Laf ebeliği yetti gayri, buna gerçekten var mısınız?

Zindanların derhal boşaltılması, insan avlarına son verilmesi Türk'ü, Kürd'ü, Ermeni'si, Asuri'si, Grek'i ve Arab'ıyla hepimizin beklentisidir.

Üzerinden günü gününe tam 75 yıl geçmiş... Ankara Ticaret Lisesi öğrencisiydim. DP'nin genel seçimi kazanmasıyla oluşan yeni Büyük Millet Meclisi 1950 yılının 14 Temmuz'unda aylardır lafı edilen "genel af yasası"nı oylayacaktı.

Benim ailemde de, arkadaşlarımın ailelerinde de, hapisten kurtulmasını beklediğimiz yakınımız yoktu. Yine de, Nazım Hikmet'in hayranı olan demiryolcu babam, yıllardır zindanda tutulan büyük ozanın serbest bırakılıp bırakılmayacağı endişesindeydi... Çocuk yaşta babamın kütüphanesindeki Nazım'ın şiirlerine hayran olan ben de Meclis'teki oylama sonucunu büyük heyecanla bekliyordum. Çünkü, genel af çıksa bile bundan komünist örgütlenme ve propaganda mahkumlarının yararlandırılmayacağı söyleniyordu.

Ertesi gün gazetelerde okuduğumuza göre, o sırada cezaevlerinde komünizm propagandasından mahkum olarak hapis yatan 103 kişi genel aftan yararlandırılmayacaktı. Nazım Hikmet ise "komünist örgütlenme ve propaganda"dan değil, orduya fesat karıştırmak ve askeri isyana teşvik etmek suçlamasıyla 28 yıl 4 aya mahkum edildiği ve cezasının aşağı yukarı üçte birini çektiği için aftan yararlanabilecekti.

Ancak Meclis'teki görüşmelerde Ulaştırma Bakanı Tevfik İleri, Nazım Hikmet'in komünist olduğu için hapiste tutulmasını sağlamak amacıyla şu konuşmayı yapmıştı:

"Nazım Hikmet'in komünistliğinden şüphe etmek gaflet etmek olur. Nazım Hikmet daha dün hapishanede, 'benim kalbimin bir yarısı Yunanistan'da her sabah kurşuna diziliyor, öbür yarısı Çin'de kurşuna diziliyor' dedi. Tahmin ederim ki kalbinin geri kalan bir parçası da Kore'de kurşuna diziliyor! Nazım Hikmet mutlak surette komünisttir, kendisi dahi inkar etmemiştir."

Buna rağmen Meclis çoğunluğu Nazım Hikmet'in Türk Ceza Kanunu'nun 141 ve 142. maddelerine göre değil, Askeri Ceza Kanunu'nun 94. maddesine göre mahkum edilmiş olduğunu esas alarak serbest bırakılmasını onaylamıştı.

15 Temmuz 1950'de serbest bırakılan Nazım Hikmet, yasal olarak yükümlülüğü olmamasına rağmen ileri yaşında askere celp edilince orduda bir komploya kurban gitmemek için 17 Haziran 1951'de İstanbul'dan ayrılarak Romanya üzerinden Moskova'ya gidecek, bunun üzerine 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkartılacaktı.

Aftan yararlanan komünistler ise, üzerinden çok geçmeden, Demokrat Parti’nin sırf NATO’ya kapağı atabilmek amacıyla Kore’ye bir tugay yollama kararı vermesi üzerine Barışseverler Cemiyeti adına TBMM Başkanlığı’na bir uyarı mesajı gönderdikleri için 29 Temmuz 1950’de tutuklanacak, altı ay sonra da bir askeri mahkeme tarafından 30 Aralık 1950’de “Siyasal amaçla Türkiye'nin ABD ile dostluğunu bozmaya ve halkın hükümete olan güvenini sarsmaya çalıştıkları" gerekçesiyle on beşer ay hapse mahkûm edileceklerdi.

Hemen ardından bunu ünlü 1951 Türkiye Komünist Partisi tevkifatı izleyecek, başta Dr. Şefik Hüsnü Deymer, Zeki Baştımar, Reşat Fuat Baraner, Mehmet Bozışık, Halil Yalçınkaya, Vedat Türkali ve Mihri Belli olmak üzere Türkiye’nin seçkin aydınlarından ve işçi liderlerinden 118 kişi on yıla varan hapis ve üç yıla varan sürgün cezalarına çarptırılacaklardı.

1950 yılındaki genel aftan Nazım Hikmet'i komünist olduğu için yararlandırmama alçaklığının bir benzerine 24 yıl sonra, 12 Mart darbesinin ardından 1974 seçimleri sonucunda kurulan CHP-MSP iktidarı döneminde de tanık olduk.

Bülent Ecevit 'in başbakan ve de Necmettin Erbakan'ın başbakan yardımcısı olduğu koalisyonun kurulmasından bir süre sonra siyasal af çıkartılırken, TCK'nın 163. maddesinden tutuklu ve mahkum olan islamcıların salıverilmesi oybirliğiyle onaylanmıştı, ancak sıra 141 ve 142. maddeden tutuklu ve mahkum olan solcuların affına geldiğinde MSP milletvekilleri büyük bir iftiharla "Hayır'" oyu kullanmışlardı. Onların zindandan kurtulmaları ancak aylarca sonra Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla mümkün olabilmişti.

1950 affının üzerinden 75 yıl, 1974 affının üzerinden 51 yıl geçtikten sonra, Türkiye Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün açıklamış olduğu istatistiğe göre, 2 Haziran 2025 tarihi itibariyle Türkiye hapishanelerinde 359 bin 227'si hükümlü, 57 bin 700'ü tutuklu olmak üzere 403.060 mahpus bulunuyor. Bu kitlenin önemli bir kesimi, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Ekmel İmamoğlu gibi şahsiyetler başa olmak üzere görevlerinden alınan, tutuklanıp yerlerine kayyım atanan belediye başkanlarından, siyasal tercihlerinden dolayı özgürlüklerinden yoksun edilen muhalif yurttaşlardan oluşuyor.

Hiç kuşku yok ki, bir o kadar da TC vatandaşı, Tayyip diktasının muhalifi olan farklı eğilimlerdeki örgütlerin ya da yayın organlarının mensubu oldukları için ya yaşamı gizlilik koşullarında sürdürmektedir ya da sürgündedir.

Eğer bugün AKP ve MHP'nin "Terörsüz Türkiye", muhalefetin ise "Barış ve Demokratik Toplum" diye adlandırdığı süreçte gerçekten ciddi bir adım atılmak isteniyorsa, Meclis'te oluşturulacağı söylenen partiler arası komisyonun yapacağı ilk somut iş, tüm bu siyasal hükümlü ve tutukluların, sürgünü seçmek yada ülkede gizlilik koşullarında yaşamak zorunda bırakılanların derhal özgürlüğe kavuşmasını sağlayacak bir yasanın yasama tatili başlamadan Meclis Genel kurulu'ndan geçmesini sağlamak olmalıdır.

Yok efendim, "Türk-Kürt-Arap islami kardeşliği temelinde üçlü ittifak"mış, yok efendim tüm Orta Doğu coğrafyasına bu ittifakla egemen olmakmış...

Türkiye insanının, Türk'ü, Kürd'ü, Ermeni'si, Asuri'si, Grek'i ve Arap'ıyla gerçekten demokratik bir ülkeye özlemi var...

Bu özlemin gerçekleşmesi için bir genel affa, zindanların boşalmasına, Türkiye toprağında, komşu ülkelerde ve diyasporalarda insan avlarına kesinlikle son verilmesine gerek var...

İmralı'daki Abdullah Öcalan da, dün Irak'ta silahlarını "barış" uğruna ateşe veren PKK mensupları da bir an önce Türkiye'nin siyasal yaşamında yerlerini almalıdır.

Hem de acilen...

Laf ebeliği yetti gayri, buna gerçekten var mısınız?