Adalet yürüyüşü üstüne

Ana muhalefet partisi 'adalet' talebi ile yollara çıkma ihtiyacı hissetmişse, iktidar, yürüyüşü karalamak yerine, bu talebi iyi anlamalıdır.

Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı sayın Kılıçdaroğlu, 20 günü aşkın süredir Ankara - İstanbul arasındaki yürüyüşünü sürdürüyor.

Kılıçdaroğlu'nun, basına çıkan bazı haberler yüzünden CHP milletvekili sayın Enis Berberoğu'nun 25 yıl hapse mahkum edilmesi üzerine başlattığı yürüyüş, kısa süre içinde kişisel bir eylem olmaktan çıktı; toplumsal bir harekete dönüştü. Her durakta yeni katılımlarla çoğalıyor, büyüyor.

Çok farklı kesimler, her biri kendi yaşamında karşılaştığı yahut tanık olduğu bir hak ihlali, hukuksuzluk nedeniyle yürüyüşe katılıyor. Böylece yürüyüş, yaşananlar karşısında sokağa çıkıp yasal/ demokrat bir tepki göstermek isteyen insanların çaresiz çığlığı haline dönüştü, dönüşmeye de devam ediyor.

Yürüyüşün 'adalet' vurgusuyla adlandırılması, Türkiye'nin özellikle son yıllarda yaşadığı en temel soruna işaret etmesi bakımından doğru bir seçim ve bu yüzden genel olarak toplumdan olumlu ilgi görüyor. Bazı araştırmacılar bu ilginin iktidar partisi tabanında bile olumlu yansımaları olduğunu ileri sürüyor.

Gerçekten, 'adalet' kavramı, muhafazakar kamuoyunun eskiden buyana sıkça kullandığı, bu kesimler için yakın ve sıcak bir kavram olarak biliniyor. Modern kesimlerin daha çok kullandığı 'özgürlük', sol çevrelerin 'eşitlik' vurgularına kıyasla, 'adalet' muhafazakar, dindar çevrelere daha tanıdık gelen bir kavram ve talep.

Nitekim, 27 Mayıs darbesinin ardından DP'nin yerine kurulan muhafazakar/liberal siyasi oluşumun adı 'Adalet Partisi.' 90'larda sayın Erbakan'ın Türkiye'nin önüne koyduğu önerinin adı, 'Adil Düzen.' (70'lerde sayın Ecevit'in 'Hakça Düzen' sloganının da iyi ve akılcı bir seçim olduğunu ve karşılık bulduğunu burada belirtmek gerekir). 28 Şubat sonrasında ortaya çıkan yeni oluşumun adı da 'Adalet' ve Kalkınma Partisi.

O yüzden 'adalet' kavramı ve bu kavram üzerinden yükselen talepler, muhafazakar, dindar çevrelerde hemen red edilmiyor, edilemiyor. Çünkü bu çevreler, talebin yakıcılığını ve bu alanda yaşanan sorunları yakın geçmişte yaşamışlar, biliyorlar, tanıyorlar. Adalet talebinin haksız olduğunu, Türkiye'de hukuk düzeninin adalet üzerinde en küçük bir gölge olmadan düzgün yürüdüğünü kimse iddia etmiyor, edemiyor. Herkesin, hayatının bir anında uğradığını düşündüğü bir haksızlık, maruz kaldığı bir adaletsizlik var. Yakın geçmişin en büyük tartışması yargılamaların adaletsizliği üzerinden. Kasıtlı yargılamalar ve toptancı kararların muhasebe hanesi kapatılmış değil, belleklerde tazeliğini koruyor.

Böyle olunca, her makul eleştiriyi düşmanlık gibi görmeyi iş edinmiş bazı çevreler, yürüyüşün aslında adalet için değil, başka amaç ve hedeflere yönelik olduğunu söyleyip, 'sözde' iktidar destekçiliği yapıyorlar. Oysa yaşananlardan ibret almayı bilenler, bu tür kraldan kralcı davranışların, gerçekte iktidara destek olmak değil, kuyusunu kazmak olduğunu görmeli. İktidarın bugün hala faturasını ödemekte zorlandığı geçmiş yargılamalarda, bu çevrelerin benzer tutum içinde olmalarının hangi sonuçlara yol açtığını, akıl ve vicdan sahibi herkes biliyor.

Bu açıdan, iktidar gücü kullananların yapması gereken, daha önce Gezi ve benzeri olaylarda olduğu gibi, olayları gerçek amacının dışında takdim ederek yeni toplumsal çatışma ve bölünmelere yol açmadan, bu talebi anlamaya ve yönetimin adalet yörüngesine oturmasına -geç de olsa- özen göstermeye çalışmaktır. Çünkü Türkiye'de her alanda adalet bozulmuştur. Ve adaletin olmadığı yerde huzur, esenlik, birlik, güvenlik sağlamanın olanağı yoktur.

Bugün, 20 günü aşkın süredir ana muhalefet Genel Başkanının onbinlerce kişiyle birlikte yollarda yürümesi, yaşananların tahammül sınırlarını aştığının dünyaya ilanıdır. İktidar çevrelerinin önde gidenleri, ana muhalefetin yollara çıkmak ihtiyacı duymasını iyi okumalıdır.

Türkiye siyasetinin sorunlu ve sağlıksız yapısı içinde, ana muhalefet partisi uzunca bir süredir, -kendi destekçilerinin tepkisini çekecek kadar- ağır ve sorumlu davrandı; meydanlara, kitle gösterilerine uzak kalmaya aşırı özen gösterdi. Onun bu tutumu, iktidarın birçok badire karşısında kendisini yeniden tahkim etmesine imkan ve fırsat verdi, bir anlamda süresini uzattı.

Örneğin, 17/25 Aralık sonrası, yolsuzluk iddialarıyla -Brezilya yahut Romanya'da olduğu gibi- kitleleri alanlara çıkarmaya kalkmadı; konuların tartışılmasını grup ve Meclis kürsüsüyle sınırlı tuttu.

7 Haziran'dan sonra, bir ayı aşkın süre 'istikşafi' görüşmelerle yetinerek, Hükümet görevinin kendilerine verilmemesi halinde yeni seçime girmeyeceği yolunda bir çıkışla 1 Kasım'ın önünü kesmeye kalkmadı.

Dokunulmazlıklar konusunda, -Anayasa'ya aykırı olduğunun bilinmesine rağmen-, bu düzenlemeye oy verdi; 'milliyetçilik' ilkesi gereği bu konuda bir referanduma gidilmesine yol açmadı. Örnekler çoğaltılabilir; içerdeki bütün muhalefetine karşın, Hollanda ve benzeri olaylarda Hükümetin yanında yer alarak, 'devleti kuran parti' olmanın ağır başlılığıyla davrandı.

Ve nihayet, 16 Nisan'da 'Hayır' çıktığı, Üsküdar'da bile açılan sandıklarda belliyken, YSK kararına karşı, halkı oylarına sahip çıkmaya çağıran kitle gösterilerine kalkmadı; AİHM'e kadar giderek sonucu hukuk yoluyla düzelttirmeye çalışıyor.

İktidar, bütün bunları görmezden gelir ve unutkanlığa ve haksız saldırılara maruz bırakırsa büyük hata yapar. Ana muhalefetin bu tutumunun, kendi yıpranması rağmına, iktidarın demokrasi görüntüsünü sürdürmesine yaptığı katkı açıktır. İktidarda herhalde bunu görecek iz'an sahipleri az da olsa kalmıştır. Katlandığı bunca olaydan sonra, ana muhalefet partisi yollara düşmüşse, bu yürüyüşü görmezden gelmek, hele karalamak kimseye fayda getirmez.

Yapılması gereken, bunca olaya katlanan ana muhalefetin, artık başka çare kalmadığını düşünerek attığı milyonlarca adıma, birkaç adımla ve iyi niyetle karşılık vermektir. Adalet talebine duyarsız kalmış görünen bir yönetim, gücünü kanıtlamış değil, güçsüzlüğünü itiraf etmiş olur.

Çünkü devlet, öfkeyle, zorla, baskıyla değil, adaletle yönetilir.

Ertuğrul Günay Adalet Hukuk İktidar