Ali Duran Topuz

Ali Duran Topuz

Dış Kürtlerden iç Kürtleri çıkar, dörde böl, ikiyle çarp

Bahçeli’nin isteği niye olmuyor? Abdullah Öcalan ile DEM Partililer neden yüz yüze görüşemiyor? İşin düğüm noktası, Öcalan’ın neye güvenebileceğinde yatıyor olmalı. Düğümü çözecek tek kişi Erdoğan ve o henüz sahne almadı.

Kürtlerin başına ne geldiyse durdukları yerden geldi, bir de var olmaktan. Ortadoğu’nun üç büyük nüfusunun orta yerinde var olmaktan: Acemler, Araplar ve Türkler arasında duruyor olmaktan. Birinci Dünya Savaşı sonrasında durdukları yer (Kürdistan demiyoruz, Bahçeli kızıyor) İran, Türkiye ve Irak ile Suriye olarak devletleşince varken yokmuş gibi oldular. Yok olsun diye uğraşıldı da yüz yıl boyunca ama o da olmadı. Hâlâ varlar.

BİRİ HUKUKİ BİR FİİLİ İKİ ÖZERK YAPI

Durdukları yerlerden Irak çökmüş devlete dönüştü, Suriye savaş yorgunu hale geldi. İlkinde resmi özerk bir “Kürdistan” çıktı ortaya, ikincide fiili özerk bölgeler oluştu. Üçüncü yer, İran, İsrail’in hamlelerine karşı sıkıntılı zamanlar yaşıyor, onlar da kendi içlerinden çıkacak “Bağımsız Kürdistan” tartışması yapıyorlar, geniş gündemlerinden biri de bu. Dördüncü yer, Türkiye şu günlerde “Kürt meselesi”ni konuşuyor yeniden, 1 Ekim’de TBMM açılırken MHP lideri Bahçeli’nin DEM Partililerin yanına gidip tokalaşmasından beridir.

Fakat 1 Ekim’den bu yana her şey tuhaf. Çok tuhaf. Bahçeli’nin tokasından bugüne neredeyse iki ay, “Abdullah Öcalan gelsin TBMM’de DEM Parti grubuna seslensin” sürpriz beyanının üstünden bir aydan fazla zaman geçti. Elde var sıfır diyeceğim, sıfır da yok. Bahçeli dün kararlı olduğunu bir daha gösterdi, bu sefer TBMM çatısından bahsetmeden: “İmralı’yla DEM Grubu arasında yüz yüze temasın gecikmeksizin yapılmasını bekliyor, çağrımızı kararlılıkla tekrarlıyoruz.”

YÜZ YÜZE GÖRÜŞMEYE ENGEL NE?

Tek Bahçeli değil herkes bekliyor. Bekliyoruz beklemesine ama bu görüşmeyi sağlayacak kişi ne İmralı’da tutulan PKK lideri Abdullah Öcalan ne de “yüz yüze görüşmesi”nde fayda olduğu kabul edilen DEM Parti.

Bunu yapacak tek güç var: İktidardaki AK Parti yönetimi, yani Recep Tayyip Erdoğan. Bahçeli dışında konuşan MHP’liler, Bahçeli’nin ne kadar doğru bir iş yaptığını tekrar etmekten başka bir şey söylemiyor, onlar çoğunlukla tabanlarını olası fesatlara karşı koruma görevi dışında işe bulaşmıyor. Erdoğan çok az konuşuyor, Bahçeli’nin girişimini “Cumhur ittifakının eli” olarak tanımladıktan sonra müdahil görünmemeyi tercih etti.

Sürece geçen hafta sürpriz bir isim eklendi, Ufuk Uras. Ne önemi var diyenler çok oldu ama gerçekten söylendiği gibi kendi kendisine görev vermiş ve görüşmek istemiş olsa bile Bahçeli’nin onu kabul etmesi küçümsemeleri boşa çıkaracak kadar önemli. Zira Bahçeli bu işin (Erdoğan ana rolünü alana kadar) başlatıcısı ve sürükleyicisi. Nitekim Bahçeli’nin bugünkü çıkışından sonra Uras’ın aktardığı şu bilgi kritik hale geliyor: “Bizim 50 milletvekilimiz var, AK Parti çoğunlukta, bundan sonrası onların adım atması gerekiyor.”

“HAVUÇSUZ SOPA” STRATEJİSİ

Yani, Bahçeli’nin davetinin yerini bulması için iktidar partisinin inisiyatif alması gerekiyor ve bu sözden anladığımız, plan da bu yönde. Peki niye olmuyor? Hatta bir anlamda tersi oluyor, kayyım atamaları, gözaltılar, tutuklamalar. Kemal Can’ın güzel deyimiyle, “havuç yok sadece sopa var” stratejisi yürürlükte.

Bu tuhaflıktan ne anlamak gerekir? Öcalan adı öylesine atıldı ortaya, maksat “çökertme harekatı”nı tamama erdirmek mi? Yani Bahçeli’nin “elimizi dümenden, düzenden uzatmayız” sözünün tersi mi geçerli? Barış umuduyla herkes beklerken, iktidar yeni rejimi tahkim etmekle mi meşgul? İnsan “mümkün değil” diyemiyor, özellikle 2015 yazından bu yana olan bitenlere bakınca. Ne var ki mesele “dümen ve düzen”den ibaret ise dümen ve düzen netleşir netleşmez her şeyin tersine dönme ihtimali hiç de zayıf değil: Kayyım uygulamaları, gözaltılar ve tutuklamalar Kürt hareketini geriletmedi, aksine iktidara yerel seçim hezimeti olarak ağır faturalar ödetti. Olası bir erken seçimde ya da vakitli seçimde bir Akşener bulmak o kadar kolay olmayabilir bundan sonra. Böyle bir tiyatronun akıl karı olmayacağını Erdoğan da sürecin başrolünü üstlenen Bahçeli de herkesten iyi bilir.

ÖCALAN MI BEKLENİYOR?

O halde ne oluyor, niye Bahçeli’nin istediği “yüz yüze görüşme” olamıyor? Çok büyük ihtimalle Öcalan’ın kararı bekleniyor. Bir süreç varsa ve ciddiyse, Öcalan ile görüşmeler olmadan yürümesinin mümkün olmadığı açık. “Görüşmeler” derken kendisinden istenilen ve kendisinin de “koşullar sağlanırsa” yapabileceğini söylediği “meseleyi hukuk ve siyaset zeminine çekme” rolü oynaması için yürütülen görüşmeleri kast ediyorum. Çok büyük ihtimalle tıkanmanın yaşandığı yer burası: Öcalan’ın istenen rolü oynaması için hiçbir şey talep etmemesi düşünülemez. Ne ister peki? Öncelikle, verilen sözlerin tutulmasının nasıl güvenceye alınacağını bilmek isteyecektir. Mesele sadece “umut hakkı” olamaz, hatta yasal bir gereklilik olan “umut hakkı” etrafında bir pazarlık pek akla yatkın olmaz ve fakat umut hakkı için bile bir güvence gerekir. Öcalan’ın arayacağı güvence, ona güvenerek iş yapacak olanların, yani onun sözüyle hareket edecek olanların da arayacağı bir güvencedir. Dahası, bu güvence sadece “Türkiye içinde” geçerli bir güvence de olamaz. Herkes biliyor ki Suriye’nin kuzeyinde, Rojava’da meydana gelen yapı da Öcalan’a bakarak hareket eder, bunlar sır değil.

PARADİGMA NEDİR?

Bahçeli’nin sözlerinde “bin yıllık kardeşlik” kalıbı ve “umut hakkı”nın düzenleneceği bilgisinden başka bir içerik yok, güvenceye dair bir alamet hiç yok. Olmayabilir, işin o tarafını “AK Parti’ye bırakmış” olabilir. Fakat AK Partililer de Bahçeli’nin ne kadar doğru bir iş yaptığını söylemekten başka bir şey demiyor. İktidar partisi çevrelerinden bir Mehmet Metiner var sık sık söz alan bir de Mehmet Uçum. Metiner, işi bozma tehlikesi olan tutumları, görüşleri, beyanları eleştirmeyi, herkes dikkatli olsun demeyi vazife edinmiş, sürecin disiplin amiri gibi hareket ediyor. Uçum teorik görünümlü cümlelerle (mesela “paradigma”dan bahsediyor ki aslında önemli) hedefin niteliğini anlatmaya çalışıyor, anlatıyor da: Ona bakarsak, hedeflenen şey otokratik bir barış modeli. Teslim olma demiyor ama ona yakın bir şeyler anlatıyor; yine de kritik bazı işaretler vermiyor değil. Son açıklamalarında da böyle işaretler var. Uçum’un sözlerine yakından bakmakta yarar var.

RET VE İNKAR 12 EYLÜL İLE Mİ BAŞLADI?

Açıklamanın girişi, meseleyi 12 Eylül’e bağlıyor: “Demokrasi tarihimizi askıya alan en kara dönemlerden 12 Eylül faşizmiyle birlikte devreye sokulan Kürtlerin reddi ve inkarı girişimleri ise bir 'iç Kürt sorunu' tarifi yapılmasına neden oldu.”

Kürtlerin ret ve inkarının 12 Eylül ile başlatılması, Bahçeli’nin bugünkü (26 Kasım 2024 tarihli) grup konuşmasında sarfettiği, “Cumhuriyette eşitlik diye bir sorun yok” cümleciğiyle bağlanıyor: Yüz yıllık cumhuriyet tarihinde böyle bir sorun yok, ne yaptıysa 12 Eylül faşizmi yaptı. Onun yaptığı kötülükleri de Erdoğan ortadan kaldırdı diyor devamında:

“Ret ve inkar politikalarının bitirildiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetimlerinde Kürtler; kimliklerinin tanınması, ana dilleri önündeki yasakların kaldırılması, akademik ve kültürel haklar, bölgesel kalkınma, ekonomik refah, sosyal adalet imkanlarına kavuştu. İçerde terörün bitme noktasına gelmesiyle de huzurlu bir ortam oluştu.”

İÇ KÜRT SORUNU, DIŞ KÜRT SORUNU

Niyetim Uçum’un tüm sözlerinin eleştirel bir okumasına girişmek değil, kullandığı iki kritik ifadeye daha yakından bakmak, ilki şu: “Bununla birlikte son kırk yıldır emperyalist bir proje olarak terör destekli bir ‘dış Kürt sorunu’ üretildi. Bu proje “etnik kimlik=milli kimlik=bağımsız (manda) devlet” formülüne dayandırılıyor. Bu, nesnel bir Kürt sorunu değildir. Emperyalist dayatma olarak Türkiye'den toprak kopartıp Ortadoğu'da bir manda devlet kurma çabasıdır. Buna karşı 1 Ekim 2024’ten itibaren Sayın Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihi hamleleriyle paradigma değiştiren bir Devlet inisiyatifi ortaya kondu. Bu inisiyatif “Milli Birlik ve Kardeşliği Güçlendirme ve Terörsüz Türkiye” hedefidir.”

Burada ne emperyalizm ifadesine ne de teröre takılacağım ama “İç Kürt sorunu” ve “Dış Kürt sorunu” ayrımı ile “paradigma değişikliği” laflarına takılacağım. Paradigma lafını bugün grupta Bahçeli de kullandı: “Sözü dinlenen, nazı geçen, ne diyeceği merak uyandıran, ne yapacağı takip edilen bir Türkiye’nin, paradigma değişiminin tesiriyle yol haritası yeni baştan çizilen dünyada muhkem bir mevkii olmalıdır.” Bahçeli’nin hem bu konuşmasında hem de bu meseleye ilişkin grup konuşmalarında Türkiye’nin bekasının, geleceğinin ve sınırlarının tehdit altında olduğuna ilişkin bolca ifade yer alıyor. Uçum, “yetki devri/siyasi özerklik” kapılarını da kapattığına göre “yeni paradigma” derken ne diyor?

“NİHAİ AMAÇ… BİR DEVLET KURMAK”

“Paradigma” konusunda Bahçeli de Uçum da benzer şeyler söylüyor: Yeni bir paradigma var. “Yeni”lik, 12 Eylülcü ret ve inkar da aşıldığına göre, eşitlik diye bir sorun olmadığına göre, “iç Kürt sorunu” ile “dış Kürt sorunu” arasındaki bağlantıya ilişkin olmalı. Uçum da söylüyor: “Nihai amaç ise emperyalizmin mandası bir devlet kurmak.”

Bahçeli söylüyor: “İşin özünde İkinci Dünya Savaşı’nı takiben tesis edilen kurallara dayalı uluslararası sistem ilansız ve ilamsız iflas bayrağını çekmiş durumdadır. (…) Türkiye’nin çevresi silahlarla, füzelerle, şiddet versiyonlarıyla, yeni nesil savaşlarla kuşatılmaktadır.”

İFLAS EDEN PARADİGMA

Gele gele geldik başladığımız yere, Kürtlerin olduğu yere. “Dış Kürt sorunu” bir Kürt devleti kurma sorunudur. Irak’taki mevcut hukuki ve Suriye’deki mevcut fiili Kürt oluşumlarına İran’daki potansiyel Kürt siyasal oluşumu da eklendiğinde, Kürtleri varken yokmuş gibi gören “uluslararası sistem ilansız ve ilamsız iflas bayrağını da çekmiş durumdayken” paradigma yenilenmesi kaçınılmaz. Çünkü “mevcut” paradigma zaten iflas etmiş durumda. O halde hedef, “iç Kürt sorunu”nu, bu “dış Kürt sorunu”nun hedefine ulaşmasını engelleyecek şekilde yeniden tanımlamak ve yeniden konumlandırmak.

Zorluk da buradan çıkıyor olmalı: Öcalan’dan istenen şey ile Öcalan’ın istediği şeyler arasında uyum sağlamaktan. Çünkü Rojava “dış Kürt sorunu”nun bir parçası ise Öcalan’ın söyleyeceği şeyin sadece “iç Kürt sorunu”yla bağlantılı olması yetmeyecektir, yok “dış Kürt sorunu” ile bağlantılı biçimde konuşacaksa, içle dış arasında bağ kurulmuş olacaktır. Ankara bu bağı istiyor olabilir, hatta istemesi kuvvetle muhtemeldir. Fakat Ankara’nın istediği şeyi Öcalan’ın istemediği şekilde yaptırmaya çalışması “tecritin devamı”ndan başka bir yere varmaz. Tecrit kalkacak ve DEM’liler ile Öcalan yüz yüze gelecekse bu buluşmanın ve devamında olacakların güvencesi ne olacak? Bu düğümü çözebilecek tek kişi Erdoğan’dır. Bahçeli, “Konuşarak uçurumların iki yakası kapatılır. Anlaşarak önyargıların ve peşin hükümlerin akıntısı kesilir” derken samimi ise konuşmayı başlatabilecek ve anlaşmayı sağlayabilecek tek kişinin sahne almasına kalmış iş demektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Duran Topuz Arşivi