Temiz dil ile kirli dil, zalim İsmail ile melek Yavuz!

Numan Kurtulmuş’un sözlerine tepki “barış karşıtlığı”ndan filan değil, milyonlarca Alevinin iki cümleyle dışlanmasından kaynaklanıyor. Gönül alma açıklaması ise meseleyi ya anlamadığını ya da anlamak istemediğini gösteriyor. Barış temiz dil gerektirir temiz dil de kendi ideolojik kalıplarını aşmayı.

Türkiye 1 Ekim’den bu yana olağan dışı günler geçiriyor, sanki yepyeni şeyler oluyor gibi ama öte yandan bazı şeyler hiç değişmiyor, her şey nasılsa öyle devam edecek gibi. İşte PKK silah bırakma ve fesih kararı aldı, Bahçeli’nin deyimiyle “dışarda barış istediğimiz için içerde de barış inşa ediyoruz” gibi görünüyor. Süreci tanımlamak zor olsa da iktidar diliyle bu barış, “Terörsüz Türkiye”, “Bin yıllık kardeşlik” ve “Türk-Kürt ittifakı” anlamına geliyor.

Sürece eşlik eden retoriklerden biri de madem ki barış istiyoruz, onu inşa etmeye yöneldik, tarihsel ittifakı ve kardeşliği tazeliyoruz o zaman dilimizi de düzeltmemiz, yeni döneme uygun hale getirmemiz gerekiyor. Bizzat Bahçeli, beklediği adımlar atıldıkça açıklamalarında neredeyse otomatik hale gelen birçok ifadeyi temizledi, milliyetçilik tacirlerinin hedefi olmayı önemsemeden, “terörist başı” vurgusunu terk edip, “PKK kurucu lideri” ifadesini kullanabildi.

TARAFLARIN TEMİZ DİL VURGUSU

Bu sadece iktidarın söylevi de değil, Abdullah Öcalan da “Barış ve demokratik toplum döneminin dili de gerçekliğe uygun geliştirilmek durumundadır” dedi. Sürecin başından beri heyecanla ve hiç gün atlamadan meselenin bir tür “disiplin amiri” gibi davranan Mehmet Metiner, her fırsatta, “Husumeti besleyecek veya husumeti çoğaltacak bir dil”den kaçınmayı talep ediyor, “Yeni Türkiye'de bu sorun çözüldükten sonra eski Türkiye'nin alışkanlıkları üzerinden siz bir dil kuramazsınız” diyor; dahası Metiner bunu sadece muhalefet çevrelerine söylemiyor, kendi partisinin isimlerine, bakanlara varana kadar, bu müdahaleyi yapıyor.

Yeni dil. Husumeti çoğaltmayacak, beslemeyecek dil. Eski alışkanlıklara dayanmayan bir dil. Temiz bir dil.

Elbette buraya kadar olan örnekler doğrudan meselenin tarafı, yani “masada oturanlar”ı ilgilendiriyor gibi görünüyor ama TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un kutlu Türk-Kürt ittifakını güzellerken lafı Şah İsmail’e getirmesi, yeni dönem dilinin, barış dilinin oluşturulması sürecinde sadece “Türk” ve “Kürt” laflarıyla yetinmenin ne kadar sorunlu olduğunu ortaya koydu.

KÜRTÇE DİL DEMEK YÜREK DEMEK

Türkçede “lisan” anlamına gelen dil, Kürtçede “kalp” anlamına geliyor ve arzu, heves, eğilim dahil sayısız alt-art anlamı içerecek biçimde kullanılıyor. O halde “dil temizliği”nden söz ederken hissiyatı, yani kalbi meseleleri de işin içine katmak gerekiyor; temiz dil temiz kalbe yaklaştırır, temiz kalp temiz dile yaklaştırır. Dil, gönül ise aynı zamanda, gönlümüzdekilerin herkesin gönlündekilerle aynı olmadığını da iyi bilmemiz gerekir. Numan Kurtulmuş’un sözlerinde, kendisini de şaşırtan sorunlar esasen aklında ve gönlünde olanların yani işin ideolojik boyutunun tam kalbinde yer alan sorunlardır; burası 80 milyonun üzerinde insanın yaşadığı, farklı dil, din, mezhep ve inanca sahip demek ki farklı tarih, toplum ve inanç hafızalarına sahip koca bir yer. Bir tek hafızaya, Sünni-Müslüman ve devletçi hafızaya yaslanarak söylenecek sözler, atıf yapılacak tarihsel hadiseler, başka hafızalarda hala güncel olan ciddi sorunlara yol açabilir.

