurumların kabulünün de önemli olduğunu belirtiyor: "Eğitimlere gittiğimde insanlara şunu söylüyorum. Bir zamanlar dünyanın tepsi şeklinde olduğu düşünülüyordu ve aksini söyleyenler cezalandırılıyordu. Fakat bugün dünyanın yuvarlık olduğunu biliyoruz. Toplumsal cinsiyetler de bu şekilde, erkek demek penisi olan biri demek değildir. Amerikan yerlilerinde 5 farklı cinsiyet var, dolayısıyla bu tamamen bizim ürettiğimiz bir kurgu. Bu algının üstesinden gelebiliriz. İnsanlar ne kadar bilinçlenirse kabullenmeleri daha kolay olacaktır."