Ragıp Zarakolu

Ragıp Zarakolu

Cendere

Türkiye, 1. Dünya Savaşı’ndan ders alarak 2. Dünya Savaşı’na katılmamayı başardı. Ama şimdi   3. Dünya Savaşı’nın göbeğine sürüklenmemize neden olacak, İttihatçılar gibi ihtiraslı bir "Başkanlığa" sahibiz.

Ragıp Zarakolu

Türkiye’nin anayasaları en baştan itibaren dikiş tutmuyor. Ya dönemine görece özgürlükçü oluyor, ya da "bol" geldi denilip ülke bir cendereye mahkûm ediliyor.

Anayasa  Prokrektus’un yatağına yatırılıp, temel hak ve özgürlükleri eli, kolu, ayak ve bacakları, aynen Jack London’un hikayelerindeki "kızılderili işkencesi" gibi gıdım gıdım kesiliyor.

12 Mart, 12 Eylül de Jack London’un "Demir Ökçe"sinin kötü bir taklidi değil miydi? Şimdi beteri deneniyor.

Ama özgürlüğün sesi de hiçbir zaman tam olarak susturulamıyor.

200 yıllık baskı ve zulüm tarihi kadar 200 yıllık bir özgürlük ve direniş geleneğine sahip olduğumuz için ve onun parçası olduğumuz için gurur duymalıyız.

Ama tarihi hep kazananlar yazdığı için bütün bu özgürlük mücadelelerinim tarihini toprağı kaza kaza öğreniyoruz, tabir yerindeyse, adeta modern zamanların arkeolojisini yapıyoruz.

Goerge Orwell’in  "1984"ü de zaten her dönem al baştan yeniden yazılan resmi tarihin hikâyesi değil midir?

"Yeni Türkiye"nin idolü Sultan Abdülhamit Han’dır. 68’li yıllarda Kanlı Pazarlar düzenleyen ve bugün ülkenin başında olan Muhafazakâr Gençlik de onun hikâyeleri ile büyüdü; bir bakıma Kemalist tarihe karşı onlar da tarihi deşip kendi resmi tarihlerini inşa etmeye çalıştılar.

Peki, özgürlük savaşçılarının "Kızıl Sultan" diye tanımladığı Abdülhamit’i, nasıl tanımlayabiliriz?

"Anayasa Katili" denebilir mesela.

Ve bugün, o dönemden bu yana ilk kez Devlet Başkanına Meclis’i kapatma yetkisi veriliyor.

Biçimsel olarak Enver ve Talat’ın, Kemal ve İsmet’in bile sahip olmadığı yetki.

Osmanlı devletinin ilk anayasası, Tanzimat ve Islahat Fermanı ile başlayan reform sürecinde yetişen farklı milliyetlerden aydınların katılımı ile yazıldı.

Bu anayasa farklı milliyetlerin temsiline, elbette o dönemin koşulları içinde olanak sağlayan bir anayasa idi.

Ömrü 14,5 ay olan bu anayasayı askıya alma yetkisinin Sultana bırakılması, bu Anayasanın katiline de kapıyı aralamış oluyordu.

İlk Anayasanın yazımına, Krikor Odyan gibi, bizzat Ermeni toplumunun iç nizamnamesini yazmış Ermeni aydınları da katılmıştı.

115 üyeli ilk Meclisin 69 üyesi Müslüman, 46 üyesi gayrimüslimdi.  Çok uluslu ve inançlı bir nüfus tabanının yansıması olarak,  Türk, Arap, Kürt, Laz, Ulah, Arnavut, Boşnak, Rum, Ermeni, Bulgar, Yahudi kökenli uyruklara yer vermekteydi.

Buna bu anayasanın yeniden yürürlüğe girdiği 1908 devriminden sonra, kısmen tanık oluyoruz. Ne yazık ki Cumhuriyet meclisleri bu bakımdan çok fakir… Sistemin söylemi ile "azınlıklar", ancak 50-60 sırasında o da İstanbul’dan mebus çıkarabildiler DP listesinden. O da seçim sistemi nedeniyle, onlar kime oy verirse, İstanbul’un bütün milletvekillerini o parti çıkarıyordu. Herhalde devlet  o zaman "azınlıkları" sıfırlamaya karar verdi. Süreci 6-7 Eylül pogromu ile başlattı.

Meclis- Mebusan yanında bir Senatoya da yer verilmekteydi ki, bu kuruma Kemalist anayasa yer vermeyecek, Senato ancak 61 Anayasasından sonra geri gelecek, 82 anayasasından sonra yeniden tarihin sayfalarına karışacaktı.

İlk meclis’te herhangi bir parti yer almamakla birlikte, 2. Meşrutiyet ile başlayan yeni dönemde siyasetin daha ilk dönemden itibaren iki kanat arasındaki mücadeleyi yansıttığını ve bazı dönemlerin ise tek parti otoriter yapısına dönüştüğünü görüyoruz.

Farklı etnik ve siyasal grupların da bu iki kanattan biri ile ittifak kurarak siyaset içinde etkili kalmaya çalıştığını görüyoruz.

Örneğin Ermeni toplumu içindeki güçlü 2 partiden biri olan Ermeni Devrimci Federasyonu İttihat ve Terakki Fırkası ile ittifak kurarken Ermeni Sosyal Demokratları, Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile ittifak kurmayı tercih ediyordu.

Sola kapı aralayan, görece olarak en özgürlükçü yazılıma sahip olan 61 Anayasası da kendi katilini kendi içinde barındırıyordu ki, bu da MGK gibi bir militer erk odağına kapı aralaması idi.

Bu ise sistemi askeri vesayet altına sokuyor, peş peşe gelen açık ve örtülü darbelere "yasal" bir zemin sağlıyordu.

Fakat bugün yaşanan bütün bunların ötesinde.

Bir anlamda, idolleri Abdülhamit’in yöntemlerini izliyorlar ki, bu da İslam’ın bir siyasal aparat olarak çok daha kararlı ve açık biçimde kullanımı.

Soykırım, etnik arındırma, yeniden iskan politikaları, siyasal iradeye Müslüman çoğunluğun aktif desteğini sağlama Abdülhamit’in önünü açtığı ve yararlandığı uygulamalardı.

Ama nasıl Talat Paşa, "Abdülhamit’in başaramadığını biz başardık ve ‘Ermeni Sorunu’nu nihai olarak diye böbürlendi ise; Yeni Türkiye’nin "Başkanlığı" da, "Kemal’in İsmet’in başaramadığını biz becerdik, ‘Kürt Meselesini’ hallettik" diye böbürlenmek hevesinde.

Yaklaşık 200 yıllık modernleşme ve batılılaşma politikasından radikal bir kopuşu gerçekleştirmek de, Yeni Türkiye’nin hayalleri içinde. 200 yıllık bir hesaplaşmaya son noktayı koyma. Bu ekibin ne yazık ki hayalleri geniş, ama entelektüel kapasiteleri çok kısıtlı ve yoksul! Osmanlıyı ihya etmeyi hayal ediyorlar, ama gerçekte Osmanlı dünyasının ne olduğu hakkında en küçük bilgileri bile yok. Bildikleri sadece Gazavetnameler (o da belki) ve Fetih masalları!

"Evet, Abdülhamit "Han" İslam’ı öne çıkardı, kullandı ama, onun hegomanyasını kurmayı başaramadı. Ama artık zaman geldi!"

İslamı hegomonik kılmada da "Abdülhamit’in başaramadığını başardık" deme hevesindeler.

Enver, Talat ve Cemal gibi bunların da ihtirası büyük.

Tam da bu nokta da, belki global bir hesaplaşmanın tarihsel helezoni buluşmasına geliyoruz.

Türkiye, 1. Dünya Savaşı’ndan ders alarak 2. Dünya Savaşı’na katılmamayı başardı. Ama şimdi öncü savaşları yaşanan, engellenmesini dilediğimiz 3. Dünya Savaşı’nın göbeğine sürüklenmemize neden olacak İttihatçılar gibi ihtiraslı bir "Başkanlığa" sahibiz.

Ki bu noktada, sadece kendi tarihimize değil, Siyasal İslam’ın başarılı örneği olan İran’a bakmamız gerekiyor. Oradaki anayasa, referandum hikâyelerine, siyasal şiddetin İslamist rejimin pekişmesindeki rolüne eğilmemiz gerekiyor.

Yaşadıklarımız bazen İran’da yaşananların ikinci el kötü bir kopyası.

Bunu da bir sonraki yazımızda ele alalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Zarakolu Arşivi