Bir barışın tesisi için iktidar çevrelerinden de dillendirilen “barış dili, dönemin ruhuna uygun dil” ihtiyacı öncelikle yine aynı iktidar çevrelerinin de ihtiyacıdır ve o dil ancak kendi ideolojik/teolojik kalıplarının ötesine geçerek mümkün olabilir.

Çok uzattım, bağışlayın, şimdi doğrudan Numan Kurtulmuş’un sözlerine geçeceğim. Önce Şırnak’ta yaptığı konuşmanın Alevi toplumunun tepkisini çeken kısmındaki sorunları ele alacağım, ardından üzüntüsünü beyan ettiği “gönül alma” açıklamasındaki sorunlara bakacağım. Hemen söyleyim ki “gönül alma” çabasına girmesi, “bir tek Alevi üzülmüşse bile çok üzülürüm” sözüyle samimiyet beyanında bulunmasını olumlu kabul ederek yazıya girişeceğim; yani niyetim özrünün yetersiz, geçersiz olduğunu göstermek değil, “temiz bir dil” oluşturmak için hayli çaba gerektiğini göstermek.

SIRADAN BİRİ DEĞİL PARLAMENTO BAŞKANI

Kurtulmuş sıradan biri değil, iktidar partisinin önde gelen isimlerinden biri ve daha da önemlisi TBMM başkanı. Yani Kürt meselesinde çözüm diye girilen yeni yolda en önemli rolleri oynaması beklenen yasama kurumunun başkanı. Dolayısıyla her sözü bundan sonra olacaklar konusunda sonuç doğuracak bir ağırlık taşır, o dikkatli olmak biz de o dahil tüm aktörleri dikkatle izlemek zorundayız; öyle olmasaydı, fikir özgürlüğü çerçevesinde o da istediğini söyler deyip geçebilirdik.

Kurtulmuş’un tepki çeken sözleri şöyle:

"Anadolu topraklarını baştan aşağı zulümle inleten Şah İsmail'e karşı, Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi'nin yapmış olduğu bir büyük ittifaktır. O ittifakın sonunda 1514’te Çaldıran’da bizim hep beraber yeniden Anadolu kültürünü dirilten o ittifakımız, Anadolu’daki Müslüman toplulukların başının daha dik bir şekilde dolaşmasına, esenlik ve birlik içerisinde birlikte var olmasına neden olmuştur.”

Bu sözler, sonradan yaptığı gönül alma açıklamasında belirtildiği gibi “büyük tarihsel ittifaklar”ın, “birlik ve vahdet”in yararının anlatılması için seçilen bir seri tarihsel olaydan söz ederken söylendi. Kurtulmuş o konuşmasında, Mervani ve Şeybani’lerin Alparslan ile ittifakıyla Malazgirt savaşının kazanılması, Nurettin Zengi ile Selahattin Eyyubi’nin ittifakını da içeren olayların ardından Kudüs’ün haçlılardan alınması ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra işgalcilere karşı direniş için oluşturulan Türk-Kürt ittifakı. İdris-i Bitlisi ile Yavuz ittifakı, milli mücadeleden önceki büyük istasyonlardan biri olarak zikrediliyor. Bu dört ittifaktan üçü “Müslüman olmayan güçler”e karşı olduğu için bir soruna yol açmıyor; ilkinde Doğu Roma’ya karşı zafer kazanılıyor, ikincide Haçlılara karşı başarı elde ediliyor ve dördüncüde de “tüm dünyanın emperyalistleri”ne karşı “milli mücadele” kazanılıyor. Fakat üçüncüde sorun var, hem de çok. Peki ne o sorunlar? O tepkinin sebebi ne? Birlik, dirlik, vahdet filan çerçevesinde, Türk-Kürt ittifakının tarihsel istasyonlarına vurgu yapılmasına Aleviler niye böyle tepki gösterdi? Yoksa Aleviler, mevcut barış sürecini mi istemiyor?

PİR SULTAN ANADOLU’DA DEĞİL MİYDİ?

