Üç kadının gizem dolu hikayesi: 'İntikam Benimdir'
Merve KÜÇÜKSARP
Fransız yazar, oyun yazarı ve senarist Marie NDiaye’in kaleme aldığı ‘İntikam Benimdir’ isimli roman Burçak Targaç çevirisi ile Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Femina, Goncourt ve Marguerite Yourcenar gibi hatırı sayılır ödüllere layık görülen Marie NDiaye’nin dilimize çevrilen ilk romanı “İntikam Benimdir” biri avukat, biri göçmen ve biri de katil olan üç kadının birbiriyle ilintili hikayesini anlatıyor. Bu üç kadının dışarıdan sıradan ve sakin görünen hayatlarına kapı aralayarak onların karanlık dünyalarında okuru serüvene çıkarıyor.
Romanın başından sonuna kadar ismini öğrenemediğimiz, anlatıcının Av. Susane dediği kişi kırk iki yaşında kendi fiziğinden memnun olmayan, mesleğinde elinden geleni yapan ancak herhangi bir iddiası olmayan bir avukattır. Bir gün ofisine Gilles Principaux isminde biri gelir. Av. Susane, Bay Principaux ile daha önce tanıştığına yahut adını duyduğuna emin gibidir. Hafızasının şaibeli tutanaklarını karıştırdığında annesinin onu on yaşındayken işlerini yaptığı eve götürmesiyle ilgili bir hatıra vardır.
Ancak bölük pörçük şeyler hatırlar, o evde ne olduğunu net olarak çıkaramaz. Av.Susane, evin genciyle yatak odasında baş başa kalmış, o evde yaşadığı şey her neyse hayatında büyük bir etki yaratmış ve hafızasını etkilemiştir. Av. Susane o evde ne yaşamıştır ve yeni müvekkili ile olayın ne ilgisi vardır? Okur ve Av. Susane roman boyunca bu sorunun izini sürer. Ancak Gilles Principaux’un tavırlarında tanıştıklarına dair emare göremez. Kendisi karısını savunmak için bir avukat bulma telaşındadır ve herhangi bir samimiyet göstermemektedir. Diğer yandan Av. Susane kendisi ünlü bir avukat olmamasına rağmen avukat olarak kendisini seçmiş olmasını tuhaf karşılar. Gilles Principaux’un, önceki yıl açtığı avukatlık bürosunda önemsiz davalarla geçinen bir avukatı böyle önemli bir dava için seçmesindeki amaç nedir?
Bay Principaux’un eşinin suçu ise üç çocuğunu küvette boğarak öldürmektir. Tuhaf olan ve Av. Susane’ın dikkatini çeken şey ise bu adamın kendi çocuklarını taammüden öldüren karısına duyduğu sevgi ve bağlılık, onu işlediği cinayetlerden ötürü mazur görmesidir. Vakayı irdeledikçe avukatı allak bullak eden ayrıntılar karşısına çıkar. Mesela Bayan Principaux, çocuklarının üzerine titreyen, onların sağlıklarını kılı kırk yararcasına düşünen biridir. Kendini çocuklarına böylesine adayan bir kadının gözünü kırpmadan korkunç bir şekilde onları öldürmesi anlaşılır değildir. Öyle ki çocuklarından birini öldürmeden önce emzirmiştir. Sonra onları yıkamış, cinayeti işlemiş ve uyuyormuş gibi kendi yatağında yatırmıştır.
Bu noktada kadınların ev hayatında nasıl mahpus olduklarını ve zamanla kurbanlaştıklarını görürüz. Gerçekten de Maryline Principaux, arka arkaya doğurduğu üç çocukla birlikte onlara bakan, onları besleyen, tüm vaktini ve yaşamını adayan biri olup çıkmış, tüm iradesini kaybetmiştir. Bu kurbanlık hissi zihnini öyle sakatlamıştır ki, cinayet işleyerek özgürlüğünü kazanacağını düşünmüştür. Öldürdüğü çocuklarını hala sevmektedir, buna rağmen gerçek anlamda pişman değildir. Zira nefret vardır içinde. Bütün yaptıklarını kendi nazarında anlamlı kılan bir tür nefret içerisindedir. Bu nefret ise eşine yöneliktir. Her şeyin sorumlusunun eşi olduğunu düşünür. Asıl öldürmek istediği eşidir, onu bu hayata mahkum eden erkektir. Maryline çocuklarına bakarken, evine kendini adarken kocası mutat hayatına devam etmiştir. Kilo üstüne kilo alıp bedenine yabancılaşırken, o onca yemeğe rağmen hala zayıf ve formda kalmıştır.
Maryline onu memnun etmek için evdeki düzenden taviz vermeden iş yaparken, her şeyin tam ve kusursuz olmasına çabalarken, o, bunlar gerçekleşmediğinde memnuniyetsizlik göstermiştir. Üstelik Maryline onunla evlenmek ve çocuklara bakmak için mesleğinden vazgeçmiş, bu kararının ailesiyle arasının açılmasına göğüs germiştir. Daha en başından iradesini eşine teslim etmiştir. Tüm bu etkenler eşini onun nefretinin membaı haline getirir. Bir zamanlar neşeli, hayat dolu, dikkat çeken bir kadınken, onu titiz, sinirli ve silik bir insan dönüşmesinde rol oynayan ve buna bigane kalan erkektir bu cinayetlerin asıl müsebbibi.
Oysa Gilles Principaux karısının ruhundaki yaraların farkında değildir. Karısı ruhundaki yaralardan, kendisine dair öfkesinden bahsederken, kocası cinsel hayatlarında nasıl uyumlu olduklarını, fiziksel çirkinliğine rağmen karısının onu sevip okşadığını anlatır. Bir daha başkası tarafından sevgi görmeyeceğini, aynı cinsel ilişkiyi kuramayacağını bilmenin korkusu da vardır. Yaşanan bu trajediye rağmen, adam kendi bedeni ve hisleri ile ilgilenmektedir. Marie Ndiaye, bu trajedi ve ilişki bağlamında, bir kadının dışarıdan kusursuz görünen hayatının arkasındaki karanlığa ışık tutmanın yanı sıra erkeklerin ev hayatında eşlerini nasıl edilgen, adeta kurban haline dönüştürdüğünü ve onların ruhlarını sakatlayabildiğini de ifşa eder. Keza romanda katilin eşinin şu sözleri kendi halinde bir kadının nasıl bir canavara dönüştüğünü de açıklar niteliktedir: “…Sıradan bir insandı. Karanlık bir kahramana dönüştü. Şaşkınım. Onu hiç böyle hayal etmemiştim. Şaşkınım. Tuhaf davranıyor. Korkutucu, evet. Ama onun sıradan olduğunu düşünmüştüm, yanılmışım…”
Av. Susane’in özel hayatında da birtakım olaylar gelişir. Av. Susane zihninde Principaux isminin nereden işlediğini düşünedursun tesadüfler yakasını bırakmaz. Zaaf gösterircesine sevdiği temizlikçisi Sharon kendisine gelmediği günler başka evlere gitmektedir. Sharon’un karanlık dünyasına adım atmak için bir gün evini ziyaret eden Av. Susane, onun gittiği evlerden birinin sahibi tarafından emek sömürüsüne uğradığını öğrenir. Gittiği evin sahibi Sharon’un evi yeterince iyi temizlemediğini bahane ederek onu bedavaya çalıştırmaktadır. Sharon ise bu muameleye boyun eğer ve orada çalışmaya devam eder. Zira göçmendir. Yasal olarak çalışma izni olmadığı gibi, evlilik cüzdanı gibi birtakım belgeleri rehin altındadır. Yaşadığı yabancılık onu herkese karşı ürkek yapar. İşin ilginç tarafı ise Sharon’u sömüren yaşlı kadının soyadı da Principaux’tur. Av: Susane hem Sharon meselesini konuşmak hem de geçmişinde iz bırakan Principaux soyadıyla ve yeni müvekkiliyle bu kadının arasında bir bağ olup olmadığını öğrenmek için kadının evine gelir. Ancak kadın kendisiyle görüşmez, kapıdan dönmek zorunda kalır. Bu mesele bir süre daha zihnini kurcalayacak, romana merak unsuru katacaktır.
Av. Susane’nın dünyasında seyir alırken bir yandan da onun ailesi ve diğer insanlarla olan marazi ilişkisini de öğreniriz. Bir zamanlar anne ve babasıyla arasında sevgi bağı olan Av. Susane ne olmuştur da onlardan bu denli uzağa düşmüş, gönül bağını yitirmiştir? Ayrıca sevgilisinin bir evlat gibi sevdiği kızı Lili ile ne gibi bir bağı vardır? Okur roman boyunca benzeri pek çok sorunun cevabını arar. NDiaye okuru bu sorularla birlikte romanın girift yollarında, karanlık dehlizlerinde dolaştırır, sıradan görünen insanların içindeki karanlığın nelere muktedir olabileceğini gösterir. Ve son kertede birbirinden kopuk görünen parçaları ve hikayeleri birleştirerek bütünde üç kadının iç içe geçmiş hikayesini sürükleyici bir dille anlatır.