Ahmet Nesin
AKP işkence ve hukuksuzluğu kabul ediyor...
Askerliğini yapan herkesin çeşitli komik anıları vardır. Öyle biyerdir ki esasında o Peygamber ocağı denilen yer, çoğunlukla ananızdan emdiğiniz süt burnunuzdan gelir. Yaşamınızda duymadığınız küfrü de duyarsınız, yemediğiniz dayağı da yersiniz. Bunları ilerde komik bişey gibi anlatmak da geleneklerimiz arasındadır. "Komutan bana öyle bir vurdu ki, hahahaha, gözümde şimşekler çaktı, kohkohkoh, ben böyle dayak yememiştim, hehehehehe..." diye bişey duyarsanız ve konunun başını kaçırdıysanız, hiç merak etmeyin, mutlaka askerlik macerasıdır anlatılan.
Askerliğimi Trakya'nın dondurucu soğuğunda yaptım, tümen bile sakıncalıydı, düşünü artık benim durumumu. İlk duyduğum komiklik, alayı zamansızlıktan helikopterle denetleyecek 1. Ordu komutanı her yeri yeşil görsün diye sonbaharda ağaçların yeşile boyanmasıydı. Kendi kendime "Bu kadarı da olmaz leyn..." dedimse de yaşadığım 2 olay bana olabilirliğini gösterdi.
Birincisinde çok şaşırmıştım. Bölük komutanı dolaşıyordu, birden tabur komutanı yarbayın kendisine doğru yaklaştığını gördü ve şapkasını unuttuğundan dolayı yanındaki erin şapkasını aldı ve kafasına geçirip, selam durdu ve tekmil verdi. Yarbay gülmekten yüzbaşıya bişey diyemedi ve kahkahalar atarak gitti.
İkincisinde ben de kendimi tutamadım ve kahkahalarla olay yerinden kaçtım. Bölük komutanı yine dolaşırken yarbayla karşılaştı. Karşılaştı ama çok kötü biyerde karşılaşmıştı, çünkü durduğu yerin 10 santim yanına köpek pislemişti. Yarbayın onu görmemesi lazımdı. Yüzbaşı yerdeki dışkıya bakmaktan komutanı yarbaya bakamıyordu. Zannedersiniz ki, köpek yerine kendi bişeyler yapmış ve onu örtmeye çalışıyor. Ve tahmin ettiğim gibi oldu ve milim milim yaklaşarak pisliği örttü. Artık içinden yarbayın biran önce gitmesi için dua ediyordu Yüzbaşı. Oysa yarbay olayı farketmiş ve devamlı dönerek konuşuyordu, yarbay döndükçe yüzbaşı da dönmeye başladı ama dönerken ayağını kaldırmıyordu ki yarbay görmesin. Kasıklarımı tutarak zor kaçtım oradan.
Bu 2 olayı niye anlattım, esasında buna benzer olaylar yaşıyoruz AKP hükümetiyle birlikte. Dün Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiseri Zeid Raad al Hussein bir açıklama yaparak Türkiye'nin hâlâ inceleme izni vermediğini söyledi. Hussein dünkü açıklamasında "Türkiye'deki insan hakları tablosunun kendilerini ciddi bir biçimde endişelendiriyor. Bir yandan çok sayıda görevden alma ve gözaltı yaşanırken, diğer taraftan bunların hepsinin hukuk kuralları açısından standartlara uyduğunu söylemek çok zor. Uluslararası sözleşmeler bir sebepten ötürü var. Gazetecilik bir suç değildir. Gazetecilerin serbestçe işlerini yapabilmeleri çok önemlidir. Gazetecilere yönelik saldırılar kabul edilemez..." dedi.
Birleşmiş Milletlere bu iznin verilmemesinin tek bir açıklaması vardır, o da suçunun var olduğunu kabullenmek ve bunun incelenmesine izin vermeyerek dünyaya ilan etmek. Sadece bununla kalsa iyi, bir de Avrupa Konseyi İşkence Önleme Komitesi Başkanı Mykola Gnatovskyy'nin açıklaması var ki bence hepsinden ağır. Gnatovskyy komite uzmanlarının darbe girişimi sonrası İstanbul, Ankara ve İzmir hapishanelerinde ziyaret ettiklerini söyleyerek rapor tutulduğunu ve raporun açıklanmasına Türk hükümetinin izin vermediğini söyledi. Gnatovskyy açıklamasında "Bunun bir yolu yok. Tabii ki bulgularımız hakkında konuşmak isterdim ama tek bir söz bile söyleyemem..." dedi.
Peki bu raporun açıklanmasına izin vermediği zaman hükümet ya da Erdoğan aklanmış mı oluyor sizce. Tam tersi, yaptığının 2 misli, 4 misli işkence olduğunu kabul etmiş ve bunu dünya aleme açıklamış oluyorsun. Esasında bunun için heyetlerin Türkiye'yi ve hapishanelerini ziyaret etmeleri gerekmiyor. İşkence yapan ekip yaptıklarını ibreti alem olsun diye fotoğraflamışlar. O fotoğraflar ve hastahane raporları şu an bütün Avrupa'da hatta dünyada cirit atıyor. İltica etmek için başvuran komutanların ellerinde ve başvurdukları kurumlara bunları veriyorlar. Bu fotoğrafların yayınlanma olasılığı yok, o kadar iğrençler ki, en masumunu bile gazeteye koyamazsınız.
Dün okuduğuma göre darbe girişiminden bu yana 37 kişi intihar etmiş. 80'lerde bizim arkadaşlarımızı binalardan atıp intihar ettiklerini söylerlerdi ve intiharlar başlayınca biz yine aynı şekilde olduğunu sandık. Oysa bildiğimiz gibi değilmiş, öyle bir işkence yapılıyormuş ki, insanlar intihar edecek noktaya kendileri geliyormuş.
En son anımsayacaksınız 9 bin küsur polislikten atıldı ve 1 polis bu suçlamaları inkar ederek intihar etti. Bütün bunlar ortadayken, neredeyse herkesin gözü önünde yaşanıyorken (TV'lerde dayak yiyen komutan fotoları ve duvarlardaki kan izleri gibi) Avrupa Konseyi'nin açıklamasına neden izin verilmez ki!.. Ancak üstünde döner ama bir adım bile atamazsınız, sonra da her "Demokratım" dediğinizde çevrenizde buruk gülücükler oluşur.