bi dakka, türkiye’de siyonizm mi var?

bütün filistinliler hakkında bir şey söylemek imkânsız ama tanıdığım hiçbir filistinli yahudi düşmanı değil fakat türkiye’de filistin davasını savunanların ciddi bir kısmı yahudi düşmanı.

cuma günü filistinliler, büyük dönüş yürüyüşü kapsamında -birleşmiş milletler genel kurulu’nun 194. sayılı kararıyla tanınan- işgal altındaki topraklarına dönebilme hakkı için, 28. kere sınıra yürüdü. 30 mart’ta başlayan ve her cuma tekrar edilen yürüyüşlerde bugüne kadar 204 kişi can verdi. bu hafta iki kişi öldü, biri 24, diğeri 12 yaşında, 126 kişi de yaralandı. ağır yaralılar arasında beyaz önlüklü bir sağlık görevlisi ve basın yelekli bir gazeteci var. geçen hafta en kanlı cumalardan biriydi, yedi kişi öldü, bunların en büyüğü 24, en küçüğü 14 yaşındaydı. bunları büyük ihtimalle biliyorsunuzdur zaten. filistin davasına duyulan ilgi türkiye’nin nadir ortak noktalarından biri.

bütün filistinliler hakkında bir şey söylemek tabii ki imkânsız ama tanıdığım hiçbir filistinli yahudi düşmanı değil fakat türkiye’de filistin davasını savunanların ciddi bir kısmı yahudi düşmanı. ırkçılık kabul edilemez bir şey, bir halkın özgürlük davasına ırkçılık bulaştırmak daha da kabul edilemez bir şey, kaldı ki yahudi düşmanlığı, israil’in güçlenmesine yardımcı oluyor çünkü kendimi tekrar etme pahasına yazıyorum; herhangi bir ülkede kendini güvende hissetmeyen yahudiler çareyi israil’e göç etmekte görüyor. anti-semitizmle mücadele, türkiye’de, başka ülkelerde olduğundan daha da önemli bir konu. ama bütün bunlar yahudilerle ilgili meseleler ve israil’in kanlı bir işgal devleti olması gerçeğini değiştirmiyor. çünkü israil ile türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan yahudiler arasında doğrudan bir ilişki, bağ yok. nitekim sadece chomsky gibi ünlü entelektüeller değil, adını bilmediğimiz bir sürü yahudi de filistin’le dayanışma hareketlerinde yer alıyor. ve onların da önerdiği üzere; türkiye’nin ya da herhangi bir devletin israil ile ilişkilerini güçlendirmesi değil, sonlandırması gerekiyor, eğer filistin halkının taleplerini, genel olarak dünyada sömürgeciliğin son bulmasını dert ediyorsak.

bunları istanbul’da, çarşamba günü, yani bir kısmı çocuk yaşta 7 filistinlinin barışçıl bir gösteri yaptıkları sırada keskin nişancılar tarafından katledilmesinden dört gün sonra gerçekleşen "zor zamanlarda türkiye-israil ilişkileri" başlıklı bir toplantıdan söz etmek için yazıyorum. çünkü bunları hatırlamadan böyle bir toplantı düzenlenmesinin vahametini anlamak mümkün olmayabilir, türk-israil sivil toplum forumu, frederich nauman vakfı ve israil konsolosluğu’nun ortak girişimi olan toplantı, medya, iş dünyası ve sivil toplumun bu ilişkilere nasıl katkıda bulunacağını tartışmak üzere düzenlenmiş. toplantıda birçok türkiye cumhuriyeti vatandaşı vardı, pek bir önemi yok ama içlerinde yahudi kökenli olanlar olmayanlardan azdı ve tabii ki adlarını verip onları anti-semitistlerin düşmanlığına teslim etmeye niyetim yok.

toplantıyı, bir toplu davet maili üzerine kayıt yaptırarak izledim, gazeteci olduğumu, artı gerçek’te yazdığımı da toplantı sırasında açıkladım. medyadan katılım çok çok sınırlıydı. böyle bir faaliyete iş insanlarının katkıda bulunmasını anlayabiliyorum, iş dünyası dediğiniz ortam, işçilere kurtlu yemek yediren, yedirenleri dışlamayan bir topluluk. ama sivil toplum ve akademik çevreleri anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum.

toplantıda dinlediğim şeyler bana israil ile kurulan her ama her ilişkinin siyonizme yarayacak sonuçları olduğunu bir kere daha düşündürdü. (siyonizmin birleşmiş milletler tarafından ırkçılık olarak tanımlandığını hatırlatayım.) salondaki akademisyenlerin neredeyse tamamı israil’e akademik faaliyetler için gitmiş, türkiye’nin israil ile ilişkilerini düzeltmeyi vazife edinmiş insanlar olarak dönmüş; zaten söz konusu ülke israil olmasa bile bir akademisyen kendi devletinin başka bir devletle ilişkilerini neden dert eder? katılımcıların çoğu, sanatsal faaliyetlerin, bilimin, sporun iki toplum ve iki ülke arasındaki bağı güçlendirmekte ne kadar yararlı olduğunu vurguladı, haklı olarak. oysa bds hareketi, israil desteğiyle düzenlenen bir film festivalini ya da bir konseri boykot çağrısında bulunduğunda, sanatın –başka durumlarda bilimin, akademinin- "siyaset üstü" olduğu iddiasıyla buna karşı çıkılıyor. sanat, bilim ya da akademik faaliyet siyasetten nasıl ve ne kadar bağımsız olabilir, bu apayrı bir tartışma konusu ama bunların finansmanı ve örgütlenmesi hiç de siyasetten uzak değil!

bu konferansın bana en fazla düşündürdüğü nokta şu oldu. filistin davasını, emperyalizm ve yerleşimci sömürgeciliğe karşı mücadele bağlamında ele alanlar için nasıl ki mesele yahudiler değil de israil’se, aynı şekilde, türkiye sağı için de mesele israil değil yahudiler. israil’le ilişkiler, özellikle de ticari ilişkiler onlar için hiç sorun teşkil etmiyor. hele enerji projesi gibi devletin de parçası olduğu ilişkiler gurur kaynağı.

siz de takdir edersiniz ki, benim en ufak bir çaba göstermeden haberdar olduğum bu toplantıdan başkalarının da haberdar olmuş olması ihtimali çok yüksek. istanbul’un ortasında bir otelde, misal ermenistan ve türkiye ilişkilerini güçlendirmeye yönelik bir konferans düzenlendiğini ve bunun nasıl sonuçları olabileceğini tahayyül etmenizi rica ediyorum. ermenistan’la türkiye arasında ciddi hiçbir mesele yok. oysa israil’le öyle değil; çok değil sekiz yıl önce, mavi marmara gemisinde, çoğu türk vatandaşı olan silahsız 10 kişi, israil askerleri tarafından katledildi, dava yeni bitti. bu bile, böyle bir faaliyette yer almak için bir tereddüt sebebi olabilir; bu bile böyle bir faaliyete tepki gösterme sebebi olabilir.                                                

ama bir kere daha gördüm ki, birçokları için mesele siyonizm değil yahudiler yani müslüman olmayanlar ve ama türkiye’deki siyonizm buzdağının ucunu bile göremiyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi