Ahmet Tulgar & İshak Karakaş
'CHP başına geleni anladığında gecikmişti'
Melda Onur, parlamentodayken de parlamento dışındayken de sokağı hiç terk etmeyen bir siyasetçi. CHP milletvekiliyken de hep partisinin genel tutumundan farklı tavır aldı. CHP'nin kurucu parti olarak geliştirdiği paranoyası ile bir arada görünmekten korktuğu gruplarla, siyasetçilerle yan yana geldi, işbirliği yaptı. Bugün de Demokrasi İçin Birlik (DİB) platformunda ön saflarda bir demokrasi cephesi inşaası için çalışıyor. Melda Onur ile buluştuk ve Demokrasi İçin Birlik'in durumunu sorduk:
İshak Karakaş: DİB şu anda çalışmalarının hangi aşamasında? Hedeflerinin ne kadarına ulaştı?
Melda Onur: Hatırlarsanız DiB çalışmalarının başlatma vuruşunu Hukukçu ve CHP 24. Dönem Milletvekili Rıza Türmen yapmıştı. 2016 yılı başlarında yazdığı bir yazıda demokratik bir cephe ihtiyacına vurgu yapmış ve bu cephede, demokrasi talebi olan herkesin buluşması gerektiğini belirtmişti. Bu yazı demokratik çevrelerce çok olumlu ve heyecanla karşılandı. O süreçte Rıza Türmen'in yazısını destekleyen çeşitli yazılar da yazıldı. Bu dönem henüz 15 Temmuz'un yaşanmadığı, 7 Haziran seçimleri sonrası barış masasının devrilerek çatışmaların başladığı, ardından yapılan seçimlerle demokratik hakların hızla askıya alınmaya başlandığı, milletvekillerinin tutuklanarak cezaevine konduğu bir süreçti. O günlerde ülkenin demokrasi sorununa kafa yoran demokratik toplum kuruluşları, platformları, aktivistler, bireyler bu demokratik cephe fikrini dillendirir oldular ve bu konuda öncü olan birkaçının yaptığı çağrı sonucu Demokrasi için Birlik 105 kurum ve kişinin katılımıyla 2016 Haziran ayında Birlik adı altında doğdu. Daha çalışmalar çok yeni iken, 15 Temmuz yaşandı. Bunu üzerine OHAL ve KHK'ların yarattığı mağduriyetler, Demokrasi için Birlik'in yeni çalışma alanı oldu. Bu rayından çıkarılarak bir rejim yöntemi haline getirilmiş iki uygulamaya son verilmesi yönünde kamuoyu bilgilendirme çalışmaları, paneller, toplantılar, kampanyalar yapıldı. Aynı sürece Anayasa Değişikliği Referandumu da dahil oldu ve özellikle bu alanda yoğun çalışıldı. Bir yandan Demokrasi için Birlik içerisinden doğan ve DiB'in ötesine geçen Hayır Meclisleri çok önemli bir performans gösterdi. Bunu özellikle vurguluyorum. Bu tür bir birlikteliğin yapması gereken bu tür bağımsız demokratik toplum, oluşum ve eylemleri yönetmek değil, onların oluşmasına zemin olmak, destek olmak, cesaretlendirmektir. Bu yüzden Demokrasi için Birlik'in çok ötesine çıkan, hatta belki kendisini Demokrasi için Birlik içerisinde konumlandıramayan kişiler bu meclislerde Hayır kampanyasında aktif rol oynadılar. Ve tıpkı Gezi Sonrası'nın Park Forumları gibi, Hayır Meclisleri de birer sivil demokratik platform olarak sürüyor.
İshak Karakaş: Bu yöndeki çalışmalarınız ne durumda?
Melda Onur: DiB açısından gelinen duruma gelirsek, üst başlıkta Demokrasi için Birlik, ülkenin demokratik zemine geri taşınması için meşru mücadele verecek bir birliktelik oluşturmayı hedeflemişti. Bu hedef doğrultusunda ülkedeki gelişmeler paralelinde faaliyetleri sürüyor. Zaten Demokrasi için Birlik'in Türkiye ajandası dışında ayrı bir gündemi ve eylem planı olabilmesi mümkün değil. Zaten ülkede demokrasi olsa bu ölçüde bir birlikteliğe ihtiyaç kalmaz. Hedef asgari demokratik ortamı oluşturup azamiyi yakalamaktır. Şu an asgariyi de kaybettik.
Ahmet Tulgar: Bugün yapacağınız toplantı ile neyi amaçlıyorsunuz?
Melda Onur: Bu hafta sonu yapılacak olan da bundan sonraki süreçte Demokrasi için Birlik Gündeminde neler olacağı, neler olması gerektiği yönünde olacak. Geçen yıl da bu zamanlar, önümüze OHAL, KHK'lar ve Referandum başlıkları altında 3 çalışma alanı koymuştuk. Referandum konusunda aslında başarılı olunduğunu düşünüyorum. Zira hem Demokrasi için Birlik bileşenlerinin faaliyetleri, hem Hayır Meclisleri, hem de tabii bu birlikteliklerin dışındaki toplum bu ülkede Hayır'ı çıkarttı ama iktidarın hamlesi YSK yoluyla Referandumu almak oldu. Bu arada Birlik bileşenlerinden, Hayır Meclisleri ile de koordineli çalışan Özce Demokrasi-Bu Ortamda Anayasa Yapılamaz Platformu'ndan Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu ve ekibinin il il, ilçe ilçe gezerek "Neden bu ortamda Anayasa yapılamaz, neden önce demokrasiye ihtiyaç vardır" içerikli konferansları, toplantıları, panellerinin katkısı da çok önemli oldu kuşkusuz.
İshak Karakaş: DİB, yurttaşların ortak aktivitesini hedefliyor kuruluşundan bu yana. Böylesi kutuplaşmış bir toplumda bu ne derece mümkün? Nerelerde zorlanıyorsunuz?
Aslında bu konuya kötümser ve iyimser bakabilirsiniz. Ben iyimser bakanlardanım. Olumsuz bakış açısıyla "Demokrasi için Birlik, AKP iktidarının antidemokratik ve baskıcı uygulamalarından muzdarip herkesi, bütün sivil demokratik toplum kuruluşlarını kucaklayan bir yere gelmeliydi." Bugün bakıldığında herkesi bu birliğe katabildiği söylenemez. Çünkü demokrasi kaygılı insanların ağırlıklı olarak mahallenin sol yakasında yoğunlaşması, mahallenin sağ yakasındakilerin çoğunluğunun bu sıkıntıyı dışa vuramayıp, ya da mahallenin sol yakasına güven duymayıp bireysel yöntemlerle kendi alanlarını ferahlatmaya çalışmaları da bir gerçek. Öte yandan AKP'nin Ustalık olarak addettiği dönemle birlikte muhalif zemine kayan muhafazakarlar, dini yaşam tarzı benimseyen kesimler bugün giderek artıyor. İktidarın 2011 ile birlikte, uzun yıllar birlikte yürüdüğü kişi ve gruplarla yollarını ayıracağı, o günlerde partinin en yetkili ağızlarından dillendirilmiş ama ne olduğu anlaşılamamıştı. Gezi süreci iktidarın beklemediği bir demokrasi talebi idi. Burada partisinden gelen tüm uzlaşma uyarılarını reddeden dönemin başbakanı, başta liberal kesim ve batılı ülkelerin sandığı demokratik profilden hızla uzaklaştı. Bu süreçte antikapitalist, devrimci ve çeşitli adlar altında "müslüman" kesimi yıllar sonra (başörtüsü eylemleri ve 28 şubat ardından) sokaklarda gördük. Ardından yıllarca birlikte yürüdükleri ve yine ustalık döneminde birbirleriyle ayrıştıkları hissedilen Gülen Cemaati ile 17-25 Aralık miladında kopuş süreci başladı. Bu süreç de, İslami kesimde kırılmalara sebep oldu. Daha sonra AKP içerisinde ya da yakın çevresindeki her türlü muhalif ve uyumsuz olduğu düşünülen kesimler saf dışı edildi. Tüm bu yarılmalar, AKP ile var olmuş bazı kesimlerin kopması ve yüzer gezer bir halde açığa çıkmalarına neden oldu. İşte bu kesimlerin de demokrasi ve adalete ihtiyaçları var. Ve bu kesimlerin çok az kısmı henüz demokrasi ve adalet talebine aktif destek verebiliyor, DiB içinde de çok az sayıdalar.
İshak Karakaş: Peki, sol muhalefet yeterli dercede bir araya gelebildi mi?
Melda Onur: Ancak tek sorun bu da değil tabii ki, mahallenin sol yakasındaki birleşememe, birlikte olamama hali de bu tür ortak hareketlerin en büyük engelleyicisi haline gelebiliyor. Çünkü demokratik toplumun önemli bileşenleri uzak kaldıkları zaman, bu diğerlerinde moralsizliğe ve güç kaybına neden oluyor. Aslında elimizi karşı mahalleye uzatmadan önce bizim bir elele tutuşmamız, kolkola girip eski yüklerimizden kurtularak hareket etmemiz gerekiyor. Hatta birbirimize dokunmadan ve birbirimize engel, köstek olmayarak bir hedefe yürüyebilsek bile yeter. Zaten bu birlikte yürüyüşü gören halk, vatandaşlar yürüyüşe geçtiği zaman bizleri de geçip gidiyorlar. Gezi'de, Haziran'da, Nisan'da olan budur. İşte benim iyimserliğim burada başlıyor. Ben Demokrasi için Birlik gibi ortamların bir hedef değil, bir zemin olması ve kısa vadeli düşünmemesi gerektiğine inanıyorum. Tıpkı aylarca bir imza masası ile kimi zaman 10 kişinin bile uğramadığı Taksim Dayanışması gibi, ya da onbinlerce vatandaşın çalıştığı ama kendisini içinde tanımlamadığı Oy ve Ötesi gibi. Demokrasi için Birlik önemli, ama herşeyi, herkesi kapsayamayabilir. Moral bozmak gereksiz.
Ahmet Tulgar: Bugün Türkiye'ye baktığınızda gördüğünüz manzarayı nasıl tarif edersiniz?
Melda Onur: Bugün ülkede işsizlikle, yoksullukla, yersizlikle, yurtsuzlukla umutsuzluk içinde hastalanan ve bu hastalığını kronikleştiren bir suni yaşam makinasına mahkum edilen kitleler; demokratik kaygılarını dillendirmeye çalışan ve bu nedenle işsiz bırakılan, gelirsiz bırakılan, seyahat özgürlükleri kısıtlanan orta sınıf; susturulmuş ve en ufak bir itirazda kapısına maliyenin dayanacağı inancı ile kıpırdayamayan iş dünyası; bastırılma ile yandaşlaştırılma arasında taraftar bültenine dönmüş medya; herşey yolunda gidiyormuş gibi yapmaya devam eden bir grup iktidar çevresi; durmuş, işlemeyen ve kendi çıkarttıkları kanunlara bile bakmak yerine, kararlarını verirken yukarıya bakan bir bürokrasi ve devlet; hala söz hakları veya karar verme inisiyatifleri varmış gibi davranan bir hükümet ve son olarak arzu ettiği ülkeyi yap boz oyunu gibi oluşturmaya çalışan, yapamayınca öfkelenen, yaptığı hataları da kendi dışında herkese ödeten bir tek adam. Ve tabii sonuç da tam ortadan bölünmüş bir ülke.
