Abdülkadir Selvi yazmasa darbeyi yapan bulunacak!...

Şimdi bu darbeyi kim, ne zaman ve ne için yaptı, kim, ne zaman haberdar oldu. Bu arada salaların Erdoğan'ın emriyle verilmediğini de öğrendik. Alayı temiz, pırıl pırıl...

Fethullah Gülen tartışması sanırım yıllarca sürecek ve bizler hergün yeni bir olayla ya da yeni olduğunu sandığımız bir olayla karşılaşacağız. Bu olaylar bizim değil, yıllarca Gülen'le işbirliği içinde olanların bize dayattığı olaylar olacak. Esasında ben de çözeceğim ama tam bir noktaya geliyorum, karşıma Abdulkadir Selvi çıkıyor ve her şeye sıfırdan başlıyorum. Selvi'nin yazısını okuduktan sonra "Ya, önceden yazdıklarım yanlışmış, hatta Erdoğan da doğru söylemiyor, komutanlar nereye kayboldu" diye düşünmeye başlıyorum.

Tekrar baştan başlayalım. Erdoğan darbeyi eniştesinden öğrendi. İlk söylediğine göre akşam 20.00 sularında öğrendi. Daha sonraki açıklamalarında, değişik kişi ve kurumlardan ve değişik saatlerde öğrendi. Yani yurt dışında bir TV'ye verdiği demece göre eniştesi geç kalmıştı, çünkü Erdoğan darbeyi zaten akşamüstü olan bazı olaylardan etkilenen birisinden öğrenmişti. Oysa yine başka bir yabancı TV'ye verdiği demece göre akşamüstü verilen haber diye bişey olmamıştı ve yine enişte ama o da değişik bir saatte haber verdiğinden, eniştenin önceki ya da sonraki verdiği haber de ya yoktu ya da yalandı. Erdoğan MİT'ten haber almamıştı ama MİT müsteşarı Hakan Fidan derhal Erdoğan'ın korumasını arayıp, Erdoğan'ın güvenliğinden emin olmak istemişti.

Erdoğan darbeyi öğrendikten sonra Atatürk Havalimanı'na gelmiş gibi gözükse de 1. Ordu komutanıyla görüşmemişti. Yani Atatürk Havalimanı henüz darbecilerin elindeydi ve temizlenmemişti. Büyük cesaret, ne diyeyim. Esasında aynı cesaret Mit müsteşarında da var, bir binbaşı kendisine suikast yapılacağını gelip yüzüne söylüyor ve hatta darbe yapılacağını da ama o da nedense bağlı olduğu başbakana haber vermek yerine, darbeyi yapan askeriyenin başına, genelkurmay başkanına gidiyor.

Anladığım kadarıyla sonunda Erdoğan darbeyi hâlâ bilmediğini açıklayacak, biz de bu yola doğru şartlandığımızdan dolayı hiç şaşırmayacağız. Bütün bunları neden yazdım, çünkü Hürriyet Gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi önceki gün öyle bişey yazdı ki, ben hâlâ darbe girişimi ve sonrası darbe olup olmadığının farkında değilim. Selvi yazısında "15 Temmuz gecesi saat 22.00 sıralarıydı. MİT'in Yenimahalle'deki yerleşkesindeki yemek masasında MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve Suriye muhalefetinden din adamı Muaz el Hatib vardı. Hakan Fidan yemeğin başında, "Ciddi bir ihbar söz konusu, sizinle görüşmemi tamamlayamayabilirim" demişti. Çorbasından iki kaşık almıştı ki gelen haber üzerine yerinden fırladığı gibi dışarı çıktı. Mehmet Görmez ile Muaz el Hatib ne olduğunu anlamaya çalışırken, hışımla içeri giren görevliler, "Sizi sığınağa alacağız" dedi. Sığınağa inerken bir patlama oldu. "Saldırıya uğradık" dediler. Tam o sırada Mehmet Görmez'in eşi aradı. Hatice Hanım'ın sesi telaşlıydı. "Mehmet darbe oluyor" dedi. Bir çırpıda, İstanbul'dan Cumhurbaşkanlığı'ndaki bir görevlinin eşinin aradığını, "Buranın etrafını sardılar, darbe oluyor" dediğini aktardı. Görmez, MİT'te olmanın verdiği güvenle, "Ben de bu işi en önce haber alacak bir yerdeyim, onlar öyle bir şey demedi, belki terör saldırısıdır" karşılığını verdi."

Burada kafama ilk takılan soru Muaz el Hatib, böyle bir gün ve saatte onun MİT'in yerleşkesinde ne işi olduğu. Tabii aynı anlamda Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez'in de... Neyse bu konuyu başka bir yazıda yazacağım, çünkü o gün ve saatte MİT yerleşkesinde olmaları darbenin bir parçası mı, yoksa Suriye'de yapılmak istenen kimi şeyler mi konuşuluyor, bunlar açığa çıkmalı.

"Saat 22.00 sıralarıydı" diye yazmış ya Selvi, yani Fidan'ın darbeyi çoktan öğrendiği zaman, hatta kendisi ilk öğrenen ama bu konuda Mehmet Görmez'e herhangi bir uyarı yapmıyor. Diyelim ki istihbari bir gizlilik var işin içinde, peki bunca telaş arasında bu toplantının anlamı ne?

Görmez bombanın da patladığı sırada eşi tarafından aranıyor ve darbe olduğunu öğreniyor. Buradaki tuhaflık ne, darbeyi ilk haber alan MİT müsteşarı Hakan Fidan'ın yanında darbe haberini eşinizden alırsanız ciddi bir tuhaflık vardır. Eşi de cumhurbaşkanlığındaki bir görevliden alıyor haberi. Bu arada bazı komutanların da haberi yok zaten, onlar da düğünde halay çekiyorlar.

Şimdi tekrar başa gelelim, aynı gün ve aynı ay ve de aynı yıl saat 22.40'ta başbakan Binali Yıldırım, MİT müsteşarlığını arıyor ve müsteşardan darbe konusunda bir bilgi alamadığını söylüyor. Bu sırada MİT müsteşarı bombalanıyor mu, sığınakta mı ya da Diyanet İşleri Başkanı'yla beraber çıkıp başka bir yöne savaşmaya mı gitti, bunu bilmiyoruz ama bildiğimiz tek şey, Fidan'ın darbeden haberdar olduğu ve bağlı bulunduğu başbakana darbe olmadığını bu konuda gönlünü rahat tutmasını söylediği.

Gelelim Selvi'nin darbeyi yazdığı kitabındaki başka bir bölüme:

  • Saat 21.00: Darbeciler Genelkurmay Karargâhı'nı ele geçirerek komutanları esir almışlar. Kendilerine direnenlerle de çatışmaya başladıkları için silah sesleri duyulmaya başlamış.
  • Saat 22.00: Genelkurmay Karargâhı'nda silah sesleri duyuldu ve helikopter dışarıda bulunanların üzerine ateş açtı.
  • Saat 22.05: Genelkurmay Başkanı'nın uçuş yasağı emrine rağmen, Ankara'da savaş jetleri ses duvarını aşarak uçuş yapmaya başlamışlar.
  • Saat 22.28: İstanbul'da tanklar, 1. köprünün Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçişi kapatmış.
  • Saat 22.35: İstanbul Atatürk ve Sabiha Gökçen havalimanları darbeciler tarafından işgal edilmiş.

 Anlayacağınız Selvi, darbe gecesi olan biteni neredeyse saniye saniye biliyor. Ne yalan söyleyeyim, ince iş çıkartmış, iyi bir çalışma ama olan bize oluyor, bütün birikimlerimiz sıfırlanıyor, gel de çık işin içinden. Selvi önceki yazısında devam ediyor, "Cumhurbaşkanı'nın darbeyi Ziya enişteden öğrenmesi gibi, MİT'teki Diyanet İşleri Başkanı da darbeyi eşinden haber almış ama inanmamıştı. Sığınağa indiler. İkinci bir patlama daha oldu. Görmez o an darbe girişimi olduğunu anladı. Bunun üzerine görevlilere, "Beni buradan çıkarın, benim vazifelerim var, yapmam gereken işler var" dedi. Saldırı altındayız, en güvenli yer burası demelerine rağmen ısrar etti. Bu kez, "Sizin aracınız zırhlı değil" dediler. Görmez'e MİT'in zırhlı araçlarından birini verdiler, Muaz el Hatib ise Görmez'in aracıyla hareket etti. İkisi zıt yönlere gittiler. Araç, MİT'in iki No'lu kapısından Formula 1 yarışındaki gibi fırlayarak çıktı."

Burada kafama takılan konu esasında basit bişey gibi gözükse de sanki bir araba daha var ama yok sayılıyor gibi. Görmez'le Muaz el Hatib aynı arabaya binip, nasıl zıt yönlere gidiyorlar, ben buraya takıntılı kaldım işte. Neden derseniz, böyle bir günde zaten bu adamın orada ne işi olduğunu merak ederken, bir de aynı arabada zıt yönlere gidişleri çıkmadı mı, gel de çöz çözebilirsen. Yani diyeceğim şu, bu adamın darbe gecesi görevi neydi, bu açıklanmalı bence!..

Selvi, bu yazıyı esasında salaların neden verildiğini anlatmak için yazmış. Salalar Mehmet Görmez'in aklına gelmiş, Kıbrıs Savaşı'nda, 13 yaşındayken babasının emriyle minareye çıkıp sala verdiğini anımsamış ve bu sala harekatı başlamış. Hemen sonra da cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı arayıp "Sayın Cumhurbaşkanım İslam dünyasının duası arkanızda, siz kazanacaksınız. Ben camilerden salalar verdiriyorum ve herkesi hukukuna sahip çıkmaya çağırıyorum" diyor. Erdoğan da "Allah razı olsun Mehmet Hoca" dedi, ardından ilave etti; "Salalar verilsin, herkes hukukuna sahip çıksın" diye yanıtlıyor.

Şimdi bu darbeyi kim, ne zaman ve ne için yaptı, kim, ne zaman haberdar oldu. Bu arada salaların Erdoğan'ın emriyle verilmediğini de öğrendik. Alayı temiz, pırıl pırıl...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ahmet Nesin Arşivi