Armağan Kargılı

Armağan Kargılı

2 'Mormon' 1 'Müslüman' 1 'Komünist'...

Kendisini komünist diye tanımlayan bir başkan, ABD'den Türkiye'ye kaçarken yakalanan 3 yatırımcı ile Türkiye'nin 'İslamcı' cumhurbaşkanı karşısında havalimanı işçisi yalnız mı?

Geçtiğimiz hafta New York Times Gazetesi'nde gazetenin editörlerinden David Leonhardt, Lehman Brothers'ın batışıyla ortaya çıkan finansal krizden bu yana Amerika'nın ekonomisini değerlendiren bir yazı kaleme aldı. Rakamlar, 2007'den yani ekonomik krizden beri borsanın tamamen düzeldiğini ortaya koyuyor. Hatta bazı hisse senetleri neredeyse yüzde 60 oranında artmış. Buna karşılık ortalama bir Amerikan ailesinin geliri yüzde 20 azalmış. Bu dehşet verici rakamlar, açıkça gelir uçurumunun giderek nasıl büyüdüğünü gösteriyor. 

"21. Yüzyılda Kapital" kitabının yazarı Fransız ekonomist Thomas Piketty ile Facundo Alvaredo, Lucas Chancel, Emmanuel Saez ve Gabriel Zucman'ın birlikte hazırladıkları 2018 Dünya Eşitsizlik Raporu da aynı uçuruma dikkat çekiyor.

Rakamlar yine ABD için:

En zengin yüzde 1'in gelirleri 1980 yılında milli gelirin yüzde 11'ine denk geliyordu. Ama bugün yüzde 1, milli gelirden yüzde 20 pay alıyor.

ABD'nin Başkanı Donald Trump'ın övündüğü yüksek büyüme, toplumun geniş kesimlerini değil sadece ülkenin mutlu azınlığını ilgilendiriyor yani. Leonhardt da yazısında bunun altını çiziyor:

"Resmi istatistiklere, ABD başkanının Tweet'lerine bakarsanız ekonominin tamamen düzeldiğini düşünebilirsiniz. Lehman Brothers'dan bu yana işsizlik oranları düşmüş, borsa yeniden yükselişe geçmiş gayrı safi yurtiçi hasıla yüzde 20 yükselmiş. Kriz bitmiş yani" diyor. Tabii resmi istatistiklere göre. Hemen ardından de gerçeklerin hiç de böyle olmadığını söylüyor. O nedenle de yazısına, "Ekonomiyi yanlış ölçüyoruz" başlığını vermiş ve istatistiklerin nasıl çarpıtıldığının altını çizmiş.

Leonhardt'ın da Thomas Piketty'nin de üzerinde durduğu konu aynı. Ekonomik kriz, giderek derinleşiyor. Gelir dağılımı ise her geçen gün kötüleşiyor. Yani bu kriz, toplumun en zengin kesimlerinin gelirlerine gelir katarken, yoksul kesimleri açlık sınırına itiyor.

1 Nisan 2017 - 31 Mart 2018 aralığında neredeyse 1 milyon 500 bin kişi ABD'de acil yiyecek yardımı almış. Geçtiğimiz yıla göre bu rakam, yüzde 13'lük bir artışı gösteriyor.

Amerika'da durum böyle iken örneğin Avrupa'nın en büyük ekonomilerinden İngiltere'de de durum pek farklı değil. Tatiller sırasında okul yemeğinden mahrum kaldığı için aç kalan çocuklara ilişkin bir belgesel yayınlandı geçtiğimiz günlerde.

İngiltere merkezli yardım kuruluşu Oxfam'ın her yıl yayınladığı gelir dağılımı eşitsizliği raporu da dünyadaki bu adaletsizliği açıkça ortaya koyuyor. 2017 yılı verilerine göre, küresel servetin yüzde 82'si, nüfusun sadece yüzde 1'lik kısmını oluşturan zenginlere gidiyor. Yani nüfusun yüzde 99'u dünya servetinin sadece yüzde 18'i ile yaşamaya çalışıyor. Daha da çarpıcı olanı dünyada 2043 milyarder varken, 3 milyar 700 milyon kişi yoksul olarak tanımlanıyor.

DİSK verilerine göre, Türkiye'de 2004'ten 2017'ye kadar reel asgari ücretin reel milli gelire oranı yüzde 30.5 geriledi. Ekonomist Piketty ve arkadaşlarının hazırladığı rapor da Türkiye'de gelir dağılımı makasının giderek açıldığını ortaya koyuyor. 

Kur krizinin ardından bu adaletsizliğin rekor bir hızla arttığını söylemek için veriye bile gerek yok sanırım.

Leonhardt yazısında, 21. yüzyıla damgasını vuran olayın ekonomik kriz olduğu görüşünde. Krizin Batı tipi liberal demokrasiye tehdit halini aldığını söylüyor. "Aşırı sağ partilerin Avrupa'daki yükselişini, İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden ayrılma kararı almasını ve Amerika'nın ırkçı bir reality şov yıldızını seçerek başkanlık kaosuna sürüklenmesini" de bu krizin yarattığı korku ve belirsizlik ortamına bağlıyor.

Ama asıl soru şu değil mi?

Dünyanın servetini elinde tutan bırakın 2 bini, diyelim ki binlerce zengin kişi, milyarlarca yoksulun kendilerine karşı ayaklanmasının önüne nasıl geçiyor? Kim ya da kimler bu ayaklanmaları nasıl engelliyor?

Son yıllarda dünyada otoriter ve dikta heveslisi iktidarların artışı ile gelir adaletsizliğinin büyümesi arasındaki doğru orantı yalnız bir tesadüf mü?

Kişilerin dinleri ya da milliyetleriyle ilgilenmeyi genellikle etik bulmam. Ama burada inanç denilen şeyin para ilahı karşısında nasıl hiçleştiğini vurgulamak için özellike altını çizeceğim. Amerika Birleşik Devletleri'nde, geçtiğimiz günlerde 2 Mormon tarikatı üyesi yatırımcı ile onların Ermeni ortağı Türkiye'ye kaçarken yakalandılar. Vergi kaçakçılığıyla suçlanıyorlar ama Zarrab davasına benzer bir ilişkiler ağı karşımıza çıkabilir. Mormon tarikatına bağlı yatırımcı kardeşlerden birisi ile Türkiye'nin "İslamcı" diye bilinen Cumhurbaşkanı'nın fotoğrafları geçtiğimiz hafta gazete sayfalarını süsledi. Bu isimleri birararaya getiren para ilahı değilse hangi din, hangi milliyetti acaba? Binlerce kişi açlık, yoksulluk ve işsizlik nedeniyle Venezuela'yı terkederken kendisine komünist diyen ülkenin başkanı Nicolas Maduro ile Türkiye'nin cumhurbaşkanını yakınlaştıran kime, hangi tanrıya inancın göstergesidir? Kurtsuz yemek, tahtakurusuz yatak gibi taleplerle isyan eden işçilere karşı şiddet kullanmak kime hizmet etmektir?

Görülen o ki, dünyanın tepesinde oturan binler, böyle bir adaletsizliği ayakta tutan diktatör heveslilerini bir saray, 10 uçak bir de koltuk karşığında bulmakta hiç de zorlanmıyorlar. Bir de bu koltuk bağımlılarından arta kalan kırıntılarla geçinen örneğin biber gazı meraklısı asalakların bu adaletsizliğe hizmetlerini de saymadan geçmek olmaz.

Bir de yaşadıklarına değil de kendilerine anlatılan masallara inanmaya hevesli o milyarlar olmasa...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Armağan Kargılı Arşivi