Cevap için cümleyi biraz parçalamak lazım:

Daha giriş ibaresinde sorunlar başlıyor: "Anadolu topraklarını baştan aşağı zulümle inleten Şah İsmail'e karşı…” Türk Yavuz ile Kürt İdris-i Bitlisi, hangi ulustan olan İsmail’e karşıydı? Şah İsmail, Anadolu’da hala söylenen deyişlerin şairi olarak, Türkçenin kudretli şairi olarak Türk-Kürt ittifakına mı karşıydı da o savaş oldu? Şah İsmail’in, güçlü ve savaşçı bir devlet kurucusu olarak, başka güçlü ve savaşçı devletlerin liderlerinden daha zalim olduğunu kanıtlayan ve Kurtulmuş’u böyle emin kılan şey ne? İsmail mesela Yavuz’dan daha mı çok “Anadolu topraklarını baştan aşağı zulümle” inletmişti? Anadolu diyor Numan Kurtulmuş, hangi Anadolu? O zaman “Anadolu” denilen yerle bugün “Anadolu” denilen yer aynı mı? Sinop/Hatay arasındaki düz çizginin batısındaki Anadolu mu kast ediliyor, cumhuriyet sonrasında bütün Türkiye anlamında kullanılan Anadolu mu? “Ben de bu yayladan Şah’a giderim” diyen Pir Sultan Abdal mesela İsmail’in Anadolu’daki zulmüne ortak mıydı yoksa başka bir zulme karşı mı kuruyordu sözünü? Bugünkü ittifaktan sonra oluşacak birlik, beraberlikte Pir Sultan’a, sevenlerine, sayanlarına yer yok mu yani? Edebiyat derslerinden, Türk şiir kanonundan Hatayi’yi ve Pir Sultan’ı çıkaralım mı yani?

Bu tuhaflıkları sözün tuhaflığı göstermek için söylüyorum, “İsmail zalim değildi” demeye çalışmıyorum, şah olur da padişah olur da zalim olmaz mı? Olur ama Kurtulmuş’un söylediği şeyin ittifak kısmı kağıt üzerinde (evet, Yavuz ile Bitlisi, İsmail’e karşı ittifak etti) doğru ama bu doğrunun söylenme biçimi ile söylenen cümledeki öğeler bizi bambaşka bir yere götürüyor.

İki Türk imparatorunun savaşında birini “zalim” diğerini” melek olarak anmak, mesele sadece tarihte olmuş bitmiş bir mesele olsa belki bu kadar sorun olmazdı, ama Kurtulmuş bugün konuşuyor, bir tarihçi olarak değil bir siyasetçi olarak konuşuyor ve mensup olduğu milliyetçi-mukaddesatçı ideolojik çevrenin 1. Selim hafızasına karşılık toplumun bir parçası olan milyonlarca Alevinin bir İsmail hafızası var.

Cümlenin ikinci kısmı Selim ile Bitlisi ittifakının büyüklüğü vurgulanıyor, bugünkü ittifakı güzellemek için elbette.

MİLYONLARI “MÜSLÜMANLIĞIN DIŞINA” ATMAK

O ittifak bugün anladığımız anlamda bir “Türk-Kürt ittifakı” değil, oraya döneceğim, ama ikinci ve asıl büyük sorun devam cümlesinde:

“1514’te Çaldıran’da bizim hep beraber yeniden Anadolu kültürünü dirilten o ittifakımız, Anadolu’daki Müslüman toplulukların başının daha dik bir şekilde dolaşmasına, esenlik ve birlik içerisinde birlikte var olmasına neden olmuştur.”

Bu cümle açık ve kesin biçimde İsmail’i ve demek ki bağlılarını, sayanlarını ve sevenlerini “Müslüman topluluk”ların dışına atıveriyor; Alevilik İslam’ın içinde mi dışında mı saçma tartışmasına girmeyi hiç istemem, mesele teolojik değil ideolojik ve toplumsal: O gün de bugün de Aleviler “başı dik dolaşan”lar arasından ihraç ediliyor bu nutukta. Dahası, “esenlik ve birlik içerisinde birlikte var olma” halinden de ihraç ediliyor. Oysa bugünkü ittifak, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkesin başı dik, esenlik ve birlikte içinde, birlikte var olmaları için değil miydi? Madem öyle bu cümleler nereden çıkıyor? Bu cümleler Numan Kurtulmuş’un ideolojik perspektifinden çıkıyor ve sadece geçmişi değil geleceği de etkiliyor, tepki tam da bu yüzden.

