Ahmet Nesin
Aziz Nesin - Kemal Tahir dostluğu...
Biliyorum, daldan dala atlıyorum ama sanırım bu da benim tarzım. Yayıncılık yaşamımda çok mektup, mektuplaşma, yaşam öyküsü, özyaşam öyküsü, anı ve günce kitabı yayınladım, herkesin değişik bir tarzı var. En keyif aldıklarım kronolojik olmayanları. Kronolojik olunca sanki ansiklopedi bilgisi gibi geliyor bana.
Yayıncılıkla başladım yazıya, çünkü 12 Eylül darbesi sonrası Türkiye haber yapılamaz duruma gelince, ben de Günaydın Gazetesi'nin sıkıyönetim muhabiri olarak saçma sapan bir karar alan mahkeme başkanı bir albaya kallavi bir şekilde küfredince gazeteden kovuldum ve yayınevi kurdum. Esasında şanslı sayılırım, Günaydın'dan kovulunca Mehmet Barlas beni Milliyet Gazetesi'ne istemişti. Görüşmeye de gittim, Ülkü Arman Ankara'dan Istanbul'a haber müdürü olarak gelmişti ve MHP görüşlüydü, ben de onun müdürlüğünde çalışamayacağımdan gazeteciliğe ara verdim ve Mehmet Barlas'tan homoseksüel yapan bomba olayını erkenden öğrenme şansımı yitirdim.
Gazeteden ayrılınca babamla ne yapacağım üzerine sohbet ettik. Şişhanede açık hava kahvesinde oturduk ve yayınevi üzerine konuşuyoruz. Yayınevi kurmaya karar verdim, babamla yayın politikasını ve takvimini konuşuyoruz. Herşeyde hemfikir olduk, sıra yayınevinin ismine geldi. Babam bir isim düşünmüş müydü bilmiyorum, ben ona fırsat vermeden "Düşün Yayınevi" dedim. Babamın gözleri doldu, bana baktı ve "Sen de benim gibi inatçısın" dedi.
"Düşün Yayınevi" 1957 yılında Kemal Tahir ve Aziz Nesin tarafından kurulan bir yayınevi, anlayacağınız benimle yaşıt. Yayınevleri ikisinin kitaplarını yayınlamayınca beraber bir yayınevi kuruyorlar. Daha sonra ayrılıyorlar ve babam tekrar kendi başına kuruyor ama nedenini hiç öğrenemediğimiz bir depo yangınıyla o da yayın yaşamına son veriyor.
O dönem çıkardıkları en ilginç kitaplardan biri "5 Romancı Tartışıyor" adlı kitap. Orhan Kemal, Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Mahmut Makal ve Talip Apaydın. Dikkat ederseniz aralarında Yaşar Kemal henüz yok. Ancak Nesin Vakfı kütüphanesinde bu kitabı bulduğumda kapak arkasında Yaşar Kemal'in açıklamasını gördüm. Yayıncı olarak ilginç bir yöntem, tartışan yazarların dışında bir yazarın sözleri kitabın arka kapağına girmiş. Teknik olarak yanlış ama açıklamayı okuyunca da hak veriyorsunuz. Yaşar Kemal açıklamasında "Ben Nobel ödülünü alacağım, amacım o" diyor. Kitap 1960 yılında çıkıyor ama Yaşar Kemal bunu 1950'lerin ortasında söylemiş. Yaşar amcanın bana göre Nobel macerasını ve kendisine yaptığım şakayı ilerde yazacağım ama hedefini ne kadar önce belirlediğini anlatmak istedim kısaca.
Hem yaşantıma hem de yazı tarzıma Kemal Tahir'in etkisi çok büyüktür. Çocuklar genlerini ailelerinden alır ama idolleri genellikle aile dışıdır ve çok etkilenirler, Kemal Tahir benim hep idolümdü ve hâlâ öyle. En basit haliyle bana göre roman dilinde hâlâ Türkçeyi en iyi kullanan yazardır.
