Adnan Hoca operasyonunun düşündürdükleri

Erdoğan’da temsilini bulan, resmi olarak DİB, gayriresmi olarak bir ilahiyat hocasının yorumlarında vücut bulan 'dini yorum' devlet için tek yorum olarak kabul edilmek istenmektedir.

Adnan Oktar’a yönelik operasyonla birlikte eski bir tartışma yeniden açılır gibi oldu: dini grup, cemaat ve tarikatler.

Bu, aslında doğrudan "laiklik" tartışması.

Medyada yansıyanlara, konu hakkında konuşan, kendisiyle konuşulan "uzmanlara" bakılırsa "devlet", dini grup, cemaat ve tarikatler konusunda bazı adımlar atacakmış.

Bir hatırlatma yapalım. Son yıllarda adı, devletin/siyasi iktidarın konjonktürel durumuna göre isim değiştiren ve son olarak FETÖ’de uzlaşılan yapının Türkiye demokrasisine verilen zarardaki rolünü düşündüğümüzde, dini grup, cemaat ve tarikatlar ile devlet/siyaset ilişkisinin sınırının iyi çizilmesinin gerektiğini görüyoruz.

Ancak sorun tam da burada. Bu ilişkinin evrensel ölçülerde çizilememesinde.

TÜRKİYE ‘LAİK’ OLDU MU?

Laiklik dendiğinde, en genel geçer tanımıyla din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak lafız bir tanım yapılıp işin içinden çıkılıyor.

Oysa laiklik aynı zamanda devletin, toplumda var olan tün dini ve dın dışı kurumlara karşı eşit mesafede durması hiçbirine yakın olmamasını da zorunlu kılar.

Türkiye uzun yıllar "laik" bir ülke olarak anıldı.

1980 ve 1990’larda İslami siyasi hareketler yükselmeye başlamasıyla "laiklik elden gidiyor", bu hareketlerin iktidar olması ile birlikte "Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganlarını çok duyduk.

Sonuç?

Hiç.

Çünkü bu sloganlar, gerçeğe dair bir şey söylemiyor, hamasetten başka. Bunun için bu sloganlarla da, gerçekle yüzleşmek gerekiyor.

Şunu açık biçimde kabul etmek gerekiyor, Türkiye 90 yıllık tarihinde hiçbir zaman evrensel ölçülerde laik bir ülke olmadı.

Bunun en temel nedeni ise bizatihi devletin kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB).

Devlet, DİB üzerinden tercih ettiği bir din yorumunu "biricikleştirip", bunu tek İslami yorum ilan etti. Bunu da topluma empoze etti. Kamusal alanı da bu yoruma göre dizayn etti. Bu yorum, "makbul vatandaşlığın" temel nosyonlarından birisi oldu.

Gerekçesi, koşulları ne olursa olsun devletin üstlendiği bu rol yanlıştı.

Ve bugün devlet/siyasi iktidar aynı yanlışı bilinçli olarak sürdürüyor.

İNANÇ BİR YORUMDUR, ÇOĞULCUDUR

Çünkü dini inanç ve pratikleri -sadece İslam değil tüm dinler- esas olarak kutsal kitabın birer yorumudur.

Farklı dönemlerde, farklı kişiler, farklı yorumlar yaparak kendi dini anlayışlarını ve pratiklerini ifa ederler.

Bu açıdan dinler, yorum ve pratik açısından çoğul yani heterojendir. Bu yüzden dinlerde farklı yorumları ifade eden farklı dini grup, cemaat ve tarikatler vardır. Olmaya da devam edecektir.

İLAHİ DEĞİL DÜNYEVİ OLDULAR

Türkiye pratiğinde devletin bir yorumu sahiplenip, diğerlerini ikincilleştirmesi hatta onlara baskı uygulaması, bu dini grup, cemaat ve tarikatleri yok etmedi.

Tam tersine bunlar varlıklarını korumaya, devam ettiler.

Bugün gelinen noktada farklı dini grup, cemaat ve tarikatlerin siyasetle kurdukları ilişki de tam da bu "korunma" kaygısının sonucudur.