Üstelik lafın etki alanı Türkiye ile de sınırlı değil; İran’daki Azeriler, Azerbaycan’daki Azeriler de İsmail’i seven, sayan bir tarih anlayışı ve hafızaya sahip. İran’da “Şahsevenler” adıyla büyük çoğunluğu Türkçe konuşan koca bir topluluk da var. Lafın dışladığı Aleviler Türklerden, Kürtlerden, Azerilerden de ibaret değil, “barış içinde bütünlüklü bir ülke” olarak yeniden kurulması için birçok aktörün seferber olduğu Suriye’de Arap Alevileri var mesela, Balkanlardakileri de sayalım mı, Romanlar dahil.

ÇAMUROĞLU’NUN SORUSU: KÜRD ALEVİLER NERDEDİR?

Cümlenin tuhaflığının önemli bir boyutunu kısacık ama çok zarif yazısıyla Reha Çamuroğlu vurguladı, güzel bir soruyla: “Burada mesela Kürd Aleviler nerededir? Var mıdırlar? Yok mudurlar?” Ben Kürt’üm. Kızılbaş Kürtlerden. Türkçe bilmeyen, pek bilmek de istemeyen ağıt şairi babaannem, Şah Hatayi deyişlerini ezbere bilirdi, annem de babam da bilir. O ittifak “Türk-Kürt ittifakı” ise ben, ailem, aşiretim, diğer Kürt Kızılbaş aşiretler ittifak dışı, ocak dışı mı? Zaten Çamuroğlu, sıradan biri olmayan Kurtulmuş’un sözlerinin barındırdığı tehlikeyi yine soruyla gözler önüne serdi: “Yoksa “Yeni Türkiye’nin yeni ulus’u” sünni “ümmeti” olarak mı bu cümlelerle tanımlanmaktadır? Yani gelecek her kökenden sünniler ve sünni olmayanlar arasında geçecek bir mücadele üzerine mi kurgulanmaktadır?”

(Çamuroğlu’nun yazısı için buyrunuz:https://medyascope.tv/2025/05/20/reha-camuroglu-yazdi-numan-bey-ne-diyor-yeni-ulusta-alevilere-yer-yok-mu/

GÖNÜL ALMA ÇABASINDAKİ SORUNLAR

Diyelim ki Kurtulmuş’un gönül alma girişimi, böyle bir şeyin söz konusu olmadığını gösteriyor, ama o girişimde mesela Çamuroğlu’nun işaret ettiği riski ortadan kaldıran bir vukuf, bir ayma yok pek. Şimdi oraya geçelim. Kurtulmuş, hem bir yazılı açıklama yaptı, hem de anlaşılan lafzi izahatlar yaptı sözleri için. Burada yazılı açıklamayı esas alacağım.

Resmi açıklamada Kurtulmuş gerçekte bir şeyi düzeltmiyor, bir özür dilemiyor, üzüntü beyan ediyor ve üzülme sebebini de şöyle anlatıyor:

“Birlik ve kardeşlik hassasiyetiyle dile getirdiğim sözlerimin kastım olmayan bir şekilde bağlamından kopartılarak yaralayıcı bir anlam alanına kaydırılmış olmasından içten bir üzüntü duyuyorum.”

Kimse sözleri bağlamında koparmadı gerçekte, sözler bağlamını kendi yarattı çünkü basit bir tarih değerlendirmesi değil, hâlâ var olan milyonlarca insanın inanç ve duygularını ilgilendiren güncel bir mesele konuştumuz şey. “Yaralayıcı anlam” bizzat Kurtulmuş’un “başı dik gezen Müslümanlar” vurgusuyla Alevileri ittifak dışı görmesinde. Yani basitçe “zalim İsmail, melek Yavuz” sözüne alınmıyor Aleviler, sözün dışlayıcı yönüne tepki gösteriyor.

EŞİTLİK YOKSA YURTTAŞLIK DA OLMAZ

Açıklamadaki “Cumhuriyet tarihinde, kimliğimizin esas taşıyıcısı olan yurttaşlık bağı, hukuki ve ahlaki bir kardeşlik teklifidir” sözünü, yurttaşlık bağı ve hukuki kardeşlik teklifi üzerinde tekrar tekrar düşünerek bizzat kendisi okumalı Kurtulmuş’un! Çünkü cumhuriyetin böyle bir teklifi varsa bile Kurtulmuş’un Şırnak nutku pek bundan haber değil gibi; şu cümle de aynı şekilde bizzat Kurtulmuş’un kendisine söylenmesi gereken bir cümle: “Kardeşlik duygularının sarsılmasına sebep olacak her söz ve davranış hepimizi yaralar. Bu bağlamda, bilhassa böylesine hassas dönemlerde sözün mecrasından sapması ihtimaline karşı hepimizin çok daha dikkatli ve rikkatli olması gerektiği aşikardır.”

Son olarak, gönül alma açıklamasındaki bir başka soruna gelelim:

“Bu vesileyle ifade etmeliyim ki, bu beyanlarımı doğrudan Alevi toplumuna aktarmak, Alevi kanaat önderleri ve milletvekillerimizle birlikte samimi bir hasbihal ortamı kurmak hususunda da kapım daima açıktır.”

Kurtulmuş’un kapısının dışında yer alıyor sanki Aleviler! Çünkü inciten, teessüre yol açan, yaralayıcı sözler söyleyen biri, “Konuşacaksanız kapım açık” demez, incittiğinin, teessüre kapılanın, yaralanın kapısını kendi çalar.

Daha fazla üstünde tepinmeyelim tamam, fakat eşit yurttaşlık ve ifade-inanç özgürlüğü ekseninde bir toplum tasarlanıyorsa Mezopotamya, Anadolu ve Trakya’da milyonların kalbinde yer alan büyük şair Şah Hatayi’yi güncel politik girişimlere çeşni yapmamak, yapıldığında incinenlerin gönlünü, birkaç güzel sanılan laf eşliğinde ayağına çağırmak yerine açık, sarih bir özürle almaya yönelmek en hayırlısı olur.

NOTLAR

1

FATURA HEP KÜRTLERE!

Kurtulmuş’un sözlerinden sonra tepkiler yükselirken, “Bakalım DEM Parti ne diyecek, Kürtler açıklama getirsin” minvalinde çıkışlar hiç az olmadı, sanki sözün sahibi onlarmış gibi. Her sıkıntı yaratan söz ya da eylemde Kürtlere fatura çıkarmak pek iyi bir alışkanlık değil.

2

HDK VE DEM PARTİ AÇIKLAMALARI

Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Kurtulmuş’a ilk tepki gösterenlerden biri oldu; açıklamada “Bu açıklamalar toplumsal barışı zedelemekte ve Alevi nefretini körüklemektedir” denildi.

Eski HDP milletvekili Ali Kenanoğlu, açıklamayı paylaşırken şu ifadeleri kullandı:

“Numan Kurtulmuş’un Alevileri hedef alan açıklamalarını bahane edip yürütülen “Barış ve Demokratik Toplum” sürecine ilişkin Kürt hareketini ve bileşik mücadeleyi suçlayan çok sayıda paylaşıma ve saldırıya hatta hakarete maruz bırakılmaktayız.

HDK - HDP - DEM Parti ve bu geleneğe sahip partiler hiçbir zaman Numan Kurtulmuş gibi düşünmediler ve hiç bir zaman Alevilerin aleyhine olacak bir dünya düzenini savunmadılar.”

DEM Parti Halklar ve İnançlar Komisyonu da Kurtulmuş’u eleştirdi, açıklamadan bir bölüm:

“Başta Aleviler olmak üzere bu ülkede yaşayan tüm ezilenlerin hafızası ve hassasiyetleri, bizim de hassasiyetimizdir. Bir halkın yaşadığı acı, bir başka halkın geleceğe taşıdığı sorumluluk olmalıdır. Bu topraklarda kimsenin sevinci, bir başkasının onulmaz yarasına dönüşmemelidir.

Tarihe dair yapılan her yorum; kimliklerin, inançların ve halkların varoluşunu görerek, yaşanmış acılara saygı göstererek, birlikte onarıcı bir hafıza kurma sorumluluğuyla söylenmelidir. Hiçbir tarihsel olay, bir halkın onuruna karşı kullanılmamalıdır. Geçmişi anlamak; kin değil, ortak yaşamın dilini kurmak için gereklidir.

Barış tüm ezilenlerin eşitliğiyle mümkündür.”

3

TARİHİ GERÇEK İSTEYEN MESELA VURAL GENÇ OKUSUN

Kurtulmuş’un sözleri “tarihi gerçekler”in de ideolojik prizmada çarpıtılmış bir hikayeleştirilmesine dayanıyor. Bitlisi’ye, o dönemin “Türk-Kürt ittifakı”na resmi tarih tezlerinin ötesinde aydınlatıcı çalışmalarla yaklaşan bir çok tarihçi var; bunlardan benim en çok yararlandığım biri Vural Genç’tir. Vural Genç’in “İdris-i Bidlîsî’nin Selim-Şahnâme’sine Yeniden Bakmak” makalesi bile yeterli bunun için; “Yavuz Sultan Selim ve Dönemi Sempozyumu (4-6 Kasım 2021 İstanbul) Bildiriler Kitabı” içinde.

Genç makalede Bitlisi’nin bir Acem bürokratı olarak yetiştiğini, hayatının ilk döneminde hem İstanbul (2. Bayezit) ile hem de Tebriz (Şah İsmail ile) temasta olduğunu, İstanbul’da hayal kırıklığında uğrayıp Mekke’ye gittiği dönemde İsmail ile temasının yoğunlaştığını, Yavuz’un babasını devirip yerine geçmesinden sonra İstanbul’a dönerek Osmanlı’nın savaş hazırlıklarına katıldığını anlatır. Anlatı Bitlisi’nin basit bir “Kızılbaş Şah’a karşı Sünni saflarda yer alma” kararlığı içinde olmadığını, iki büyük güç arasındaki çekişmede inançtan önce bireysel ve coğrafi nedenlerle nihai kararını verdiğini ve bu kararın bütün Kürtlerin Şah’a karşı Sultan’dan yana olmak gibi bir sonucu hemen doğurmadığını ortaya koyar. Çaldıran’da Şah yenildiğinde Mardin ve Diyarbekir henüz Safevilerin elindedir; Osmanlı ordusu döndükten sonra İran’da kalan Bitlisi, uzun çabalarla Kürdistan beylerinin önemli bir kısmının İstanbul ile müttefik olmasını sağlamaya çalışır. Yani mesele kötü şaha karşı iyi sultanın yanında olma meselesi değildir, karmaşık ve hızlı değişen güç dengeleri içinde yol bulma sorunudur. Hızlı büyüyen ve yayılmaya meyleden Şah İsmail yönetiminin, hemen yakınında yer alan Kürt beyleri için oluşturduğu tehdit ile Kürtlerden daha uzakta olan Osmanlı gücünün sunduğu imkanlar arasında bir seçim sorunudur ve bu seçim de öyle “kötü Şah, iyi Padişah” basit ikiliği üzerinde oluşmamıştır.

Esasen o ittifak bir “zalim”e karşı “Türk-Kürt ittifakı” değil, Osmanlı-Safevi çatışmasında Kürt beylerinin politik ve diplomatik mülahazalarla seçtiği bir ittifaktır. Osmanlı da Yavuz da Türk’tür, Şah İsmail de Türk’tür. Bugünün kelimelerini, tanımlarını, ideolojik bakışlarını tarihe böyle rasgele uygulamak daima sorunlara yol açar, hem bilimsel hem de örnekte görüldüğü gibi toplumsal sorunlara.

4

KARDEŞLİK YETSE KARDEŞ ÖLDÜRÜLMEZDİ

Geçmişe baktıkça ayrımları keskinleştirmek kolay olur, bugünde ve gelecekte birleştiricilik isteniyorsa bakılacak yer ne tarihtir ne teolojidir ne inançtır, hukuk ve demokrasidir. Eşitlik olmadan hukukun üstünlüğü ve demokrasi masaldan ibaret kalır, devlet yöneticilerin inançlar hakkında olur olmaz konuşmasından değil, eşitliği oluşturup geliştirecek hukukun üstünlüğüne bağlılıktan gelir. Asimetrik bir ilişki olan kardeşlik retoriği de burada devrilen çamları dikmeye yetmez. Kardeşlik birlikte eşit ve özgür yaşamayı kendiliğinden mümkün kılsaydı Yavuz dahil Osmanlı sultanları babalarını, oğullarını, kardeşlerini, yeğenlerini öldürüp durmazdı.

5

ŞAH HATAYİ HALA CANLIDIR

Yıllar evvel Ruhi Su’nun cenazesinde konuşan imam, “Üç kişinin amel defteri kapanmaz. Peygamberlerin. Siyasetçilerin. Sanatçıların” demişti. Söz ve fiilleri ölümlerinden sonra da insanları etkilemeye devam eder çünkü. Türkçe şiirler yazan, nefesler söyleyen Safevi Şahı İsmail, farsça şiirler yazan Osmanlı Sultanı Yavuz ve bugün konuşan Kurtulmuş da bu kuraldan azade değil. Kurtulmuş bu kaide gereği Şah İsmail’in Hatayi olarak hâlâ capcanlı olduğunu, hâlâ milyonların gönlünü, zihnini belirlediğini ve kendi sözlerinin defterinin de açık kaldığını gözden kaçırmasaydı böyle konuşmazdı. Yok bunu bilip de barışı sadece Türk-Kürt-Sünni terimleri etrafında bir inşa olarak görüyorsa zaten barış diye bir şeye ulaşılamayacağını da bilmeli.

6

NUMAN KURTULMUŞ’UN AÇIKLAMASININ TAM METNİ

“Şırnak’ta, “barış, kardeşlik ve terörün sona ermesi” hakkındaki konuşmamda kullandığım ve anlık söylenen bazı tarihi atıflardan dolayı Alevi yurttaşlarımızın incindiklerini müşahede ettim.

Birlik ve kardeşlik hassasiyetiyle dile getirdiğim sözlerimin kastım olmayan bir şekilde bağlamından kopartılarak yaralayıcı bir anlam alanına kaydırılmış olmasından içten bir üzüntü duyuyorum.

Meclis Başkanlığı makamı ve siyasi geçmişim, her bir yurttaşımızın inancına, düşüncesine, kimliğine eşit mesafede durmakta ve birlikte yaşama iradesini temsil etmektedir.

Cumhuriyet tarihinde, kimliğimizin esas taşıyıcısı olan yurttaşlık bağı, hukuki ve ahlaki bir kardeşlik teklifidir. Bu meyanda milletin iradesi, çok şükür ki ayrışmayı değil, bütünleşmeyi esas alıyor.

Anadolu'nun büyük tarihi yürüyüşü, zaman zaman iç çatışmalarla, kırılmalarla ve içimizi halen acıtan imtihanlarla şekillenmiştir. Nihayetinde bu toprakların sesi daima birlikten, kardeşlikten ve dayanışmadan yanadır.

Bahsi geçen konuşmamda ifade ettiğim gibi; Alevi-Sünni, Türk-Kürt kardeşliği bu topraklarda başkalarının planladığı yıkım senaryolarını her zaman boşa çıkarmıştır.

Bu kardeşlik hem tarihimizin derinliklerinden süzülen ortak hikâyemiz hem de geleceğimizin teminatıdır.

Kardeşlik duygularının sarsılmasına sebep olacak her söz ve davranış hepimizi yaralar. Bu bağlamda, bilhassa böylesine hassas dönemlerde sözün mecrasından sapması ihtimaline karşı hepimizin çok daha dikkatli ve rikkatli olması gerektiği aşikardır.

Sözlerimin Alevi yurttaşlarımızın yüreğinde bir burukluk oluşturduğunu görmekten müteessir oldum.

Bu vesileyle ifade etmeliyim ki, bu beyanlarımı doğrudan Alevi toplumuna aktarmak, Alevi kanaat önderleri ve milletvekillerimizle birlikte samimi bir hasbihal ortamı kurmak hususunda da kapım daima açıktır.

Eğer sözlerimden kaynaklı bir kırgınlık oluşmuşsa, milletimizin her ferdini; inancı, hayat tarzı ve hafızasıyla birlikte kendi kardeşi bilen, Hz. Ali Efendimizin “İnsanlar iki sınıftır; ya dinde kardeşin ya yaratılışta eşindir.” düsturunu kendine şiar edinen ve siyasi hayatı boyunca bu coğrafyada daima kardeşliği, birliği ve bütünleşmeyi savunan bir kardeşiniz olaraküzgün olduğumu içtenlikle ifade etmek boynumun borcudur.

Bu açıklamayı hakikate olan sadakate bağlılığım muvacehesinde yaptığımı aziz milletimize duyurmak istiyorum. 20.05.2025"

Numan KURTULMUŞ

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı