Pelin Cengiz
Ayasofya’da arkasından Fatiha okuyacağınız İstanbul’un doğal, kültürel, tarihi mirasları
Ayasofya, tartışmasız dünya üzerindeki en sembolik yapılardan biri. Cuma günü itibariyle, müzeden camiye dönüştürülmesi kararı uluslararası alanda büyük yankı uyandırdı.
Geçen haftaya damgasını vuran gelişme, Danıştay 10’uncu Dairesi’nin Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmesiyle yaşandı. Kararın neredeyse mürekkebi kurumadan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ayasofya’nın Diyanet İşleri Başkanlığına’na devrini öngören Cumhurbaşkanlığı kararını imzaladı. Akabinde karar, Resmi Gazete’de yayımlandı, böylece Ayasofya, Diyanet’e devredilmiş oldu.
Bu kararın Türkiye’nin dünyaya verdiği mesaj açısından siyasi anlamları olacağı, batı dünyası nezdinde toplumsal kırılmaları ve başta Ortodoks alemi olmak üzere Hristiyan dünya nezdinde derin ayrışmaları beraberinde getireceği aşikar.
Kararın ardından, gayrimüslim komşularının neredeyse tamamının Ortodoks olduğu Türkiye’ye yönelik en sert açıklamaların Rusya ve Yunanistan’dan gelmiş olması tesadüf değil elbette.
Batı dünyası açısından büyük bir hayal kırıklığı yaşandı kararla birlikte.
Ayasofya kararı, ülkenin 2005 yılında Medeniyetler İttifakı girişimini başlatan Türkiye’den 15 yılda tamamen tersi yöne giden bir Türkiye’ye dönüşmesinin apaçık kanıtı niteliğinde.
Kararın uluslararası alanda tepki çekmesi bir yana Ayasofya’yı camiye çevirme kararı Erdoğan’ın kendi kitlesini memnun etse de, Metropoll araştırma şirketinin araştırmasına göre halkın yüzde 44'ü Ayasofya’nın kötü giden ekonominin konuşulmaması için gündeme getirildiği görüşünde…
Genelde karar verici konumdaki siyasiler, bu tarz radikal kararlar aldıklarında onlara yönelecek eleştirel yaklaşımlara bakılır. Çoğulculuğun ve demokrasinin barometresi budur çünkü. Ancak, görüyoruz ki, muhalefetten dişe dokunur bir karşı çıkış, eleştirel bir yaklaşım gelmiyor, gelemiyor.
Bunu iki şekilde okumak mümkün olabilir, birincisi muhalefetin yeri dar, Erdoğan’ın onları çektiği siyasal islam çizgisinden öte oynayacak yerleri yok ya da ikinci seçenek olarak muhalefet Erdoğan’ın yeni bir ayrıştırma/kutuplaştırma hamlesine sessiz kalarak ortak olmuyor.
Türkiye'nin kuruluş ilkelerinden biri olan laikliğin sembolü olan Ayasofya, 1985 yılından bu yana UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor. UNESCO, Ayasofya'nın statüsünün bir sonraki toplantıda gözden geçirileceğini açıkladı.
Bundan sonra en büyük tartışma konusu şüphesiz eşsiz değerdeki fresklerin akıbetinin ne olacağı. Üzerlerine vandalca sıva mı çekilecek? Yoksa sadece ibadet saatleri üzerleri perdeyle mi örtülecek? Bu yeni durumu uluslararası camia da yakından takip edecektir.
Kentsel tarihi binlerce yıl önceye dayanan İstanbul, Roma İmparatorluğu’ndan Bizans’a, Bizans’tan Osmanlı’ya ve Osmanlı’dan sonra da günümüze kadar büyüdü, genişledi, nüfusu giderek arttı, dev bir metropol haline geldi.
Aynı zamanda bizlere birbirinden zengin, eşi benzeri olmayan farklılıklar içeren kültürel, kutsal, tarihsel ve doğal miraslar bıraktı.
Kentlere göçle birlikte başlayan çarpık kentleşmenin ardından İstanbul, en büyük yapılaşma hamlesini, en yoğun rant paylaşımını, talanı ve tahribatı son 15-20 yılda yaşadı.
İçinden yüzyıllarca zenginlikler, ihtişamlar, medeniyetler geçen bir kent, imar planlarında yapılan usulsüzlüklerle, yandaşlara parsel parsel pazarlanan, yolsuzluk skandallarıyla anılan, parkları, meydanları, cami avluları kelleştirilen, kıyılarından denize ulaşmanın giderek imkansızlaştırıldığı, doğal varlıkları ekokırıma maruz bırakılan, Cumhuriyet dönemi simgelerinin kimliksizleştirildiği bir beton yığını olarak duruyor karşımızda…
Şehir giderek kimliksizleşirken aynı zamanda hafızasızlaşıyoruz da. Yerinde yeller esen mekanların dönüşüm öncesi halleri gözümüzün önünden çoktan silindi gitti bile.
Roma’nın tarihi uzantısı olan İstanbul, bugün Paris, Londra, Barselona, Viyana gibi kentlerle aynı ligde yer alabilecekken, tarihe, kültürel mirasa saygısızlık, yönetimsel bilinçsizlik, cahillik, şeffaflıktan uzak denetimsizlik, koca bir kente dev bir "kupon arazi" muamelesinin layık görülmesi gibi sebeplerle büyük bir sevimsizliğe kurban edilmiş durumda.
Yüzlerce AVM’si, rezidansı, gökdelenleri, otelleri hatta dünya miraslarının çakmalarının bulunduğu Miniatürk’ü olan üç imparatorluğa ev sahipliği yapmış bir kentin bir tane şehir müzesinin olmayışı ne utanç verici değil mi?
Biraz geriye giderek hafıza tazeleyelim…
Sulukule’yi dar gelirli insanları yerinden ederek büyük bir mutenalaştırma girişimiyle AKP mahallesine çevirenler, aynı senaryoyu daha sonra Tarlabaşı’nda uygulamaya çalışanları unutmayalım…
İçinde Emek Sineması’nın da olduğu Serkldoryan Han’ı tuhaf görünümlü bir AVM’ye çevirenlere kimlerin döneminde izin verildiğini biliyoruz. Narmanlı Han’ın da aynı akıbete uğrayarak kimliksizleştirilmiş bir mekan haline getirilmesine izin verenler aynı kişiler…
Dünyanın en güzel açık alışveriş caddelerinden İstiklal Caddesi’ni çorak, yolları kırık dökük yamalı, çirkin bir beton çölüne çevirdikleri yetmemiş gibi tamamen kılıfına uydurarak, üstelik tarihi Hüseyin Ağa Cami’nin zeminini çatlatarak Demirören AVM’nin dikilmesine izin verenleri çok uzaklarda aramayın…
Tamamen simgesel bir şekilde bir dönem çürümeye terk edildikten sonra AKM’nin yıkılma faaliyetleri bir yanda sürerken, Taksim Cami inşaatının başlatılması, Taksim Meydanı’nın adeta bir cami avlusu haline getirilecek olması kenti giderek daha fazla islami simgeyle donatma niyetinin bir parçası değil de nedir?
Majik Sineması’nı yıkıp yerine otel yapmak için aldığı ruhsat iptal edilmesine rağmen altı kaval üstü şişhane bina dikenlerden haberiniz vardır umarım…
Haliç Metro Köprüsü ile Tarihi Yarımada’nın eşsiz manzarasının perdelenmesine izin verenler, Yenikapı sahil dolgusuyla denize böbrek şekli verenler, Haydarpaşa Garı’nı yandaşlara peşkeş çekip tarihi alanları AVM’ye çevirip rantını yemeye çalışanlar, Marmaray kazılarında bulunan İstanbul ve dünya tarihini değiştiren tarihi eserlere "çanak çömlek" nitelemesi yapanlar…
Haliçport projesiyle 600 yıllık Tersane-i Amire’yi (Haliç Tersaneleri) parçalayıp, bütünlüğünü bozarak sermayeye peşkeş çekenler, kamusal olarak yurttaşa açık olması gereken Karaköy sahilini azman Galataport’la, Kabataş’ı Martı projesiyle gasp edenler, kentsel dönüşüm projeleriyle, hafriyat kamyonlarıyla, dozerlerle tarihi mahalleleri dümdüz edenler, müteahhitlere koruları, ormanları proje alanı olarak açanlar…
Dağa taşa dere yataklarına dizdiğiniz mahalle kültüründen uzak, ruhsuz, çirkin beton blokların mucidi TOKİ, hangi siyasi erkin kirli işlerinin aracısı?
Çok uzağa gitmeye gerek yok, büyük mücadelelere rağmen Kuzey Ormanları’nı büyük bir ekokırıma uğratarak üçüncü köprü, üçüncü havalimanını inşa edenler, Kanal İstanbul gibi bir ucube projeyle İstanbul’un altına üstüne getirip, tarımsal alanlarını, su kaynaklarını yok edecek olanlar, hep aynı isimler, hep aynı zihniyetin bayrak taşıyıcıları…
Çok şükür kentkırımdan her türlü doğal, kültürel, tarihi değerimiz nasibini almış durumda. Ayasofya’ya bundan sonra ibadete gidecek olanlar kaybettiğimiz tüm bu kentsel değerler için de birer Fatiha okursa çok makbule geçer…