Şenay Aydemir
‘Kurban’ değil, insan olarak Maria
Eserlerine hayran olduğunuz bir sanatçının, iyi bir insan olmadığının ortaya çıkması sanatıyla kurduğumuz ilişkiyi yeniden tanımlar mı? Son yılların önemli tartışmalarından birisi bu. Tartışma henüz bir sonuca ulaşmamış olsa da, oldukça verimli bana göre. Kimileri sanat ile sanatçıyı birbirinden ayırmak gerektiğini, farklı değerlendirmelerin konusu olduğunu söylüyor. Kimileri ise sanat ve sanatçının birbirinden ayrılmaması gerektiğini... Bu mevzu üzerine yapılan tartışmanın kafa karışıklığı gibi, benim de kafam karışık. Bir yandan bu tür teşhirlerin yapılmasını önemsiyor ve bugünün ‘tanrı yaratıcıları’nın kendilerine çeki düzen vermesi için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan da özellikle de sinema gibi, onlarca insanın emeği olan kolektif ürünlerin yaratıcılarının günahları yüzünden yok sayılıp sayılmayacağı üzerine kafa yoruyorum.
Açıkçası bu bahiste eser ile ilişkimin tamamen koptuğu yapımlardan birisi Bernardo Bertolucci’nin 1972 tarihli filmi “Paris’te Son Tango”. Bertolucci ve başrol oyuncusu Marlon Brando’nun filmdeki tecavüz sahnesinin varlığı, çekilme biçimi ve yöntemi konusunda o dönem henüz 19 yaşında olan diğer başrol oyuncusu Maria Schneider’i bilgilendirmemiş olmaları, bunun sonucunda oyuncunun yaşadığı travma eserin kendisiyle de aranıza mesafe koymanıza neden oluyor çünkü. Üstelik Schneider’in ilerleyen dönemde yaşadığı travmayı dile getirmesinin ardından yönetmenin “gerçeklik hissi” için bunu gerçekleştirdiğini söylemesi, pişman olmadığını ifade etmesi de cabası.
Kendi çağlarının ürünü bu adamların, çağlarının bile gerisine düşen bu erkek barbarlığını bile isteye yapmış olmaları onların diğer sanat eserleri hakkında da benzer hisler uyandırmalı mı? Kendi adıma aramıza bir ‘soğukluk’ girdiğini söyleyebilirim ancak, yok hükmünde olduklarını da söyleyemeyeceğim şu an için. Ama “Paris’te Son Tango” üretim sürecindeki bu istismarın varlığından haberdar olduğumdan itibaren yok hükmündedir.
Öte yandan, Maria Schneider’ın filmden sonra yaşadığı kötü sürecin bütün nedeninin bu travma olduğu, onu bir kurbana dönüştürdüğü gibi genel bir kanı da oluştu yıllar içerisinde. Jessica Palud’un yönettiği “Maria Olmak” (Being Maria) filmi bütün sürece daha geniş bir perspektiften bakıyor. Maria’nın kuzeni (dayısının kızı) gazeteci Vanessa Schneider’in 2018’de yayınlanan romanından Laurette Polmanss ile birlikte senaryoyu kaleme alan Palud, oyuncunun hayatına bütünlüklü bir bakış atmayı başarıyor. IMDB’de yönetmen hakkında ilginç bir bilgiye de rastlıyoruz. Palud, Bertolucci’nin 2003 tarihli “The Dreamers” filmin mekan ekibinde stajyermiş! Ama biz kendisini 2019 tarihli “Revenir” filmiyle tanımıştık.
“Maria Olmak”, 1960’ların sonunda Maria Schneider’in henüz reşit bile olmadığı bir dönemde başlıyor hikayesine. Kısa süreli bir ilişkinin meyvesi Maria, annesiyle yaşıyor. Babası dönemin tanınmış Fransız oyuncularından. Babasıyla ilk kez temas kurduğu bir dönemde tanışıyoruz genç kadınla. Bu durumu annesi pek hoş karşılamıyor. Oyuncu olmak için ajansa yazılan Maria, bir biçimiyle “Paris’te Son Tango”nun başrolünü kapıyor. Bertolucci ve Brando gibi iki büyük isimle birlikte çalışacak olmayı bir şans olarak da görüyor kuşkusuz.
“Maria Olmak”, Maria Schneider’in filmin çekim sürecinde yaşadığı istismarı bir milat olarak alsa da, her şeyin sorumluluğunu buna bağlamamaya özen gösteriyor. Babasız büyümenin yarattığı boşluk, annenin bir noktada onu yalnız bırakması, dönemin sinema ortamı, ahlakçı toplum vb. yan ögeleri de ihmal etmiyor yönetmen. Bu tercih Maria’yı bir kurban gibi gösterme klişesinden de kurtarıyor yapımı. Onun hayatına bütünlüklü bakmayı deniyor; 1970’lerin dalgalı Avrupa’sında tutunmaya çalışan bir kadın oyuncu olarak, geçmişin yükleriyle birlikte var olma savaşını çerçeveliyor asıl olarak.
Filmin yaratıcılarının Bertolucci ve Brando’nun pozisyonuna dair yargıyı dış dünyaya ya da seyirciye değil, Maria’nın kendisine bırakmaları ise eserin en özgün yanı bana kalırsa. Anlatı boyunca Bertolucci’nin kibirli doğasına dair ipuçları verilse de, Brando daha kibar ve saygılı resmediliyor. Hatta söz konusu sahnede bile bizler Brando’nun katkısını/ etkisini anlamakta zorlanıyoruz. Aslında Maria da öyle. Ama her iki isme dair yargıyı, o sahnenin kendisinde hissettirdiklerini cesurca ifade etmeye başladıktan sonra Maria’nın kendisi oluşturuyor. Kimin daha çok suçlu olduğunun da bir anlamı kalmıyor. Sahnenin, Maria Schneider’e haber verilmeden o biçimde çekilmesi kararı Bertolucci’nin olsa da, artık 50'sine merdiven dayamış deneyimli bir aktör olarak Marlon Brando’nun bu istismarın parçası olmayı kabul etmesi, sonrasında buna dair pişmanlık duymaması onu suç ortağı yapıyor. Maria, bu iki isme dair böyle bir yargıda bulunuyorsa bize söz söylemek düşmez.
2021’de “Kürtaj” (L'Événement) filmindeki performansıyla hayran bırakan, iki hafta önce “Reostat” filmiyle Tokyo’da en iyi kadın oyuncu ödülüne değer bulunan Anamaria Vartolomei bizi Maria’da bir kez daha büyülemeyi başarıyor. Hollywood’un hem içinde hem dışında var olmayı başaran ender oyunculardan Matt Dillon da Marlon Brando aurasını yeniden inşa ediyor.
“Maria Olmak”, yalnızca sinema dünyasının erkek yüzüne, kendilerini ‘tanrı’ yerine koyan yaratıcıların egolarına değil aynı zamanda 1970’lerin dünyasında kendisini yaratmaya çalışan bir kadına dair, onu kurban olarak resmetmeyen güçlü bir yapım.