Bazı borçlar vardır kimse ödemek ve yüzleşmek istemez

1915’te yaşan acılardan sonra, 1942’deki Varlık Vergisi ve ardından 1955’te yaşanan 6-7 Eylül olayları sonrası ciddi acılar yaşadık. Bu topraklarda yaşayan bizler var oluşumuzu her acıdan sonra yeniden bir şekilde ayağa kalmakla mümkün kıldık.

“Hayvanlar insanlar gibi davranmazlar” dedi. "Savaşmaları gerekiyorsa savaşırlar; öldürmeleri gerekiyorsa öldürürler. Ama oturup da akıllarını, diğer canlıların hayatlarını mahvetme ve zarar verme yollarını tasarlamak için kullanmazlar. Onlarda bir haysiyet ve hayvansal onur vardır."

Richard Adams (Watership Down kitabından)

Bu haftaki yazımın konusunu uzunca düşündüm ve 11 Kasım 1942’de özelikle az bırakılan halkları etkileyen Varlık Vergisi üzerine yazmaya karar verdim. Seneidevriyesi geçtikten sonra bu yazıyı yazmak doğru olur mu diye ilk başta tereddüt ettim. Fakat 11 Kasım’da neredeyse hiçbir yapının veya kesimin aklına bu kara gün gelmedi. Yaşadığımız zor zamanlardan sonra belki de bu acı güne sıra gelmedi. Durum böyleyken en azından tekrar hatırlanması için ben de buradan ses vermek istedim.

Diğer yandan, özellikle biz az bırakılan halklar ve inançlardan gelen bireylerde de bu kara güne karşı duyarsızlığa benzer tavırlar gözlemledim. Bu toplumların mensubuysanız, bu tavrın nedenlerini anlayabiliyorsunuz. Kimimiz bu acı günleri unutmak istiyor, kimimiz ise bunun konuşulmasından dahi korkuyor. Yaşanan travmasını bu tavırlardan okuyabilirsiniz. Fakat bilinmelidir ki inatla bu acı günleri hatırlamaktan kaçındıkça, tekrarlanma riski bulunuyor. Yani tarihle yüzleşmek tek çözüm yoludur.

Aslında toplumda bu acı olaya yönelik ilk farkındalık, “Salkım Hanım’ın Taneleri’’(1999) filmiyle belirmeye başlamıştı. Film, genel acıların çok az bir kısmına değinmesine rağmen bence bir milat olarak görülebilir. Daha sonra çeşitli videolar ve resimler yayımlandı fakat yine de yaşanan acıyı anlatmaya yetmedi.

Varlık Vergisi, konuyla ilgilenen belli bir kesim ve bizler dışındakiler açısından hatırlanacak bir acı olarak görülmüyor ne yazık ki. Bu durumun reel tarihin üstünün örtülmeye çalışılmasıyla birebir bağlantılı olduğu sanırım herkesin malumu.

11 KASIM 1942’DE NE OLMUŞTU?

Varlık Vergisi dönemin CHP iktidarı tarafından, "olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilemek" olarak sunulmuştu. Fakat ne hikmetse, CHP’nin kapalı oturumunda kanunun esası dile getirildi. CHP grup toplantısında Başbakan Şükrü Saracoğlu konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştır:

"Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz."

"Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.’’

CHP hükümetinin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’nun o günlerdeki politikası, çok derin bir anlayışı ve bakış açısını da ifade eder.

"Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz ne sarayın ne sermayenin ne de sınıfların saltanatını istiyoruz. İstediğimiz sadece Türk milletinin hakimiyetidir." diyerek yeni hükûmetin tekçi politikasını açıklamıştır.

Bilindiği gibi, semtimin takımı Fenerbahçe’nin stadının adı olan Şükrü Saraçoğlu, bugünlerde Divan Kurulu kararıyla değiştiriliyor. Değiştirme amacı keşke bu kara tarihinin aktörünü kabullenmeme olsaydı keşke. Tarihle yüzleşerek gerçekleşen bir değişim çok değerli olurdu.

VARLIK VERGİSİ’NİN RAKAMSAL BOYUTU

Varlık Vergisi kanununun yürürlüğe girmesiyle Ermenilere % 232, Yahudilere %180, Rumlara %160 ve Türklere sembolik olarak %4 civarında bir vergilendirme yapılmıştır. Bu vergilendirme aslında ciddi bir araştırma sonucu da yapılmamıştır.

Vergilendirme sonucunda, toplamda 315.000.000 TL vergi tahsil edildi ve bu miktarın 280.000.000 TL’si İslam dinine mensup olmayanlar tarafından ödendi. Bu verginin %70’i Anadolu’dan, kalanı ise İstanbul’dan toplandı. Toplanan bu vergi, ülkenin 1 senelik bütçesinin % 82’sine denk geliyordu. 2023 yılında ülke bütçesinin 4 trilyon 470 milyar olduğu üzerinden denklemi kurarsak, acının rakamsal ekonomik değerinin büyüklüğünü çok daha net anlıyoruz.

O günleri yaşayan bir büyüğümün anlatımı yaşananların vahimliğini çok iyi özetler. Dönemin en büyük vergi borcu Yahudi bir şahsa gelir. O dönemlerde Sirkeci ve Eminönü civarında Yahudiler gıda sektöründe (özellikle yağ) faaliyet gösterirler. İyi gelir getiren bu mesleği yapanlara yüksek tutarda vergi borcu çıkarılır. Fakat en yüksek vergi borcu çıkarılan kişi, sadece mağazaların kepenklerini yağlayan bir Yahudi’dir. Bu olay bile vergilendirmenin insanlık dışı bir şekilde yapıldığının kanıtı niteliğindedir.

KOD UYGULAMASI VE VARLIK VERGİSİ

Varlık vergisi tahakkukları aslında başka derin bir acıyı az bırakılan halklar ve inançlar için gün yüzüne çıkarmıştı. Vergilendirme, resmi olarak kimliklerinde Ermeni, Hristiyan, Rum veya Yahudi yazmayanları da kapsıyordu. Geçmişini inkâr edip asimile olan kişiler de az bırakılan toplumlar gibi vergilendirmeye tabi tutulmuşlardı. Müslümanlaşmış ve kendini Türk gören ama kökeninin az bırakılan halklardan geldiğini ilk defa fark eden insanların hikayeleri de hala belleklerde. Bu durum devletin kod uyguladığının bir kanıtı niteliğindedir ve bugün hala bu tür arşivleme çalışmalarının devam ettiği biliniyor. Bu kod uygulaması eşit yurttaş olma ilkesinin de gerçeklemediğini göstermektedir..

ERZURUM AŞKALE’YE SÜRGÜN

İnsanlar bu yüksek vergiyi ödemek için ellerindeki mülkleri yok pahasına kısa sürede satmak zorunda kaldı. Mülkler el değiştirdi, üretim ve ticaret yapan iş insanları yok edildi. Vergilerini ödeyemeyenler de kafileler halinde Erzurum Aşkale’ye zorla sürgüne gönderildiler.

Sürgüne gönderilenler yol yapımında taş kırdılar, tren raylarının döşenmesinde çalıştırıldılar. Günlük verilen yevmiyenin yarısı kalan vergi borçlarına sayılıyordu. Bu süreçte birçok kişi, özellikle yaşlı ve hastalar koşullara dayanamayarak bu dünyadan göç etti.

Kanunda değişiklik yapılana kadar bu acı süreç devam etti. 15 Mart 1944’te çıkan kanunla sürgünden dönen insanlar, evlerinin gasp edildiğini, mülklerine el konulduğunu gördüler. Kimi kendi evinde hizmetçilik yaptı, kimi tekrar çalışarak yeniden evini satın aldı ya da ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Bu acı dolu bellek, hafızalarda hala canlı olarak duruyor.

GÜNÜMÜZDE VARLIK VERGİSİNİ ANLAMAK

Günümüzde az bırakılan toplumlara karşı kullanılan nefret söyleminin artması aslında bir yanıyla o günlere dayanır. Verginin uygulanmasına destek veren dönemin gazetelerinde, hırsızlık, karaborsacılık, vurgunculuk ithamları az bırakılan toplumlara yönelik olarak sıkça kullanılmıştır. Bugün ise bu nefret söylemlerinin bizler üzerindeki etkisi malumunuz.

Günümüzde o günleri yaşayan az bırakılan halkların torunları olarak, çoğumuz ailelerimizden “şurası bizim mülkümüzmüş” gibi sözler duyarız. Ermenice veya Rumca yazılarla süslenmiş bir binanın ne hikmetse başkasının mülkü olduğunu öğreniriz.

Diğer yandan, bizleri hala zengin sanan birçok insanla muhatap oluruz. 1915’te yaşan acılardan sonra, 1942’deki Varlık Vergisi ve ardından 1955’te yaşanan 6-7 Eylül olayları sonrası ciddi acılar yaşadık. Bu topraklarda yaşayan bizler var oluşumuzu her acıdan sonra yeniden bir şekilde ayağa kalmakla mümkün kıldık. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bu ülkenin varoluşunda, herkesten çok daha fazla bedel ödedik. Zenginliğimiz sadece coğrafyaya kattığımız muazzam kültürümüz olarak bilinmeli.

Günümüzde az bırakılan halklar, genel ortalamanın üzerinde vergi ödeyen kesim olmayı sürdürmekte.

İşin özü şudur; Bazı borçlar vardır ki kimse ödemek ve yüzleşmek İstemiyor

xxxxxxxxx

DERSİM KATLİAMIYLA YÜZLEŞME

Bu hafta Dersim bölgesinde yaşanan kırımın da yıl dönümüydü. Pir Seyit Rıza ve arkadaşları 1937 yılında katledilmişti. Coğrafyanın acı hafızası bugünlere kadar hep var oldu. Bu acı tarihle yüzleşilmediği gibi Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerleri bile söylenmiyor. Pir Seyit Rıza ve arkadaşlarını saygıyla anıyorum. “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu; ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun.” sözünü düstur edinen tüm Seyit Rıza torunları canlara selam olsun.

Elbet bu coğrafyada acılarla yüzleşilecek.

***

KISA BİR NOT

Yazımı bitirdiğim anda, Hrant Dink'i öldüren tetikçi Ogün Samast'ın iyi hal indirimi alarak serbest bırakıldığını örendim. Nefes aldıktan sonra belki gelecek haftaki yazımda bu konuyu layığıyla yazabilirim. Hrant Ağparik bir kez daha katledildi. Adaletiniz batsın!


Murad Mıhçı: Ermeni yazar, siyasetçi, aktivist. 1975’te İstanbul'da doğdu. 2010’da Eşitlik ve Demokrasi Partisi Parti Meclis üyesi oldu. 2014’te İstanbul Halkların Demokratik Partisi İl yönetiminde görev alıp basın sözcüsü görevini yürüttü. 2015 yılında yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde HDP İstanbul 1. Bölge Vekil adayı oldu. 2016 ve 2017 'de Halkların Demokratik Partisi 2 Kongresi’nde Parti Meclis ve Merkez Yürütme Kurul üyesi görevlerini üstlendi. Halklar İnançlar ve Genişleme Komisyonlarında çalışma yürüttü. Turnusol, Agos Gazetesi (misafir yazar), Demokrat Haber'de yazarlık yaptı. ''Yeniden İnşa Et '' kitap yazarlarından.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murad Mıhçı Arşivi