Ahmet Tulgar & İshak Karakaş
'Sol Kürt siyasetine karşı daha eleştirel olmalıydı'
Kurtuluş örgütü içinde faaliyet gösteren Seyfi Öngider sonraki yıllarda da sadece kurumsal çalışmalarıyla değil gazeteci ve yazar olarak da sol çevrelerde kendinden bahsettirdi.
Kurtuluş daha kuruluş aşamasında Kürt sorununa ilişkin dönemin birçok örgütünden farklı olarak enternasyonalist bir tutum edinmişti. Türkiye Solu ile Kürt siyasetinin ilişkisinin çeşitli sebeplerle tartışıldığı bir dönemde Seyfi Öngider ile buluşup hem bu ilişkiyi konuştuk hem Kurtuluşçular'ın iki yıldır yayımladıkları 'Kurtuluş Kendini Anlatıyor' adlı kitap dizisini.
İshak Karakaş- Türkiye solunun en önemli tanıklarındansınız? Bugün Türkiye solu nereye gidiyor? Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Seyfi Öngider-Türkiye solu bugün için tarihinin en geriye savrulduğu dönemlerinden birini yaşıyor. Bunun da tabii birçok nedeni var. Yani dünya tarihi ölçeğinde nedenleri var, ulusal ölçekte nedenleri var. Tabii biz böyle bir değerlendirme yaparken hemen aklımız 70’li yıllara gidiyor. 70’li yıllarda Türkiye sosyalist hareketi kendi tarihi içerisinde en kitlesel olduğu, birçok açıdan da en ileri olduğu, en yaygın olduğu bir dönemi yaşadı. O dönem hepimizin bildiği gibi 12 Eylül 1980 darbesi ile sona erdi. Darbe karşısında Türkiye devrimci hareketinin tutumu maalesef darbe ile ciddi biçimde mücadele edecek, en azından daha sonrasında -12 Mart’a olduğu gibi- direniş örneklerini daha sonra kuşaklara bırakacak bir direniş hattı öremedi. Gelecek kuşaklara onu değerlendirecekleri, üzerine başka şeyler koyacakları bir deneyim bırakamadı. Çok ciddi bir yenilgi hatta bozgun diyebileceğimiz bir süreç yaşadı. Bunun hemen ardında da 1989 Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve 1990’da da Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile birlikte aslında dünyada sosyalist hareketin bir dönemi kapanıp yeni bir dönem başlamış oldu. Dünya tarihsel ölçeğinde sosyalizmin bu yeni dönemine, Türkiye sol hareketi başka birçok ülkedeki sol hareketler gibi uygun devrimci hatlar ve seçenekler oluşacak tarzda cevap veremedi doğrusunu söylemek gerekirse. Dolayısıyla da 90’lı yılların ardında yeniden kitlesel bir güce ulaşamadı. 70’li yıllarda sosyalist hareket aynı zamanda toplumsal bir hareketti. Tamam, pek çok grup, pek çok örgütlenme vardı ama bütün olarak bakıldığında Türkiye’deki sosyalist hareket toplumsal hareketti, kitlesel hareketti; genel siyasal sahnede ciddi bir faktördü. Yani onu hesap etmeden, onun ne yapacağını dikkate almadan hiçbir siyasal aktörün hareket etmesi mümkün değildi. Dediğim gibi 1980 darbesi, ardından 1990’lıyıllardaki dünya sosyalist hareketinin çözülüşünün ardından küreselleşme adı altında tanımlanan yeni dönemle birlikte, dünya sosyalist hareketi açısından da yeni bir dönem içindeyiz. Yeni döneme biraz kendine özgü tarihsel nedenler, tarihsel dönemi değerlendirerek Latin Amerika’daki sol hareketin bir tür cevap verdiğini düşünüyorum. Tüm kıtada şöyle ya da böyle birtakım iktidarlar görüldü ve hala bu iktidarlar tarafından yönetiliyor. Tabii ne kadar sol olduğu, bu olduğu şu olduğu tartışılır; bu apayrı bir şey ama orada genel manada yeni döneme kıtasal ölçekte cevap verildiğini düşünebiliriz sol açısından. Bunun dışında -Avrupa ülkeleri de dâhil-Türkiye’de biz buna bir cevap üretemedik. Yunanistan’ı biraz ayrı tutmak lazım. Yunanistan’da önce sol koalisyon vardı. O hareket sonra büyüdü ve Syriza diye bir harekete dönüştü ve bugün Syriza iktidarda. Onun da solculuğu tartışmaya açık ama ben daha genel bir sol tasnifle, sol tanımı üzerinden bunları söylüyorum.
İshak Karakaş- Peki, o zaman bu sola nasıl bir isim vereceğiz? Reel sosyalizm mi, demokratik sosyalizm mi? Nasıl tanımlarız bunu?
Seyfi Öngider- Henüz bir isim verilecek düzeyde ortaya çıkmış bir şey yok. 90’larda yıkılana kadar ‘var olan sosyalizm’, ‘reel sosyalizm’ filan gibi adlar veriyorduk. Bizim 70’li yıllarda tartıştığımız eksende Marks’ın öngördüğü tarzda bir sosyalizmin inşasından bahsedemeyiz onun için de. Sovyetler Birliği’nde olsun, Doğu Avrupa ülkelerinde olsun, Çin’de vs.'de olsun... Yani o dönemde de sosyalizmin bir krizi vardı ama bugünkü sosyalizmin krizi daha da derinleşmiş bir şey. Herhangi bir şekilde daha öncesinde olduğu gibi belli bir sıfatla adlandırabileceğimiz bir sosyalist özne yok. Dağınık dağınık şeyler var. Bazı girişimler var, –ne diyelim- bu sürece yeni bir cevap vermeye dönük bazı çabalar var. Mesela daha yenilerde Mısırlı Marksist Samir Amin’in bir çağrısı var; "Bizim yeni bir Enternasyonal’e ihtiyacımız var," diye. Samir Amin belli ölçülerde Troçkist eğilimli Marksist bir entelektüeldir. Entelektüel ve teorik düzeyde daha çok uluslararası bir özne halinde sosyalist hareketin yeniden örgütlenmesi açısından girişimler var. Bunların ortaya çıkmış bir sonucu yok ama. Dolayısıyla o dağınıklık tek tek ülkelere yansıyor. Sosyalist hareket bütün bunlardan da etkileniyor tabii. Bizim ise daha özel nedenlerimiz de var. Yani dünyada sosyalizm böyle, diye Türkiye’de de sosyalizm en geri dönemini yaşamak mecburiyetinde değil. Bu bir kader değildir. Dolayısıyla 1980’deki darbe karşısında olsun, daha sonra 1991’deki çözülüş ardından olsun, kendi açımızdan yapamadığımız, kotaramadığımız pek çok şey var. En trajik örneği ÖDP’dir. ÖDP aslında Türkiye’de solun yeni döneme bir tür cevap oluşturma çabasıydı, güçlü bir hareket inşa etmek açısından bir adımdı ama başaramadık ve o başarısızlığın büyük bedelleri oluyor bugün. Bedellerini hala görüyoruz yani.
Ahmet Tulgar- Geçmişe baktığınızda solda ne gibi hatalar saptıyorsunuz?
Seyfi Öngider- Hata... Hangi döneme ilişkin?
Ahmet Tulgar- Bu tarif ettiğiniz sürece ilişkin...
Seyfi Öngider- Şimdi, 1970’li yılların durumu başka, 90’lardan sonraki durum başka... 70’li yıllara ilişkin hata denilebilecek şey konusunda ancak şunu söyleyebiliriz -onun da ne kadar hata olduğu tartışılabilir-; 1970’li yıllarda sosyalist hareketi asıl tanımlayan, antifaşist mücadele idi. Antifaşist mücadele ekseninde sosyalist hareket kendini var etti ve büyük ölçüde de örgütlendi. K-Kitleselleşmesini esas olarak o antifaşist mücadeleye borçluydu. Türkiye’de antifaşist mücadele aynı zamanda geniş yığınları kendi etrafında topladı. Ama–bunu 12 Eylül’de gördük- sokaklarda sivil faşist hareketle, devlet destekli faşist hareketle mücadele etmek başka bir şey, 12 Eylül’de olduğu gibi kılıcını atan orduyla, onun üzerinden devletle farklı biçimde karşı karşıya gelmek, ona karşı mücadele etmek başka bir şey. Buna hazırlıklı değildi 70’li yılların sosyalist hareketi. 12 Eylül karşısında adını anabileceğimiz bir direniş hattı öremedi. 90’lı yıllar açısından söylüyorsanız, 90’lı yıllarda en önemli deneyim bence Birleşik Sosyalist Parti ve ardından Özgürlük ve Dayanışma Partisi deneyimidir. Tabii bunlardan ibaret değil sol. Başka binlerce deneyimler de yaşadı sol hareket. Ama demin dediğim gibi Latin Amerika’ya benzer bir şekilde, ondan esinlenmiştir gerek BSP gerekse ÖDP. O tarzda kitlesel devrimci bir sol alternatif geliştirmek bakımından en önemli deneyim budur. Hatasının ve başarısızlığının nedeni ise şu... ÖDP 70’li yılların ortaya çıkarmış olduğu sol grupların bir araya gelmesiyle oluşan bir şeydi. Bu sol gruplar kendilerine ait kimlikleri aşamadılar. Yani ÖDP’de yeni bir devrimci kimliğin oluşması gerekiyordu. Kurtuluş, Devrimci Yol, Emeğin Birliği filan gibi çeşitli gruplar vardı orada. Bu gruplardan da bir şeylerin içinde yer alabileceği ama onların hepsini aşan ve onların hepsinden daha farklı olabilecek, dönemin ihtiyaçlarına ve koşullarına cevap verebilecek yeni devrimci kimliğe ihtiyaç vardı. Bu kimliği oluşturmak bakımından ciddi ve yeterli çaba olmadı. Bunda da en büyük engelin, o grupların kendi tarihlerine takılıp kalmaları olduğunu söyleyebiliriz.
İshak Karakaş- Kurtuluş Hareketi, ÖDP’nin önemli bileşenlerinden biriydi. Biraz da Kurtuluş Hareketi’nden söz edelim. Kurtuluş 70’li yıllarda diğer sol gruplardan önce Kemalizm’le hesaplaştı. Bu nasıl oldu?
Seyfi Öngider- Kurtuluş Hareketi’nin THKP-C içinden çıkan diğer gruplardan kendini ayırt eden en önemli özelliği Kemalizm’le olan eleştirel ilişkisidir; dolayısıyla ulusal sorun konusundaki yaptığı açılımlardır. Esas olarak THKP-C hareketinin eleştirisi üstüne kendini kuran bir hareketti Kurtuluş. THKP-C hareketini eleştirirken de birkaç dayanağı vardı; esas olarak Mahir Çayan’ın formüle ettiği öncü savaşı anlayışını eleştiriyordu, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi (PASS) denilen, başka grupların sahip çıktığı stratejinin kitleden kopuk bir mücadele olduğunu eleştiriyordu kısacası. İkincisi de; kendi siyasi hattını örerken her siyasetin birtakım müttefiklere ihtiyacı olur. Hiçbir devrim hareketi kendi başına başarıya ulaşmaz. Mutlaka yanına birilerini alır, ittifaklar kurar. THKP’C hareketi de ittifakları kurarken Kemalizm’i de ittifak yapılabilecek güçlerden biri olarak görüyordu. Küçük burjuvazinin milliyetçilik temelinde antiemperyalist bir tavır alışı olarak görüyordu Kemalizm’i. Dolayısıyla ona birtakım olumlu anlamlar yüklüyordu. Ama bu kendi başına çok masum bir şey değildi; bu beraberinde Kürt hareketi ve Kürt sorununa ilişkin bir yaklaşım üretiyordu. Çünkü Kemalizm’e böyle olumlu şeyler yüklediğinizde -işte 1940’lara,50’lere kadar yaşananlar, Kemalizm’in milli mücadele dönemi de dâhil olmak üzere- Kemalizm’in Kürt hareketi ile kurmuş olduğu o olumsuz ilişkiye, daha doğrusu onu baskı altına almaya, yok etmeye dönük ilişkisine dönüp bakamazsınız; bakmakta zorlanırsınız daha doğrusu. Bu konuda hem öyle söyleyip hem de Kürt meselesinde de bazı şeyler söylemeye çalışan bir harekettir THKP-C hareketi. Mesela bugün Deniz Gezmiş’e sahip çıkan faşist bir hareket var Türk Solu diye... Bunlar Deniz Gezmiş’e sahip çıkıyorlar. Deniz Gezmiş’in posterlerini filan basıyorlar. Samsun’dan Ankara’ya yaptıkları o ulusalcı yürüyüşe sahip çıkarak Deniz’i ulusalcı bir adam haline getiriyorlar. Bazı yönlerden baktığınızda ulusalcı bir sürü tını vardı ama Deniz ölürken Kürt ve Türk halklarının kurtuluşundan bahsederek ölmüştür. 68’deki o devrimci hareketlerin hepsinde bu vardır. Hem bir yönüyle baktığınızda bugünkü kavramlarla ulusalcı bazı şeyler görürsünüz, hem de gayet enternasyonalist devrimci şeyler görürsünüz. Şimdi, THKP’C’de de bu vardır. Kurtuluş THKP-C’nin bu yönünü eleştiriyordu. O bakımdan da Kemalizm’i doğru bir biçimde eleştirdi. Kemalizm’in eleştirisi ile birlikte de Kürt sorunu konusunda, evet, ilk doğru şeyler söyleyen, dönemin koşullarında doğru şeyler söyleyen hareketlerden biri oldu. Ama bu konuda şöyle bir şey söylemek lazım; bu açından da Kurtuluş Hareketi yine ilk değildi. Daha öncesinde mesela bizim bildiğimiz, Hikmet Kıvılcımlı’nın söylediği, yazdığı şeyler vardır. Tamam, bunlar sol kamuoyuna çok çıkmamıştır ama belli bir sol çevre içerisinde yazılan, çizilen, konuşulan şeylerdir. Kurtuluş, evet, THKP-C’den gelen bir hareket olarak, onun eleştirisi üzerinden kendisini kuran bir hareket olarak bu konuda doğru şeyler söylemiştir.
İshak Karakaş- Türkiye solunun genel olarak Kürt hareketiyle ilişkisinde ne gibi sorunlar tespit ediyorsunuz?
Seyfi Öngider-Türkiye solu hiçbir zaman bir bütün değildi; hiçbir zaman da olmadı. Türkiye solu da birkaç öbekten oluşuyor. O öbeklerin içerisinde de birkaç tane çizgi var. Şimdi, -artık onu sol içinde de saymak doğru değil- mesela Doğu Perinçek’in liderliğini yaptığı bir hareket var. 70’li yıllarda antifaşist mücadelenin yoğun olduğu dönemlerde de devrimcileri ihbar eden bir hareketti. Böyle mahalle mahalle isimler yayımlardı hangi devrimcinin hangi mahallede, nerede yatıyor nerede kalkıyor, diye... Şimdi bu hareket İşçi Partisi şu partisi falan derken en sonunda Vatan Partisi oldu. Eski generalleri topladı ve bugün artık solla hiçbir ilişkisi yoktur ama soldan oraya giden bir akım oldu. Bunların biraz daha yakınında duran ulusalcı bir damar var. Bu ulusalcı damar sol bazı gruplardan ve partilerden oluşuyor. Halkın Kurtuluşu Partisi diye Hikmet Kıvılcımlı’nın geleneği içerisinden ve hala onunla ilişki üzerinden kendisini tanımlayan parti de Vatan Partisi’nden çok farklı değil hani. Ulusalcılıktan öte, faşizan özellikler taşıyan şeyler bunlar... Bunları artık solun dışına çıkarmak lazım. Fakat solun da içinde bir ulusalcı ekip var. Bu ulusalcı öbeğin Kürt hareketi ile kurduğu ilişki son derece yanlış bir ilişki, problemli bir ilişki. Kürt hareketine mevcut sistemin argümantasyonuyla bakıyorlar aslında. Mevcut sistem ne diyorsa onu diyor,"Amerikan emperyalizminin oyuncağı," vs. Aynı görüyor. İşte "Memleketi bölecek!" demiyorlar da, "Sol hareketi, işçi hareketini bölecek, bölüyor!" falan filan diye bakıyor. Burada çeşitli partiler ve gruplar var. Bunların dışında Kürtlerle biraz daha eleştirel ilişki kurma çabasında olan yapılar var. Yer yer onunla olumlu ilişki kurup, yer yer eleştirel durmaya çalışan hareketler var.
İshak Karakaş- ÖDP, EMEP; Haziran Hareketi’ni mi kastediyorsunuz?
Seyfi Öngider- Haziran Hareketi’ni, EMEP’i biraz böyle düşünebiliriz.
İshak Karakaş- ÖDP?
Seyfi Öngider- ÖDP de Haziran Hareketi’nin içinde zaten. Bir de bence Kürt hareketi ile daha enternasyonalist bir temelde ilişki kurmaya çalışan gruplar var. Bunlarda ise Kürt hareketine ilişkin eleştirellik bence zayıf. Daha fazla olması gerektiği kanaatindeyim ben.
İshak Karakaş- SDP, ESP filan mı?
Seyfi Öngider- ESP, SYKP, DP...
İshak Karakaş- Onlar zaten HDP’nin bileşenleri.
Seyfi Öngider- Evet, birçoğu HDP’nin içinde zaten. Bunların bence temelde kurduğu ilişki enternasyonalist bir ilişki ama eleştirel ayağı zayıftır. Daha eleştirel olabilirlerdi, diye bir kanaate sahibim. Böyle yani... Birkaç farklı çizgiden ilerleyen ve ona göre parçalı bir ilişkisi var Türkiye solunun Kürt hareketi ile.
Ahmet Tulgar- Ama Kürtlerden de kaynaklanan bir güven sorunu var galiba? Kürt hareketinin tabanında da en yakınında duran gruplara bile sık sık eleştiride bulunulur. Öyle değil mi?
Seyfi Öngider- HDP bir kitle partisi... HDP’yi bir kitle partisi olarak düşünmek lazım. HDP sosyalist bir parti değil, demokratik bir kitle partisi... Doğrusunu söylemek gerekirse, içerisinde çok farklı kesimler var. Milyonlarca oy aldığı o kitleye baktığında o topluluğunu çok da öyle solcu falan bir topluluk olduğunu söyleyemeyiz. Geni şbir Kürt ahalisi var. HDP onların nabzını tutarak, ona göre bir duruş saptamaya çalışıyor. Bu yüzden de-benim de gördüğüm- yanlış ve haksız birtakım eleştirilerde bulunuyor bazen sola dönük ettiği laflarda. Ama HDP’yi sosyalist bir parti olarak görmezsen onların niye öyle konuştuğunu anlarsın.
İshak Karakaş- Sol örgütler dağılsa da kişiler yine bir şekilde, bir arada duruyor. Bugün Kurtuluşçuları bir arada ne tutuyor? Gelecek beklentisi mi? Nostalji mi?
Seyfi Öngider- Kurtuluşçuları bir arada tutan tek şey, yaşadıkları ortak tarih... Yani 70’li yıllar 6-7 yıl sürdü. Çok uzun gibi görünmüyor ama çok çok yoğun yaşanmış yıllardır. Yani bugün hakikaten Kurtuluş’tan olsun, başka bir gruptan olsun benim gibi 50’li, 60’lı yaşlarda olan insanlar tesadüfen sağ kalmış insanlardır. Yanı başımızda birçok arkadaşımız öldü, birçok arkadaşımızın cenazesini kaldırdık. Böyle tesadüfen yaşamını sürdürürken birlikte ölüme gidip geldiğin insanlarla ilişki kopmuyor tabii; bir şekilde devam ediyor. Başka başka birtakım siyasetlerde bulunsan da, güçlü ya da zayıf örgütlerde bulunsan da zaman zaman bir araya gelme, ortak birtakım şeylerin içerisinde bulunmak her zaman mümkün. Bugün Kurtuluşçular ya da benzer başka siyasi hareketlerden insanların da bir araya gelmesindeki asıl faktör, o tarih ve o tarihin üretmiş olduğu siyasal kimliğin insanlarda belirgin ölçülerde varlığını sürdürmesidir. Biz güncel siyasete bakarken de o dönemin siyasal ideolojik çizgisinde bakıyoruz. AKP’ye bakarken de, Kürt meselesine bakarken de, başka şeylere bakarken de oradan besleniyor, oradan edindiğimiz perspektifler ekseninde bakmaya devam ediyoruz. Aynı şeyi geçenlerde bir arkadaşla konuşuyorduk, 20 senedir İngiltere’de yaşayan bir arkadaştı. Buluştuk ve konuşmaya başladığımızda birçok konuda aynı şeyleri söylediğimizi gördük. 20 yıllık görüşmemişiz, buluşmamız ama ortak tarihe yaslandığında aynı şeyleri söylüyorsun.
Ahmet Tulgar- Sizler o dönemki tavrınızı ve tutumunuzu değiştirmemişsiniz. Ama öyle insanlar var ki tamamıyla farklı yaşam tarzlarına yönelmişler. Onlarla karşılaştığınızda ne oluyor?
Seyfi Öngider- Yani selamlaşıyoruz. Oturup bir çay içiyoruz. Çay içmekten de öteye gitmez yani...
Ahmet Tulgar- Sormaz mısınız o değişimin nasıl gerçekleştiğini?
Seyfi Öngider-Yok ya, bazıları ile sadece muhabbet edersin... Şimdi çok uzun bir tarihten, herkesin hayatından bahsediyorsun. 80’den sonra hapishaneye girenler,90’lı yıllarda hapishaneler boşalınca dışarı çıktı. Hapishane dönemi başka... Hapishane kapısından çıktığında anda hayat yeniden başlıyor. Dolayısıyla yeniden başlayan o hayata ilişkin herkes daha öncesine bakıp, değerlendirip, düşünüp birtakım kararlar veriyor ve yeni tercihlerde bulunuyor. O yeni kararlar doğrultusunda bir yoldan ilerlemeye başlıyorsun ve o yol bazısını buraya getiriyor, bazısını başka yere götürüyor. Artık bu konuda tartışacak çok fazla bir şey yok.
İshak Karakaş- ‘Kurtuluş Kendini Anlatıyor’ isimli bir dizi kitap çıkartıyorsunuz. Böyle bir kitaba neden gerek duyuldu? Kurtuluş’un kendini anlatamadığını mı düşünüyorsunuz?
Seyfi Öngider- Yok, şöyle... Deminden beri konuştuğumuz gibi 70’li yıllar Türkiye sosyalist hareketi tarihinde önemli yıllar. 1920’lerden beri solun örgütlü bir varoluşu olduğunu düşünürsek, yaklaşık yüz yıllık bir tarih bu... Bu yüz yıllık tarih içerisinde 70’li yıllar gerçekten çok özel bir dönem. Sosyalist hareketin aynı zamanda bir toplumsal hareket halinde var olduğu bir dönem. Dolayısıyla bu döneme ilişki birikmiş çok fazla deneyim var. Bu deneyimlerin aktarılması gerekiyor daha sonraki kuşaklara. Kalıcı hale gelmesi gerekiyor. Eğer bunları yazılı çizili bir belgeye konuşmasanız unutulur. Söz uçar yazı kalır, deriz; bu doğrudur. Sadece sözlü anlatımlar, muhabbetler çerçevesinde kaldığı sürece bizle birlikte kaybolup gider. Dolayısıyla gelecek kuşaklar açısında bu deneyimleri kalıcı hale getirmek için böyle bir çalışma yaptık. Aslında buna benzer bazı çalışmalar başka siyasi hareketlerde de var. Bunları önemsiyorum. Yani bunları yapmak lazım. Bütün solun itibar edebileceği bir kurumumuz yok bizim. Bilmem ne örgütü, bilmem ne partisi, bilmem ne vakfı diye herkesin kendi başına kurduğu birtakım dernekler, vakıflar şunlar bunlar var ama herkesin itibar ettiği ve kabullendiği ortak bir şey yok. Öyle bir kurumsal yapı olsa aslında onun üzerinden yapmak lazım böyle bir çalışmayı. Yani bir arşiv çalışması anlamında onu yapmak lazım. Bizim yaptığımız bu sözlü tarih çalışması gibi çalışmaları Devrimci Yol’dan arkadaşlar da yapıyorlar. Başka siyasi hareketlerde, başka arkadaşlarda da var böyle çalışmalar. TKP yaptı buna benzer şeyler. Bizim oluşturduğumuz, Sosyal Dayanışma ve İletişim diye bir dernek var. Bu derneğin çatısı altında gönül vermiş arkadaşların çabalarıyla sürüyor çalışmamız. Kurtuluş da tabii başka hareketlerde olduğu çok çeşitli bölüntülere sahip. Hepsiyle görüşerek bir konsensüs oluştu ve bu çalışmayı yapalım, dedik. 20-25 kadar gönüllü arkadaşla bu iş yürüyor. Dediğim gibi, 1970’li yılları Kurtuluş açısından konuşuyoruz. Kurtuluş ne idi, nasıl ortaya çıktı, neler yaşadı, nasıl örgütlendi, nasıl mücadele etti? Amacımız bütün bunları sol hareketin ortak hafızasına aktarmak... Bütün deneyimleri ortak bilgi haline getirmek açısından yapılan bir çalışma. Her yıl haziran ayında 2 kitap çıkıyor. Artık öyle gidecek. 20016 Haziranında 2 kitap çıkmıştı. Bu haziranda 2 kitap daha çıktı. Önümüzdeki yıllarda da haziran aylarında ikişer kitapla devam edecek. Sekiz ya da on kitap olacak toplamda. Bu on kitap için Kurtuluş’un en tepesinden en altına kadar herkesle, 50-60, belki daha fazla arkadaşla konuşulmuş olacak. Yani "70’li yıllarda Kurtuluş diye bir hareket nedir?" diye merak eden herkesin dönüp baktığında ilk ağızdan anlatımlara dayalı, belgesel açıdan güvenilir denebilecek bir şey olacak ortada. Bir bilgi birikmiş olacak. Bunu sonrasında siyasi açıdan değerlendirmek mümkün.Çok uzun zaman sonra da mesela akademik araştırmalar açısından, kültürel sanatsal araştırmalar açısında değerlendirilebilecek kıymetli bir arşiv ve belge olacağını düşünüyoruz.
İshak Karakaş- Neden her yıl haziran ayında? Bunun bir sebebi var mı? Politik bir işaret gibi mi okunmalı bu?
Seyfi Öngider- İlk çıkışını hazirana getirmemizin özel bir nedeni var. 2016 Haziran’ında ilk kitap çıktı. 2016 Haziran’ı Kurtuluş sosyalist derginin 1976 yılında çıkışının 40. yıldönümüydü. Yani Kurtuluş sosyalist dergi, 1976 Haziran ayında çıkmaya başladı. Dolayısıyla biz ona denk getirdik ilk kitabın yayınlanışını. Bundan sonra da çalışmanın temposu gereği böyle gidecek.
Ahmet Tulgar- Demin dediniz ya, Kürt hareketi ile birlikte hareket eden sol gruplar biraz daha eleştirel olmalıydı, diye... Neyi eleştirmeliydiler mesela?
Seyfi Öngider- Her konuda... Sosyalist bir bakış açısıyla Kürt ulusal hareketinin bakış açısının her konuda örtüşmesi mümkün değil. Sosyalist bir bakış açısı birçok noktada farklı yerlere odaklanır. O odaklandığı noktada eleştirilerini yapar. O eleştirilerden de Kürt ulusal hareketi tabii ki yararlanmalı. Kürt hareketi ile -ne diyelim- dayanışma ilişkisi onun her yaptığına "A, ne güzel! Ne mükemmel yapıyorsun!" demek değil. Onun da yaptığı hatalar vardır, oluyor da nitekim. O hataları, kendi bakış açısından eleştirmeli. Örneğin barış süreci çok önemli bir dönemdi. Desteklemekle birlikte eleştirilerini de yapmalıydı o sürece ilişkin.
İshak Karakaş- Peki, genç devrimcilerle iletişiminiz nasıl?
Seyfi Öngider-Valla gençlerle çok sıkı bir ilişkimiz olduğunu maalesef söyleyemem. Ama bugünün genç devrimcilerinin işi bizden daha zor. Biz 70’li yıllarda gençtik. O zamana kıyasla şimdi daha zor... Çünkü o zamanlarda sol hareket kitlesel bir kabarış içerisindeydi. Yani şöyle diyelim, o dönemdeki genç insanların en iyileri solcu oluyordu, devrimci oluyordu. Şimdi sosyalizmin, solun 70’li yıllardaki gibi bir çekiciliği olmadığını dikkate aldığımızda şimdiki genç arkadaşların işi daha zor. Daha zorlu koşullarda solcu, devrimci oluyorlar. Olduktan sonra da daha zayıf ilişkiler içerisinde, küçük topluluklar içerisinde bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Karşılaştıkları baskı ve zorluklara göğüs germeleri açısından daha az destek buluyorlar. Yani bizim gençliğimizde moral motivasyonumuz çok yüksekti. Onların aynı moral motivasyonla davranabilmelerinin şartları bugün daha zayıf. O bakımdan işleri daha zor ama şu da bir gerçek; bugünün devrimci gençlerine bir tür haksızlık yapıldığını 2013 Mayıs-Haziran’daki Gezi hareketi gösterdi. Gezi bugünün gençlerinin ortaya çıkarmış olduğu çok önemli bir başkaldırıydı." ‘Bu gençlerden hiçbir şey olmuyor. Bunlar hiçbir şeyle ilgilenmiyormuş’ falan diyorduk. Meğer öyle değilmiş, başka türlü bir şey varmış!" deyip olaya biraz daha başka türlü bakmaya başladı herkes. Her dönemin gençliği, kendi koşulları ve ihtiyaçları çerçevesinde bir şey yapıyor. Bugünün gençleri de bu bakımdan zor koşullarda mücadele yürütüyor.