Bu kaygının en önemli sonucu ise dini grup, cemaat ve tarikatlerin kurumsal önceliğinin ilahi olan inanca değil dünyevi olan var olmaya, iktidar olmaya vermesi oldu.

O noktadan sonra devlet, sahip olduğu imkanlar açısından siyaset aracılığıyla içine girilmesi, fethedilmesi gereken bir amaca dönüştü.

SİYASET: BÜYÜMENİN ARACI

Dini grup, cemaat ve tarikatlerin, ideolojilerden bağımsız olarak siyasete yakın durmalarının temel nedeni budur.

Siyasetle ilişki kuran dini grup, cemaat ve tarikatlerin önceliği ise o noktadan sonra ilahi olan imandan çok dünyevi olan ticaret olmuştur.

Bugun irili ufaklı her dini grup, cemaat ve tarikat yöneticileri birer ilahi rehber olmanın ötesinde ticari holding CEO’ya dönüşmüşlerdi.

KAZAN/KAZAN İLİŞKİSİ

Burada kritik olan nokta, dini grup, cemaat ve tarikatlerin devlet/siyaset ile kurdukları ilişkiden çok; devlet/siyasetin bu yapılarla kurduğu ilişkidir. Çünkü, devlet/siyaset için önemli olan bu yapıların kendisiyle kurduğu ilişkiden çok, kendisinin bu yapılarla nasıl ilişki kurduğudur.

Ve burada da çoğunlukla belirleyici olan hep devlet/siyaset olmuştur. Yani bu "kazan/kazan" ilişkisinde "daha çok" kazanan devlet/siyaset olmuştur.

Yoksa bir zamanlar "saygın" olan dini grup, cemaat ve tarikatin değişen konjonktürde bir anda farklı kategoriye konması anlaşılamaz.

YENİ DÖNEM

Bugün gelinen noktada artık yeni dönem başlamıştır. Devlet/siyasi iktidar eklemlenmesi yeni bir "makbul vatandaşlık" tanımlıyor.

Bu vatandaşlığın önemli bir nosyonu yine dini bir yorum olarak karşımıza çıkıyor. Ve bunun için yine DİB kullanılıyor.

Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’da temsilini bulan, resmi olarak DİB, gayriresmi olarak bir ilahiyat hocasının yorumlarında vücut bulan "dini yorum" devlet için tek yorum olarak kabul edilerek, makbul vatandaşlığın nosyonuna dönüştürmek istenmektedir.

Uzmanların bize müjdelediği devletin dini grup, cemaat ve tarikatlere yönelik tasarruflarının arkasında bu yaklaşım olsa gerek.

Devlet/siyasetin tercih ettiği dini yorumun dışında kalan farklı dini grup, cemaat ve tarikatlerin varlığını sürdürebilmelerinin yolu en azından kamusal alanda, bu yoruma tabi görünmeleridir.

Devlet/siyasetin beklentisi budur.

Bu dini grup, cemaat ve tarikatlerin esas önceliğinin de, ilahi olana bağlılıktan çok dünyevi olan varlıklarını koruyup, sürdürmek olduğunu düşündüğümüzde, yeni döneme uyum sağlayacaklarına kuşku yok.

Uymayanlar ise kısa sürede kriminalize edilip, etkisizleştirilebildiler.

İHTİYACIMIZ DEMOKRAT BİR LAİKLİK

Bu haliyle DİB, varlığı ve üstlendiği fonksiyonu itibariyle laikliğin bir teminatı değil devletin tercih ettiği dini yorumun topluma taşınmasının temel aracıdır.

Bugün DİB, kuruluşuyla tanımlanan kurumsal işlevini daha güçlü savunur hale gelmiş, görünürlük ve etkisini daha da attırmıştır.

Oysa olması gereken devletin, bir dini yorumu sahiplenip, toplumu ona uydurması değil, toplumda var olan dini grup, cemaat, tarikat ve ladini gruplara eşit mesafede durmasıdır.

Demokrat zihniyet içinden tanımlanan bir laikliktir. Yani devletin tüm inanç ve inançsızlıklara eşit mesafede durmasına.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murat Aksoy Arşivi