İshak Karakaş: CHP'nin şu andaki muhalefet tarzını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Melda Onur: CHP'nin muhalefet yapış tarzı konusunda çok eksikleri olabilir. Bir kere kurucu bir partinin işi hiç kolay değil. Ülkenin vebalini ondan bilirsiniz ama iyi olanlarını hiçbir zaman ona yazmazsınız. Bunu bir kenara bırakalım. CHP tarihinin çeşitli dönemlerinde tıkanmış, dönüşüm geçirmiş, kapanmış, lider değiştirmiş vs. Bu arada yılların getirdiği marka güveniyle iletişim ve modern yönetim modellerini es geçmiş. Bugün ise karşısında bir siyasi partiden ziyade, en ileri yönetim, iletişim, liderlik teknikleriyle yönetilerek bugüne kadar gelmiş bir yapı var. AKP'nin yükseliş döneminde bu yapı içerisinde var olan farklılıklar hamurlaştı ve bir blok oluştu. Bu bloku daha sağlam kılmak için "ötekiler" yaratıldı. Başarılı bir toplum mühendisliğidir. CHP başına gelenin ne olduğunu anladığında gecikmişti. Bugün yapılamayan, ya da eksik yapılan muhalefet, partideki değişim sancısı ile birlikte okunabilir. Öte yandan bu süreçte depolitize olmuş bir toplum 4-5 yılda bir sandığa giderken, AKP'nin iktidara tutunmak için sarıldığı bu öteki yaratma stratejisiyle, birden bire politize oldu. Bugün kuaförden, çay bahçesine, evlerden, spor salonlarına hep siyaset konuşulur oldu. Hayatında bir gösteriye dahi gitmemiş insanlar, erkekler, kadınlar, anneler, babalar hak aramak içi sokaklara döküldü. Yani aslına toplumsal muhalefet siyasetin önüne geçti. Aslında arzu edilen de, olması gereken de budur. CHP'den bugün artık beklenmesi gereken bu muhalefetin önünü kesmek ya da ateşini söndürmek değil, meşru demokratik haklarını kullanmalarına yol açmak olabilir.
Ahmet Tulgar: DİB'in HDP'ye yaklaşımı nedir?
Melda Onur: DiB'in HDP'ye de CHP'ye de muhalefetteki diğer partilere de yaklaşımı, mümkün olduğunca daha çok kişiyi birliğe katmaktan yana. Burada bazı sorunlar yaşanıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, CHP daha çok görünsün isteniyor ama CHP buna çok fazla yanaşmıyor. "CHP ile HDP yan yana görünmek istemiyor" yönünde bir eleştiri var, ama CHP bu tür sivil inisiyatiflerde parti olarak çok fazla görünmekten yana değil. Bu tür muhalif hareketleri ve demokratik hak arayışlarını destekliyor ve "CHP olarak bizler olursak herkes gelmez, siyasileştirmeyelim" anlayışı daha hakimdir. HDP ise DiB konusunda var olma tercihini tamamen DiB'e bıraktı. "Ne kadar istiyorsanız o kadar olalım" dediler. Başka partiler de var tabii. Ama benim burada savunduğum bu tür demokratik toplum oluşumlarında siyasi partiler kurumsal olarak bulunmamalı. Bizler de partili değil, vatandaş kimliğimizle olmalıyız. Tabii ki ilişkiler sürsün ama partilerin yeri örgütleri, milletvekillerinin yeri parlamento olsun.. Biz bunun mücadelesini verelim. Bu benim şahsi fikrimdir. Dib'in görüşü olmayabilir. Bunu da belirtmek isterim.
İshak Karakaş: Toplumsal barışın yeniden tesisi için öncelikli olarak atılması gereken adımlar hangileridir?
Melda Onur: İktidarın "öteki yaratma" politikasından vazgeçmesi. Bu herşeyin başlangıcı olacaktır.
İshak Karakaş: Kadınlar, demokrasi mücadelesinin ön safında. Kadınları sokağa çeken nedir?
Melda Onur: Her alanda ilk mağdur oldukları için. Şöyle düşünün: Kadın hayatın ilk "öteki" canlısı. Daha sonra diğer, bugün pozitif ayrımcılıkla anılan kesimler geliyor. Öncelikle yaşama tutunmaya dair bir mücadeleleri var. Bu onları farklı kılıyor. Eğitim hakkı, yaşam hakkı, sosyal, kültürel faaliyetleri, giyimi, kuşamı, hali tavrı, evlenmesi, doğumu, boşanması hepsi erkek toplum ve siyaset tarafından dayatıldığı için aslında belki ilk hak arayıcıları da onlar. Bununla birlikte aile içerisinde kadın ailenin bütün sorumluluğunu üstleniyor ve bu sorumluluktan doğan sorunlar ve mağduriyetlerle karşı karşıya kalıyor. Evin bütçesini idare ediyor. Ekonomik her sorun, bebeğin mamasından evin temizliğine yansıyor. Eğitim politikaları ile ilgili sorunlar çocukla birlikte ilk elden anneyi vuruyor. Çevre Komisyonunda olduğum dönemde Anadolu'daki köylerde, şehirlerde özellikle bu HES, Termik gibi enerji inşaatlarının önüne neden kadınların geçtiğine ilk başlarda bir anlam veremiyordum. Çoğunlukla AKP iktidarına, hem de yüksek oranlarda oy vermiş bu kadınlar, kepçelerin önüne ilk yatan, kolluk kuvvetlerinin şiddetine ilk maruz kalanlardı. Bir kadın bana "bak vekil, bana işe engel olmaktan dava açıyorlar, peki ya benim işim ne olacak?" demişti. Bunu hiç unutamam. Çünkü HES ya da Termik'in azalttığı ve kirlettiği su, kadının küçük aile işletmesinin en önemli girdisiydi. Sabah kalktığında, mahsulünü toplayıp pazara götürüp satıp gelir elde edeceği, kalanıyla da akşam yemeğini yapacağı bahçesini ve hayvanlarını suluyordu. Evini temizliyor, çocuklarını yıkıyordu. Suyun olmaması, onun yaşam alanına darbe idi. Aynı gerekçelerle topraklarını kaybeden köylüleri bekleyen büyük kente göç ve taşeron şirketlerde kölelik, toplu konutlarda dört duvar arası hapisti. Oysa köyleri yaşamlarıydı. Kentler de aynı şekilde. Kentsel sürgünler en çok kadınları vurdu. Bakkalını, manavını, muhtarını tanıdığı, çocuğunu okula yürüyerek ve güvenle gönderdiği, kullanmadığı tesisler için para ödemediği mahalle evinden, şehrin çeperindeki şekilleri birbiriyle aynı ama içlerindeki insanlara ne kadar güvenebileceğini bilmediği hayatlara sürülen kadınlar için belirsizlik başlıyordu. Tüm bu gerçek hayata dair sorunların ilk elden kadını vurması, kadını daha mücadeleci kılıyor. Ayrıca kadın kuruluşlarının da kadınların her alandaki mağduriyetlerini sahiplenme ve dile getirme yönündeki fedakar çabaları bu muhalefeti daha görünür ve daha karşı konamaz hale getiriyor.
Ahmet Tulgar: Umutlu musunuz? Umutluysanız, umudunuzu ne besliyor?
Melda Onur: Umutluyum: Umutsuz yaşayamayız. Umutluyum, çünkü 90'lı jenerasyona güveniyorum. Sırtlarında geçmişin yükü yok. Umutluyum çünkü doğal döngüye inanıyorum. Ekolojiyi sadece çevre, doğa olarak almıyorum ben. Siyasetin, yaşamın, insanın da ekolojisi vardır ve buna aykırı hiçbir tavır sürdürülebilir olmaz. Umutluyum derken bu dünyada mücadele hiç bitmez. Onu da söyleyim. Bugün iktidarın antidemokratik ve baskıcı uygulamalarına karşı mücadele yarın başka bir iktidara karşı sürecektir. Bunun kanıtı, o günlerde de bugünlerde de bu mücadelede yar almayı seçtiği için cezaevinde olan Ahmet Şık'dır.
İshak Karakaş: İktidar partisi içinde problemler olduğu söyleniyor. Siz iktidar partisinin 'metal yorgunluğu' diye tarif ettiği durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
MeldaOnur: İktidar partisinin en büyük sorunu partiyi var eden kişinin partinin çok ötesine geçmesidir. Bunu aslında ANAP'ta da gördük. Ama Erdoğan'ı AKP'den çekseniz geriye bir parti kalmayacak. Bunu ben değil bir çok AKP seçmeni, danışmanı, üyesi ya da üst düzeyi söyler. Bu nedenle Erdoğan partisinin başından ayrılmak istemiyor. Kendisinin olmadığı gün partisinin yaşayamayacağını biliyor. Buna Metal Yorgunluğu denemez, Bünyedeki Ağır Metal sorunu denebilir belki. Ama bu durum partiyi makineye bağlı yaşatırken, ülkeyi öldürüyor. Son olarak belediye başkanları konusunda "davamız" söylemi, belediye başkanlarının onları seçen halk değil, parti için olduklarının üst düzeyden ikrarı. Evet bu böyledir belki ama, son dönemde böylesine fütursuzca edilen söylemlerin tamamı Anayasa suçudur. Bugün bu hukuksuzluğu Erdoğan taşıyabiliyor, ama olmazsa kim taşıyacak?