Ben tabancayı Kemal Tahir'le sevdim. Çalışma masasına ilk baktığımda masada bir tabanca vardı. Daha küçüğüm, çoluk çocuğun bu kadar sık geldiği bir evde tabancanın ortalıkta ne işi var diyecek yaşta değilim, zaten annem babam da rahatsız değil, Ilgın'la beraber gelen Ruhi Su yada Sıdıka Teyze de... Kimse rahatsız olmayınca bana bir güven geldi, bir gün yine Kemal Tahir'lere gittik, ben dört gözle herkesin salondan çıkmasını bekliyorum, tabancayı kurcalayacağım. Ve salon bomboş kaldı, Kemal amcanın masasına gittim, tabancayı elime aldım, 6-7 yaşlarındayım ve olan oldu, ben tetiği çektim. Elim ayağım birbirine dolaştı, ses yok, mermi yok ama ucundan ateş çıkıyor. Evet, aynen anladığınız gibi, benim tabanca sandığım şey bir masa çakmağıymış. Ama alev çıkınca bende yürek mi kalır, zangırdaya zangırdaya uzaklaştım oradan hemen. Ancak bu merakım hep devam etti, her gittiğimde çaktırmadan kontrol ederdim, gazını devamlı koyuyorlar mı diye.
Kemal Tahir babamın yaşamında çok önemli bir yer kaplar. Babamın tam olarak dostum diyebildiği 2 insan tanıdım, Kemal Tahir ve Tahsin Saraç. Kimi olayları yaşarsınız ama yaşınızdan dolayı anımsamanız mümkün değildir. Bu kısmını annem anlattı. Kemal Tahir tartışırken çok yüksekten tartışırdı. Ne yalan söyleyeyim, tartışma sesi Ruhi Su'dan daha bas baritondu. Ben öyle akşamları eve dönerken yada onlar bizden gittiğinde ağlayarak anneme gidip "Babamla Kemal amca kavga mı etti, bir daha gitmeyecek miyiz" dermişim. Bunların bir de tavla muhabbeti var ki sayfalar yetmez anlatmaya. Hepsi hapis yatmış ve hepsi zar tutmasını biliyor ama sadece babam tutmuyor. İlerde sadece tavlayı yazacağım.
1973 yılında annem beni ziyarete İngiltere'ye geldi, oradan da Ali'ye okul bakılacak, beraber Paris'e gittik. Paris bir büyük macera ama ben Kemal Tahir'le ilgili bölümü anlatacağım şimdi. Okullar açılıyor, ben İngiltere'ye geri döndüm, gara gittim ama okuduğum şehre tren geceyarısı ve posta ekspresi. Her yerde duruyor ve 4 saatlik yol 9 saate çıkmış durumda. Taksiye atladım ve bir Ermeni'nin işlettiği Divan Oteli'ne gittim, sabah bineceğim trene. Taksiden indim ki cüzdan yok, pasaport, kimlik ve bütün param çalınmış. Üstümde ceket var, üstüne de palto. Nasıl bir beceriyse iç cebimden çalmış.
Neyse, Ermeni amca ödedi taksiyi, ben de BBC'den Feyyaz Kayacan'ı aradım. Feyyaz amca otele geldi, beni aldı ve eve gittik. Feyyaz amcanın sinirlenince çişi gelirmiş, 2 durak sonra inip Pub'a giriyoruz, o işerken ben bir bira içiyorum, sonra 2 durak sonra benim biradan çişim geliyor, 6 kez metro değiştirerek eve geldik. Paskalya tatili olduğundan bankalar kapalı, para çekemiyor, daha banka kartı yok piyasada.
3 gün kaldım, bankalar açıldı, Feyyaz amca biletimi aldı, oradan BBC'ye geldik, Türk gazeteleri birikmiş, heyecanla okumaya başladım, son gazeteyi elime aldım, Milliyet, tam sayfayı açmadan bir de baktım ki Kemal Tahir'in gözleri, hiç okumadan gazeteyi yere attım ve "Gitti Kemal amcam deyip ağlamaya başladım. Feyyaz amca aldı gazeteyi, bana sarıldı ve sabah 11'de BBC'nin barına gittik. Yurt dışındaki ilk can kaybım ve hiçbişeye benzemiyor. Annem de gidemiyor cenazeye, tam Aziz Nesinlik denilen bir 4 gün yaşanıyor hem İngiltere'de, hem Paris'te, hem de İstanbul'da..