Ahmet Tulgar & İshak Karakaş
“1 Mayıs’ı bütünlüklü ve yaygın kutlama konusunda ortaklaştık”
Lami Özgen, KESK Eş Genel Başkanı. Meslek hayatına eğitimci olarak başlayan Lami Özgen, daha genç bir öğretmenken, 1990 yılında eğitim emekçilerinin örgütlenme çalışmalarına katılmış. Eğitim-Sen'deki faaliyetlerinin ardından 2011 yılında KESK MYK'sına seçilen ve Genel Başkan olan Lami Özgen o gün bugündür sokakta, eylemlerde, grev çadırlarında emek ve demokrasi mücadelesinin ön saflarında.
1 Mayıs arifesinde Lami Özgen ile buluştuk ve kendisine emek mücadelesinin durumunu, 1 Mayıs'a ilişkin beklentilerini sorduk. . .
İshak Karakaş- Bu hafta sizin için yorucu bir hafta olacak. Tartışmalı bir referandumun ardından OHAL koşullarında 1 Mayıs İşçi Sınıfı Bayramı kutlanacak. Bu yıl 1 MayısBakırköy’de kutlanacak. Neden Taksim değil de Bakırköy?
Lami Özgen- Her şeyden önce biliyorsunuz, ‘İstanbul 1 Mayıs’ı denilince doğal ve haklı olarak Taksim öne çıkıyor. Çünkü 1977 1 Mayıs Katliamından bu yana Taksim alanını, 1 Mayıs alanı kabul ediliyoruz ve biliyorsunuz; 2010, 2011, 2012 1 Mayıs’ları Taksim Meydanı’nda görkemli bir şekilde, yüzbinlerin bir araya gelmesiyle, emek talepleri, demokrasi, barış, eşitlik ve özgürlük talepleri haykırılarak kutlandı. Ama 2013’ten bu yana hükümet, fiili bir inşaat sürecini öne çıkartarak 1 Mayıs’ı engelleme sürecine girdi. Biz de doğal olarak Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlamak üzere 2013, 2014, 2015 yıllarında talebimizi sürdürdük. 1Mayıs öncesi Taksim geniş bir ablukaya alındı. 12 saat önce İstanbul’da adeta sıkıyönetim ilan edildi. Sürekli kriminalize etmeye yönelik haberler, itibarsızlaştırma vs. yapıldı. Doğal olarak kitlelerde-Taksim’e yoğun talebi olmasına rağmen- bu saldırlar karşısında Taksim’e gelmeme ve gelememe eğilimleri niyetten bağımsız olarak ortaya çıktı. Biz de hakikaten Türkiye’nin gidişatı itibarıyla, diktatöryal bir rejime, sisteme evrilen bir dönemde geniş katılımlı bir 1 Mayıs etkinliği düzenlemek ihtiyacı hissettik. Ki bütün emekçilerin, ezilenlerin, halkların geniş talepleri var. Bu geniş talepleri geniş yelpaze ile 1 Mayıs günü bir arada ifade etme, dile getirme ve bunu ortak bir mücadele vesilesi haline getirme ihtiyacı, zorunlu olarak bize, emek örgütlerine, diğer demokrasi güçlerine bir şeyleri dayatıyor. Bu ihtiyaçtan kaynaklandı. Yoksa farklı politikalar, tutumlar ya da salt yasakçı zihniyetten kaynaklı değil. Bildiğiniz gibi 15 Temmuz’da darbe girişimi oldu ve 20 Temmuz’da bu darbe girişimi bahane edilerek OHAL ilan edildi. OHAL’le birlikte KHK’lerle bir rejim kurumsallaştırıldı. Toplumun bütün kesimlerinin yaşam alanlarına yönelim oldu. Buradan hareketle emekçilerin talepleri KHK’lerle yok sayılarak ortadan kaldırıldı. OHAL işten atma, açığa alma, sürgün etme gerekçesi haline getirildi. Hakeza çalışma yaşamındaki iş güvencesi, kıdem tazminatı gibi taşeron sistemi gibi. . .
Ahmet Tulgar- Ben de onu soracaktım, özelde sendika olarak sizden, genelde sendikalardan OHAL ne götürdü?
Lami Özgen-Bu hususlar ki, anayasal haklardır bunlardır. Bunları KHK’lerle geri almak, çalışma yaşamını, çalışma ilişkilerini düzenlemek istiyorlar. Yüz bin kamu emekçisinin işten atıldığı bir dönemde iş güvencesinin elzem olduğu, birçok sektörde çalışanların taşerona devredildiği, taşeron kısmi sözleşmelerinin iptal edildiği ve işçilerin kitlesel olarak işten atıldığı bir dönemde, yılların kazanımı olan kıdem tazminatının fona devredilmesi eğiliminin KHK ile çıkarıldığı bir dönemde haklı olarak işçiler, emekçiler ve diğer baskı altındaki kesimlerle beraber 1 Mayıs’ı bir arada kutlama ihtiyacı duyuyoruz. 16 Nisan referandumunda bütün engellemelere rağmen, bütün baskılara rağmen; bütün kriminalize etme, düşmanlaştırma, hain ilan etme politikalarına rağmen ülkenin yarısı ‘hayır’dedi. Ülkenin yarısının bu ‘hayır’ duruşu oldukça önemli ve anlamlıdır. Bu ‘hayır’ duruşunu biz emekçiler, işçiler, ezilen bütün kesimler olarak bir arada, kitlesel biçimde 1 Mayıs alanlarına taşıma konusunda bir ortaklaşma yaşadık. 1 Mayıs’ı sadece İstanbul’da kutlamıyoruz, Türkiye’nin bütün illerinde kutluyoruz. Türkiye’nin bütün illerindeki 1 Mayıs’ı emek, barış, demokrasi taleplerimizi ortaklaştırarak kutlayacağız. Referandum sürecinde açığa çıkan o ‘hayır’ tutumunu alanlara taşımak, beraber ilerletmek, önümüzdeki dönemde de bize dayatılan politikalara ‘hayır’ diyebilmenin, sürdürmenin aracı haline getirmek konusunda ortaklaşma yaşandı. Bu boyutuyla 1 Mayıs’ı bütünlüklü ve yaygın kutlama konusunda ortaklaştık. Niyetten bağımsız olarak İstanbul’da 1 Mayıs kutlanmadığı zaman hem Türkiye kamuoyunda hem de dünya kamuoyunda sanki Türkiye’de 1 Mayıs kutlanmamış gibi bir algı oluşuyor. Bütün bu ihtiyaçlar ve zorunluluklar Bakırköy alanında bir araya gelmeyi, taleplerimizi bir araya getirmeyi ve orada ortak görüşümüzü, ortak tutumumuzu hayata geçirmeyi zorunlu kıldı.
İshak Karakaş- 1 Mayıs’a nasıl hazırlandınız? Bu 1 Mayıs’a nasıl yansıyacak? Ne göreceğiz alanda?
Lami Özgen-Sonuçta KESK, DİSK, TMMOB ve TTB 1 Mayıs’ın çağrıcısı. . . Bu çağrı sadece İstanbul’da değil, Türkiye’nin bütün illerinde yapıldı. Ve ilk kez Türkiye’nin metropol illerindeki katımlarla, Kürt illerindeki 1 Mayıs kutlamalarının birbirini bütünleyeceğini ve bu ülkede muhalif olan bütün ötekilerin taleplerinin ortaklaşacağını düşünüyorum. Hazırlıklarımız bu yöndedir. Doğal olarak bizim emek taleplerimiz var; kıdem tazminatı, iş güvencesi, hakeza bireysel emeklilik talebimiz var. Yine sendikal örgütlenme hakkının KHK’lerle engellenmesi ve yasaklanması var. Düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı var. Eylem, gösteri, toplu yürüyüş haklarımız KHK’lerle engelleniyor. Bununla beraber savaş karşıtı duruşumuz var. Ülke sınırları dışında, Ortadoğu’daki savaşa dâhil olma ve oradaki savaşın parçası haline gelme durumu var. Ki son günlerde özellikle Şengal’de Karakçok bölgesine yönelik hava saldırıları sınırın ötesindeki savaşa barış talebiyle müdahil olmayı gerektiriyor. Bu ülkede geniş yelpaze ile artık savaşa karşı barışın yüksek sesle ifade edilmesinin elzem oluşu var. Yine demokrasi taleplerimiz var. Yine tekçilik, otoriterlik üzerinden toplumun geniş bir kesimi, muhalif kesimi kriminalize ediliyor ve onların varlıkları yok sayılıyor. Yani emekçisinden, siyasetçisinden, belediye başkanından, milletvekillerinden, gazetecisinden akademisyenine kadar toplumun geniş bir kesimi kriminalize ediliyor. En demokratik haklarını kullanmaya yönelik tutumlar kriminalize ediliyor. Hainlikle, terörizmle suçlanıp itibarsızlaştırılıyor. Böylece demokrasinin kırıntıları da bertaraf edilerek tekçi ve otoriter bir sistem kurumsallaştırılıyor. Hedeflenen budur. Şimdi bunların toplamı, bizi ortak taleplerimizdir. Bizim emekçilerden doğru ortak taleplerimiz; diğer demokrasi güçlerinden, siyasi partilerinden, sivil toplum örgütlerinden de çıkan ortak taleplerdir. Biz bu ortak taleplerin sadece İstanbul’da değil, Türkiye’nin bütün illerinde yaygın bir şekilde, bir araya gelişlerle 1Mayıs alanlarına akmasını hedefliyoruz.
Ahmet Tulgar- Bölgenin talepleri ile batının talepleri buluşacak, dediniz? Şimdiye kadar barış meselesinde sendikal hareketler -gerçi KESK bayağı çaba sarf ediyordu- çok fazla etkili olamadı değil mi?
Lami Özgen-Tabii ki Türkiye’deki işçi sınıfı olarak ifade ettiğimiz total yapının hakikaten sınıf bilinci, sınıf duruşu, sınıf tutumları açısından nereye denk düştüğünü görmekte yarar var. Açık söyleyeyim, yani şimdi KESK ve DİSK’i çıkar, geriye kalan bütün sendika ve konfederasyonlar uzun bir süredir hükümetin güdümünde, hükümetin elinde. . . Hükümetin politikalarına göre tutum alan bir yapıya sahip. Bu boyutuyla hükümet savaş diyorsa savaş diyor; barış diyorsa barış diyor; demokrasi diyorsa demokrasi diyor. Varoluş sebeplerinden uzak bir yerde sadece hükümetin politikaları çerçevesinde bir tutum ifadesi, işçi sınıfına denk düşen bir ifade değil. Bu bir mücadele hattı değildir. Sonuçta işçi sınıfının sınıf mücadelesi, emek mücadelesi, demokrasi mücadelesi yönetenlerden ve hükümetlerden bağımsız olmak zorundadır. O handikabı yaşıyoruz biz. Ama sonuçta bütün baskılara rağmen, tüm sindirme ve itibarsızlaştırma süreçlerine rağmen artık geniş bir yelpaze kitle tabanında savaşın bir anlam ifade etmediğini, barışı elzem olduğunu ve konuşarak çözüm üretebilmenin olanaklarının olduğunu en azından 2013 ve 2015’teki o kısmi çatışmasızlık döneminde gördü. Ama bunu yüksek sesle ifade etme, haykırma ve programlara dönüştürme konusunda hakikaten sendikal yönetimlerin engellemesinden kaynaklı duruş ve tutumlar var. Bu yüzden bu 1 Mayıs’ta bunun kısmen aşılacağını düşünüyorum ben.
İshak Karakaş- Referandumun ardından Türkiye yeni bir yönetim sistemiyle tanışıyor. Bu süreç sendikal hareketi nasıl etkiler?
Lami Özgen-Şimdi, her şeyden önce şu anda var olan KHK ve OHAL rejimi daha katmanlı bir şekilde bir sisteme evriliyor. Bu yeni sistem; tekçilik üzerinden şekillendiğinden, bütün demokratik kazanımları yok sayan bir zihniyete sahip olduğundan, aynı zamanda demokrasinin gelişmesine olanak sağlamayan bir zihniyete sahip olduğundan dolayı doğal olarak emek mücadelesine, sendikal mücadeleye yönelik de ciddi bir tutum içinde. Zaten son 3 yıldır yürütülen politikalarda kuralsız, güvencesiz, esnek çalışma yaşamını ve ilişkilerini hayata geçirme programları vardı. Ama bizim duruşlarımızdan dolayı bunu hayata geçiremediler. KHK sistemi ile bunun kısmi adımları atıldı. Yeni rejimde, yani tek kişi yönetiminde, tekçiliğe bağlı geliştirilen her türlü KHK olanağı dolayısıyla var olan bütün anayasal haklar; sendika kurma hakkı, örgütlenme hakkı, toplu pazarlık hakkı, toplu sözleşme hakkı, grev, eylem ve gösteri yapma hakları tek bir kararname ile ortadan kaldırılıyor. Bununla karşı karşıyayız. Emek alanı açısından 12 Eylül darbesi sonrası sıkıyönetim kanunu çerçevesinde darbe döneminde yaşanan bütün süreçlerin, önümüzdeki dönemlerde KHK’lerle hayata geçme ihtimali var ve her şeyden önce sendikaların varlığı tehlikeye girdi. Bu hakların ortadan kaldırılma tehlikesi var. Şu anda KHK ile yaptığı şey şu. . . Belki bizi kapatmıyor ama kitlesel olarak işten atıyor, fiili olarak iş güvencesini ortadan kaldırıyor, örgütlenme hakkını ortadan kaldırıyor. Bütün eylem ve etkinliklere yönelik engellemeyi valiliklere bırakmışlar. Vali ve kaymakamlar keyfi bir şekilde OHAL yasasını bahane ederek bu hakkı ortadan kaldırıyor. Bu tamamen sistemli hale geliyor. Bu normal bir demokratik sistem değildir. Bu darbe sistemi, sıkıyönetim sistemi, otoriter faşizan rejim dediğimiz rejimin ta kendisidir. Türkiye böylesi bir tehlike ile karşı karşıyadır. Bunun sadece emek örgütlerine ve emek hareketine yönelik olarak gelişeceğini düşünmüyorum. Bütün sivil toplum örgütlerine, muhalif olan bütün siyasi partilerin varlığına ve faaliyetlerine yönelik olarak, bir sürü birbiriyle ilişkili süreçlerin hayata geçirilme ihtimali olduğunu düşünüyorum. Bundan dolayı ‘hayır’ diyen yelpaze, karşı duran, reddeden yelpazenin bundan sonraki ortak duruşu, bir arada mücadelesi anlamlıdır.
Ahmet Tulgar- KESK’i özellikle hedef aldı OHAL galiba. KESK’in çok üzerine gidildi bu dönemde. Bunun nedeni neydi?
Lami Özgen-Hükümetin bizi hedef alması OHAL dönemiyle sınırlı değil. Geçmişte de bize yönelik saldırılar vardı ama bize yönelik saldırı 10 Ekim Ankara Gar katliamından sonra boyutlandı. 12-13 Ekim’de katliamı kınayan –başta grevlerimiz olmak üzere- yaptığımız bütün eylem ve etkinlikler kitlesel soruşturma konusu yapıldı. İdari soruşturmalar, ceza davası soruşturmaları açıldı ve aynı zamanda istihbari veriler üzerinden sendikamızkriminalize edilerek kitlesel soruşturma ve işten atmalar yaşandı. Şimdi içten atılan 102 bin kamu çalışanı içinde 3 bin 100 üyemiz ihraç edildi. Bu 3 bin 100 üyenin 380’i sendika yöneticimizdi. Konfederasyon yöneticisinden tutun, genel merkez ve şube yönetiminden 380 kişi. . . Bu sendikal örgütlülüğü bitirmeye yönelik bir çabadır. Neden KESK? Şimdi, KESK’in kurulduğu günden beri muhalif bir duruşu var. Emek ve demokrasi mücadelesini iç içe yürüten bir programı ve mücadele hattı var. Niceliksel olarak bizden çok çok büyük konfederasyonlar olabilir ama yandaş konfederasyonun 800-900 bin üyesi olmasına rağmen hükümet uzun bir süredir 220 bin üyesi olan KESK’in mücadele hattından korkuyor. Bizim mücadele hattımız onu zorluyor. Çünkü aynı zamanda kendi özgün mücadele hattımızla beraber KESK, ülkedeki geniş bir demokrasi ve emek gücünü bir araya getirecek köprü görevini görüyor. Yani kendimizle beraber biz, sokağa geniş bir yelpazeyi de çıkartabiliyoruz. Bize yönelimin asıl sebebi budur. Uzun bir süredir sokağın sessiz olmasını isteyen hükümet, bu rolümüzden dolayı sürekli bize yöneliyor. Kriminalize etme, itibarsızlaştırma, gözaltına alma, cezaevine konma gibi uygulamalarla karşı karşıyayız. Şu an 76 arkadaşımız halen cezaevinde ve on binlerce arkadaşımız açığa alındı. Verdiğimiz mücadele ile açığa almaları durduk. İhraçlara yönelik hukuksal süreç, eylem ve etkinlerimizi yürütüyoruz. Bizim dışımızda sokağa çıkan başka konfederasyon da yok. Hükümetin en büyük tehdit olarak gördüğü boyutlar bunlar. . . Bir de ETUC (Avrupa Sendikalar Konfederasyonu) ve ITUC’un (Uluslararası Sendikalar Federasyonu) üyesiyiz. Yani hem Avrupa sendikal hareketi içinde hem de dünya sendikal hareketi içinde varız ve hükümetin yürüttüğü bütün bu haksız, hukuksuz çalışma yaşamındaki yönelimleri oraya taşıyoruz. Türkiye’nin demokrasi sorunlarını da oraya taşıyoruz. Bu hem Çalışma Bakanını, yeri geldiğinde İçişleri Bakanını, yeri geldiğinde Avrupa Birliği Bakanını uluslararası ölçekte zora sokan bir durumudur. Elimizde veriler var; defalarca başbakan olduğu dönemde Recep Tayyip Erdoğan birçok bakanına fırça atmıştır "Uluslararası düzeyde o kadar diplomasi yürütmemize rağmen KESK’in Avrupa sendikalarıyla beraber yürüttüğü ortak mücadele, diplomasi mücadelesi bize zarar veriyor " diye. Çünkü sürekli kınamalar geliyor. Yani ETUC düzeyinde ITUC düzeyinde Başbakana, Adalet Bakanına, İçişleri Bakanına ihraçlarla, açığa alınmalarla, tutuklamalarla ilgili, akademisyenlerin barış talebinden dolayı okuldan atılmalar ve soruşturmalarla ilgili uyarılar yapıldı. Bir sürü yönelimle karşı karşıya kaldılar. Şimdi bunların toplamından şu çıkıyor; bizi kapatmak zor. O zaman da baskıyla sindirerek üye kaçırtma, üye kaybettirme ve aynı zamanda toplum nezdinde itibarını düşürme politikalarını yürütüyorlar. OHAL’de iş yerlerinde KHK’lerle üyelerimize yönelik ciddi baskılar gerçekleşiyor. Bu halen devam ediyor. Mesela Cuma günü Van’da yaşandı. DİVES’e (Diyanet ve Vakıf Emekçileri Sendikası) üye imam ve vakıf emekçilerine, Diyanet emekçilerine yönelik hakikaten baskıdan öteye bir vahşet yönelimiyle karşı karşıyayız. Müfettiş gitmiş, sorduğu sorulardan biri şu; "Siz niye DİVES üyesisiniz? Siz sosyalist, Marksist Leninist misiniz?"
İshak Karakaş- Bunu müfettiş mi soruyor?
Lami Özgen-Müfettiş soruyor. Yani şimdi, müfettiş bir savcı değil, hâkim değil, jandarma değil, polis değil. . . Sadece bir idare soruşturma yapıyor. İdari soruşturmanın bir çerçevesi vardır. Eğer bir çalışan, yaptığı idari işten dolayı aksamaya ve zarara sebep olmuşsa müfettiş onu soruşturabilir. Müfettiş "Hangi sendikaya üyesin? Niye üyesin?" sorusunu soramaz. Sadece cuma sabahı Van’da olan bu vaka bile bütün üyelerimize yönelik baskı, mobbing ve haksız soruşturmaların tipik bir örneğidir. Tabii ki, bundan etkilenen üyelerimiz oluyor doğal olarak. . . Ama kurulduğumuz günden beri iş yerindeki baskıya karşı da, sokaktaki baskıya karşı da mücadele azmi olan bir örgütüz. Ve bütün yönelimlere rağmen geri adım atmıyoruz, boyun eğmiyoruz. Bunu görüyorlar. Gizli gizli bu duruşumuza da hayran kalıyorlar. Ama kendi varlıkları açısından da bertaraf etmek, etkisiz hale getirmek için stratejilerini yürütüyorlar.
İshak Karakaş- Eleştiriler de var sendikalara. Deniyor ki, "Sendikalar sivil toplum örgütlerine göre daha yaygın bir kitle tabanına sahip olmalarına rağmen OHAL uygulamalarına karşı etkili muhalefet geliştiremiyor. " Buna katılır mısınız?
Lami Özgen- (Gülüyor. ) Valla bu eleştiriyi kim yapıyor, niye yapıyor, durduğu yerde neyi, kimi temsil ediyor, bilmiyorum. Sendikalar derken ben açık söyleyeyim; TÜRK-İŞ’i, HAK-İŞ’i, Memur-Sen’i, Kamu-Sen’i vesaireyi katmıyorum. Çünkü onlar hükümetin politikaları çerçevesinde tutum gösteren sendikalar. Geriye kim kalıyor, KESK ve DİSK kalıyor. Başka sendika da yok. Kısmen TÜRK-İŞ’e bağlı muhalif sendikalar da var. Onların da hakkını yemeyelim. Hem darbeye karşı hem de OHAL’e karşı duruşumuz net ve birçok emek meslek örgütünden önce, herkes bir muğlaklığı yaşarken en azından KESK olarak her şeyi göğüsleyerek duruşumuzu ifade eden bir örgütüz. Şimdi OHAL’e karşı KHK’lere karşı mücadele ediyoruz. Hakikaten pervasızca yürütülen algı operasyonu, propaganda var. Sokağa çıkıp mücadele ettiğinde "ya darbeden yanasın ya darbecisin ya da teröristsin, " algısını dayattıkları için muhalif kimi kesimler sokağa çıkamadılar. Ha, ama bu konuda kimse KESK’e haksızlık yapmasın. OHAL’e karşı, KHK’lere karşı ağustos ayından bu yana bölgesel mitingler yapan, bölgesel yürüyüşler yapan, 21 Aralık’ta 4 günlük İstanbul-Ankara ihraç yürüyüşünü tek başına yapan, bunu muhaliflerin bir arada olduğu zeminin, demokrasi güçlerinin destek ve dayanışmasını görmeden yapan bir konfederasyonuz. Bizim nezdimizde yeterli midir? Hayır, yeterli değildir. Bu süreçte özellikle OHAL’e karşı, KHK’lere karşı demokrasi güçlerini bütünlüklü olarak sokağa çıkaramamanın, ortak mücadele edememenin bize yansıyan birçok boyutunu da ifade etmekte yarar var.
Ahmet Tulgar- İşçi sınıfı içindeki bölünme nasıl alışacak. Bir çok sendika dediğiniz gibi hükümetten yana. Bu işçiler ve çalışanlar arasında güven krizine yol açıyor mu?
Lami Özgen-Bu bölünmüşlük doğal olarak işçi ve emekçiler arasında güven krizine de yol açıyor, güvensizliğe de sebep oluyor. Bu konuda işçi sendikaları hakikaten ciddi sıkıntı yaşıyorlar. Örneğin kıdem tazminatları. . . Tabanın kıdem tazminatlarına yönelik duruşu netken hükümete yakın olan sendika ve federasyonlar bunu geçiştirme, fonlara devretme, fonların yönetimini, varlığını güvence altına alma gibi formülasyonları öne çıkartıyorlar. Böyle olunca birbiriyle çelişiyor. Şimdi iş güvencesi. . . İş güvencesini görüşmeler yoluyla sağlayamazsınız. Temel bir haktır ve bu temel hakkın hukuksal boyutu olmalı. Hukuksal boyuttan hareketle, işveren bu hakkı gasp ettiğinde işverenlere yönelik yaptırımların olması lazım. İşvereni o yaptırımlardan azade tutan hukuksal yeni yapılara evet demek, aynı zamanda sendika yönetimiyle kitleler arasında güven bunalımına sebep olmaktadır. Sonuçta biz ihraçlara karşı, işten atılmalara karşı sürekli mücadeleye öne çıkartıp sürdürmek zorundayız. Hakeza bunun hukuksal dayanışma sürecini buna paralel olarak yürütmek zorundayız. Şunu söyleyeyim, KHK’lerle atılan işçilerin davalarını işçi sendikaları açmıyor. Örneğin biz bütün maddi yetersizliklerimize rağmen 3100 üyemizin davalarını açtık. Sonuçta KHK’lerle işten atmanın hukuksuz olduğunu biliyoruz. OHAL süreci ilanihaye devam edecek bir süreç değil. Siz şimdiden onun hukuksal süreçlerini yürütmezseniz, onun mücadelesini önermezseniz doğal olarak OHAL kalktığında sizin geriye dönük olarak tekrar bir hukuksal mücadele yürütme olanağınız yoktur. İşçi sendikaları bunu yapmıyor. Ama biz işten atılan, ihraç edilen kamu emekçilerine yönelik bu süreçleri hayata geçiriyoruz. Doğal olarak bu da sendikalar arasında güvensizliğe neden oluyor.
İshak Karakaş- Bu üyelerin hukuksal mücadelesi ne aşamada?
Lami Özgen- Biliyorsunuz, iç hukuk sürecinin bir idare yargı silsilesi var. Biz idare mahkemelerine başvuruyoruz. Biz bu süreci başlatırken Danıştay dedi ki "Ben yetkisizim!" İdari hukuk sürecinin en önemli boyutudur Danıştay Mahkemesi. İdare Mahkemeleri diyor ki "Yetkisiziz!" Biz bölge ve Danıştay süreçlerini her şeye rağmen başlatıyoruz. Bunun paralelinde bireysel olarak birkaç örneğini hem Anayasa Mahkemesi’ne hem de AİHM’ne açtık. Çünkü iç hukuk sürecini silsile olarak tamamlamadığınızda AİHM’ne başvuramıyorsunuz.
İshak Karakaş- Peki, 1 Mayıs’a nasıl bir katılım bekliyorsunuz?
Lami Özgen- Hem İstanbul Bakırköy’de pazar yerindeki 1 Mayıs’a hem de Türkiye’nin her yerindeki 1 Mayıslara katılım çok yüksek olacak. Çünkü tekçiliğe karşı olan milyonlarca insan var, Türkiye’nin yarısı var. Bu insanlar 1 Mayıs’ta tekçiliğe karşı sokağa çıkacaklar. Biz de emekçiler olarak Türkiye’nin bütün ötekileriyle yan yana olacağız. Herkes bu 1 Mayıs’ta meydanlara çıkmalıdır.
İshak Karakaş- 1 Mayıs öncesi bir mesajınız olacak mı?
Lami Özgen- Demokrasiden, insan haklarından, barıştan yana herkesi; sömürüye, talana, zulme karşı olan herkesi bu 1 Mayıs’ta alanlara çağırıyorum.